HASTALIK RAPORU

1684
Prof. Dr. Aydın Büyüksaraç
İnsanlar hastalandıklarında, durumlarını öğrenmek ve tedavi olmak amacıyla hastaneye giderler. Hastalığın teşhisi konulursa, tedavi için gerekli çalışmalar başlar. İlaçla ayakta tedavi edilebilir ya da yatarak gözlem altında tedavi edilebilir. Daha ileri bir durum varsa gerekli olan cerrahi müdahale ile tedavi uygulanabilir. Hastalıkların büyük çoğunluğunda, hekimler dinlenmeyi önerirler. Bu durumu hepimiz, ya başımıza geldiğinden ya da hayat deneyimlerimizden biliriz.
Kamu çalışanları, öğrenciler, işçiler, askerlik çağına gelenler de hastalandıklarında hastaneye giderler. Teşhis ve tedavi süreci bu gruptaki insanlar için de aynı şekilde uygulanır. Ancak bazan, bu grupta yer alan insanların bu süreçte farklı beklentileri ortaya çıkabilmektedir. Hastalıklarını avantaja çevirmek için hasta olmadığı halde hasta olduğunu, hatta çok hasta olduğunu ifade ederek bunu belgelendirmek isterler. Bu durumu biraz daha açacak ve somutlaştıracak olursak…
Memurlar, özel işi nedeniyle işyerine gitmek istemiyor, aynı zamanda yıllık yasal izinleri tükenmişse ya da amirlerinden izin alamıyorsa çözüm basit; doktora gidiyor ve rapor istiyor. Amacına ulaşırsa raporunu alıyor ve işine gitmiyor. Ya ne yapıyor, özel işlerini yapıyor, tatile gidiyor, evinde yatıyor vs.
İşçiler, yalnızca rapor aldıklarında gündelikleri kesilmiyor. Yasal izinlerini tüketseler bile doktorlardan iş göremez raporunu alıp işine gitmiyor ve gündelikleri de kesilmemiş oluyor.
Öğretmenler, eğitim-öğretim dönemleri içinde yıllık izin dahil, izin alamıyorlar. Yani ‘’benim izne ihtiyacım var’’ deseniz de eğitimi kesintiye uğratıp izne ayrılamıyorsunuz. Ancak, hastalık raporu alırsa akan sular duruyor ve raporu süresince yapacağı işlerini, tatilini yapıp tekrar eğitime devam ediyorlar.
Askerlik çağı gelmiş olanlar, askere gitmek istemiyorlarsa, tek bir şansları var: Celp dönemlerinde rapor almak… hatta son dönemde hastanede yatıyor olduklarını belgelerlerse daha da sağlam. O celp döneminde askere alınmıyorlar. Yani yine ‘’sahte hastalık raporu’’  lazım… Bu SAHTEKARLIĞI öğrencilik yıllarından itibaren çocuklarımıza da öğretiyoruz. Nasıl bir çelişki değil mi? Kültürel, akademik bilgilerin yanı sıra doğruluk, ahlaklı olma, erdemlilik gibi bilgileri de öğretmeye, eğitmeye uğraştığımız öğrencilere, okula gitmemenin yolunun hastalık raporundan geçtiğini okul müdürleri ve öğretmenleri kendileri söylemektedir.
Gerek devamsızlığı sorun olan öğrenciler gerekse önemli sınavlar öncesi öğrenciler, doktorların odalarına doluşur, yalvar yakar okula gitmemek için hastalık raporları isterler... Üniversitelerde de durum farklı değildir. Sınavlarda, hastalık raporları sınav ertelemek için geçerli bir mazerettir. Durum böyle olunca öğrenciler de bazı sınavlar için hastalık raporu alır ve sınava daha sonra girerler.
Peki, raporu düzenleyen doktorlar açısından durum nedir? Aslında istemeyerek de olsa bu SAHTEKÂRLIĞIN bir parçası olmaya zorlanan kesimdir doktorlar. Pek çoğu bu sahtekârlığı kabul etmese bile, onların da içlerinde, rapor isteyenin tanıdık olması, hayır diyememek ya da başka sebeplerden dolayı bu sahte rapor olayını kabul edenler olmaktadır. Medyadan takip ediyoruz, sahte rapor vermek istemeyenler ya darp edilir, ya şikayet edilir ya da en iyi ihtimalle sahte hasta ile gereksiz ve can sıkıcı polemik yaşarlar…  Oysa verilen her sahte rapor, doktorlar açısından bir ‘’görevi kötüye kullanmadır’’ aslında.
Öğretim üyeleri hastalık raporu alma konusunda pek istekli değildirler. Çünkü öğretim üyeliği, işini doğru yapanlar açısından bir nevi ‘zamana karşı yarıştır’. Daha fazla üretmektir amaç. Bu uğurda, tamamlamak zorunda olunan projeler, yayınlar vb vardır. Rapor alarak işe gelmeme oranı düşüktür dolayısıyla.
Hastalık raporu meselesini hep eleştiririz. Özellikle de kamuda, üniversitede yönetici konumda olan kişiler rapor olayından hiç hoşlanmaz. Ancak geçmişte yönetici konumda iken rapor konusunda son derece hassas olanlar, kendileri için “ihtiyaç duyduğunda”, doğrudan hastalık raporuna başvurur.
ÇOMÜ’nün eski rektörü de hastalık nedeniyle rapor almış… Açıklamalarından anlıyoruz ki bel ağrısı çekiyor ve doktorlar kendisine 45 gün istirahat raporu vermiş. Yalnız, bel ağrısını kendimden bilirim, öyle sıradan bir ağrı değildir. Her hareketinizde bıçak gibi saplanır adeta. Bu durumda olanların, hele hele 45 gün iş göremez raporu alacak kadar ağır hasta olanların, yerinden kıpırdamadan yatmaları gerekmez mi? Oysa kendisiyle geçen hafta aynı uçakla Ankara’dan Çanakkale’ye uçtuk. Sürekli televizyonlarda boy gösteriyor. Hiç de öyle ağrı çekiyormuş gibi görünmüyor. Bir insan bu kadar uzun süreli bir rapor alınca hasta olduğu anlaşılmaz mı? Bu arada iyileşmiştir belki de diye düşünelim… o zaman da işinin başında olması gerekmez mi?
Bu olay tekrar ÇOMÜ’de yaşanan acı geçmişi hatırlattı bana. Bir tarafta geçmişte ilik kanseri nedeniyle tedavi gördüğü halde ailesinin ÇOMÜ yönetimini hastalık raporlarıyla inandıramadığı, işinden atılan ve hala mahkemesi devam rahmetli Güran Yahyaoğlu’nun fotoğraflarıyla kanıtlanmaya çalışılan hastalığı ve diğer tarafta hasta olduğu halde televizyon programlarına katılabilecek, seyahat edebilecek kadar iyi olup da işine gitmeyen ÇOMÜ eski yöneticisi !
Bu hastalık raporu meselesi ülkenin kanayan bir yarasıdır. Bu durumu bir silah gibi, yasaların arkasından dolanmak için kullanmak isteyenlere fırsat tanınmaktadır. Bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalı ve sahteciliğin önüne geçilmelidir. Sağlıkta hastalık raporu konusu hastadır özetle.