Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Havada konuşmak!

888
Havada konuştuğunuzda rüzgârın nereden estiği belli olmuyor.
Ancak son açıklamalar gösteriyor ki bu sefer rüzgâr seçim cephesinden geliyor.
“Kürt sorunu yoktur. Kürt sorunu var demek artık ayrımcılıktır. Kürt sorunu bizzat ‘Kürt sorunu vardır’ diyenlerden kaynaklanıyor” sözlerini sarf eden Cumhurbaşkanı Zaman zaman ‘taraflar’ diyorlar. Sen kim oluyorsun da taraf diyorsun? Bu ülkede devlet vardır. Karşı karşıya oturulan bir masa olması, devletin çöktüğü anlamına gelir” açıklamalarıyla baltayı taşa vurdu.
Bu ülkede tarafların karşılıklı olarak masada olduğunu bilmeyen mi kaldı,ancak şimdi AKP eriyen oylarını milliyetçi cepheden desteklerle toparlama peşinde.
Bunu da ülkenin Cumhurbaşkanının yapıyor olması son derece trajik bir durum.
40 bine yakın kaybettiğimiz yurttaşımız,  yıkılan yakılan boşaltılan köyler, operasyonlar, tutuklamalar, faili meçhul cinayetler gerçeğini nereye koyacaksınız.
Bugün süren çözüm sürecine bağlı çatışmasızlık halini böylesi yaklaşımlar ile heba edersiniz bunun bedeli ülkemiz için ağır olur.
Rüzgâr fena esiyor, sanki uçağın kapısı açık kaldı, hukuk uçuyor, gökyüzünün engin semalarında sonsuzluğa doğru yol aldı gidiyor.
Düne kadar “ne istediler de vermedik” dediği kesimler için şimdi “yok olacaklar” açıklamaları yapılıyor.
Hele birde “başını ezmek gerekir” şeklinde hükümet cephesinden gelenleri düşündüğünüzde herhalde ‘hangi ülkede yaşıyoruz’ diye düşünmeden geçemeyeceksiniz!
Bu ülkede hukuk rafa mı kaldırıldı?
Yok edenlerin,kafalarını ezenlerin yönettiği bir ülke size neyi hatırlatıyor?
Hele bir açıklama var ki tüm gerçeği ortaya koyuyor; “İlle de Taksim dersen, bu aracın tekerine çomak sokmaktır” diyen Cumhurbaşkanı aslında işçilerin, emekçilerin kapitalist düzenin tekerine çomak sokacağını çok iyi biliyor.
Bu gerçek, sermayenin korkulu rüyası olduğu için; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, aynı zamanda yerel mahkemelerin kararlarına rağmen Taksim Meydanı’nı işçilere kapatarak 1 Mayıs gerçeği sulandırılmaya çalışılmaktadır.
Taksim Meydanı bu ülkede işçilerin, emekçilerin kanı canı demektir.
Egemenler, büyüyen gelişen işçi mücadelelerinden korkularının sonucunda; 1977 yılındaki 1 mayıs kutlamalarında düzenledikleri bir provokasyon ile 34 işçi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı.
Aradan geçen 38 yıla rağmen bu olayın failleri bulunulamadı.
Ancak işçiler emekçiler, her geçen yıl bu olayın faillerinin kimler olduğunun bilincini daha da görünür kılarak mücadeleyi yükseltmektedirler.
İşte şimdi bu yasaklama ile, mücadelenin önünün alınması için bir alan tartışması yaratarak gündem değiştirme çabası gündemdedir.
Ancak işçiler emekçiler Türkiye’nin dört bir yanını Taksim Meydanı’na çevirerek 1 Mayıs’ı coşkulu şekilde kutlama kararlılığı ile hareket etmektedirler.
Egemenler, geçen yıllarda yaptıkları gibi 1 Mayıs günü Taksim’i çepe çevre sararak 1 Mayıs kutlamalarını yasaklayıp, meydanda olmak isteyen insanlara da gazlı sulu müdahalelerde bulunarak bu görüntüleri işçi sınıfının talepleri için yükselttiği mücadelenin göz ardı edilmesi için terör ve vandalizm edebiyatının arkasına sığınarak kullanacaklar.
Birde buna sendika bürokrasisinin işçi sınıfının mücadelesini bölme ve temsili düzeyde bir Taksim gerçekleştirilmesi  eklenince 1 Mayıs’ın dayanışma mücadele ve birlik  ruhunun yok edilmesi planları  tamamlanmış olacaktır.
Ancak sınıfın ileri işçileri ve sosyalistler en geniş kesimler ile 1 Mayıs’ı her alanda kutlamak üzere yoğun bir çaba göstermektedirler.
Burada 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması tartışmalarına girmek istemiyorum ancak işçi sınıfının temsilcisi sendikaların ve sınıfın dostlarının ,sınıfın ileri kesimleriyle birlikte gerekli hazırlıkları yaparak buna uygun bir pratik gerçekleştiremedikleri sürece  bu yasak kararı sonrasındaki gelişmeler sermayenin propagandasına hizmet edecektir.
Şimdiden yapılan “tekere çomak sokmak” açıklamaları ayrıca yandaş medyanın haftalar öncesinden başlayan provokatif haberleri bu kapsamdaki girişimlerdir.
Ülkemizin ekonomik olarak geldiği nokta hepimizin malumudur.
Sistem tıkanmıştır, emeği ile geçinen büyük çoğunluk için yaşam koşulları her geçen gün ağırlaşmakta diğer yandan bir avuç azınlık zenginliklerine zenginlik katmaktadır.
Bu adaletsiz sömürü düzeninin doğal sonuçları olarak; iş cinayetleri, meslek hastalıkları, güvencesiz çalışma, işsizlik kendisini en üst düzeyde göstermektedir.
Taşeron çalışma sistemi,ile emeğin en ucuz şekilde kullanılması tesis edilmiş işçilerin örgütlenme özgürlüğü bu şekilde yok edilerek sermayenin ağır saldırıları karşısında işçiler güçsüz bırakılmıştır.
Sendikalaşan işçiler hemen işten atılmakta, örgütlenmelerinin önü alınmaya çalışılmaktadır.
İşçilerin örgütlenmesi sermayeyi müthiş bir şekilde rahatsız etmektedir.
Çünkü örgütlü işçiler, bu sömürü düzenine son verecek yegâne güçtür.
Sermaye bunun için her türlü demokratik gelişimin ve özgürlüklerin önünde durmaktadır.
Yasalarını buna göre organize etmektedir, sözde güvenlik yasaları bunun içindir.
İşte bunun için demokrasi ve özgürlük mücadelesi emek mücadelesiyle birleşerek büyümek zorundadır.
7 Haziran seçimleri ve bu yıl ki 1 Mayıs, emek mücadelesinin ihtiyaçları açısından ayrıca bir anlam kazanmıştır.
Bu anlam 1 Mayıstaki sınıfın taleplerinin 7 Haziran seçimlerindeki tercihler ile birleştirilmesi noktasındadır. 
Bunun için insanca yaşamak ve insanca çalışmak adına yeni yaşamdan yana bir başlangıç için adım atmak 7 Haziran seçimlerinde sınıfın tercihlerini buna göre oluşturmak birbiriyle çok yakından ilgilidir.
Yine 13 Mayıs günü, vahşi sömürü düzenin daha çok kazanmak adına insan hayatını yok sayan koşullarda oluşturduğu çalışma düzeninde yitirdiğimiz 301 maden işçisinin ölümünün 1. yılı olması nedeniyle işçi sağlığı ve can güvenliği talebi son derece önem kazanmıştır.
Önümüzde işçi sınıfı ve emekçilerin insanca yaşam koşullarında çalışmaları ve yaşamaları için yerine getirilmesi gerekli birçok görev var.
Bunu unutmadan, karamsarlığa kapılmadan, dayanışma ve bir arada olma ruhu ile geleceğimizi sokaklarda meydanlarda var edeceğimiz mücadele adına 1 Mayıs tüm emekçilere ve emek dostlarına kutlu olsun.