sermet@canakkaleolay.com
“Kültürümüz budur abiler” sloganı ile bazı gönüllülerin başlattığı her ay bir temanın işlendiği “Çanakkale 2010 girişimi” kültür etkinliği Ocak ayında devinim, Şubat ayında da iletişim temalarını işleyerek 2 aylık etkinliklerini tamamladı. Girişimin gündeme geldiği günlerde böylesi bir çalışma için gönüllü katkı sunacakları, gösterecekleri fedakârlıklar itibarıyla tebrik etmiş, çalışmanın özüne ilişkin bazı önerilerimi sunmuş idim. Şubat ayı teması iletişim idi. Etkinlikler sonrasında bir manifesto yayınlandı.
Manifestoda yapılan tespitlerden biri yerel basın ile ilgili olup şu şekilde kaleme alınmıştı “Yerel basın ve yayın kuruluşları kentin bu alandaki ihtiyaçlarına özen göstermemekte ve bu ihtiyaçları karşılayamamaktadırlar”
Yapılan bu tespitin haksız bir tespit olduğunu, öncelik ile yerel basın ve iletişim kavramları üzerinden irdelemek istiyorum.
Onunda ötesinde tüm okuyucularımızın da algılayabileceği bir gerçeklikten hareket eder isek karşımıza çıkan durum şudur: Çanakkale yerel basını kentin sorunları noktasında duyarlı bir yapı göstererek iletişim organı olarak bunları kamuoyuna aktarma konusunda çaba sarf etmektedirler.
Hatta bu bağlamda kentte diğer kurum ve kuruluşlar arasında daha ileri bir performans oluşturmaktadır.
Bu kentte, sosyal, kültürel, ekonomik alanlardaki bir takım konular tartışılıyor ise, bu bağlamda zorunlu olarak dahi olsa bir takım ortaklıklar yaratılarak çözüm adımları atılıyor ise bu noktada yerel basının rolü küçümsenemez.
Yerel basını özensiz olarak gösteren tespit bu anlamda haksız bir değerlendirme olmuştur.
Yeterlilik konusu ayrıca tartışılır. Bu noktada yerel basının kendi gerçekliklerinden kaynaklanan olgular olduğu kadar, tam da iletişim denilen kavramın bir bütün olarak yaşamımızda gerçeklik kazanamaması gibi temel sorunun getirdiği şartların sonuçları da bu konuda etkendir.
İletişim; kültürleşme ve kültürlerin aktarılması noktasında karşılıklı etkileşimi sağlayan yöntemsellikleri içerir.
Bu yöntemsellikler yaşadığımız süreçte tek taraflı olarak gerçekleşmektedir; ben, mesaj ve sen formülasyonu ile kendi sürecini tamamlayamamaktadır.
Sürecin tamamlanması için analiz ve geri dönüş aşamaları yaşanmadığından dolayı iletişim olgumuz genelde başarısızdır.
Tek yönlü bu yapısal özelliği ile iletişim, içinde bulunduğumuz kültürel iklimin bir sonucudur.
Şöyle bir irdeleyelim; doğduğumuzdan itibaren hep tek taraflı dayatmalar ile gelişen bir kültürel süreci yaşadık.
Kendimizi algılamaya başlayıp, çevresel faktörler ile iletişime başladığımızdan itibaren önce aile içersinde anne babamızın tek yönlü iletişimleri büyüdük.
Okula gittiğimizde bu öğretmenlerimizin tek taraflı iletişimi ile devam etti.
Büyüdük askere gittik.
Komutanların emirleri ile emir komuta kademesi içersinde tek yönlü bir hiyerarşik yapı içersinde kendimizi bulduk.
İş hayatına atıldık.
Bu seferde patron veya organizasyon yapısının getirdiği tek taraflı mesajlar ile iş hayatımızı devam ettirdik.
Yani iletişim kavramımız hep hiyerarşik yapının özellikleri ile tek taraflı, bir o kadarda özgürlük kavramından uzak şekillendi.
İletişim ortamının, bu özellikleri taşıdığı koşullarda herhalde yerel basının ihtiyaçları karşılayamamasının sorumlusu yerel basın olmasa gerek.
İletişim sürecinin tamamlanamadığı; analiz ve geri dönüş sürecinin yaşanmadığı bu koşullarda yerel basın ihtiyaçları karşılayamıyor olsa da, özensiz olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım olmamıştır.
Bu görüş altında “Çanakkale 2010 girişimi” gönülleri gerçekleştirdikleri 2 aylık etkinlikleri itibarıyla bir performans değerlendirmesi yaptıklarında bu gerçekler ile yüzleşecekleridir.
2 aylık süreçte gerçekleştirilen etkinlikleri izleyemedim.
Gazete karelerine yansıyanlar itibarıyla temel sorun olarak; gerekli katılımın sağlanamadığını algıladım.
Yanılmıyor isem, bu sorun nasıl aşılır sorusunun cevabı bulunmaya çalışılmalıdır.
Yoksa hep bildik bazı insanların katılımını geçemeyen bu etkinlikler kültür adına çok fazla bir değer oluşturmayacaktır.
Çanakkale olarak çok önemli bir sorunumuzda budur.
Bunun da nedeni tamamlanamayan iletişim sürecidir.
Analiz ve geri bildirim süreçleri ile iletişim kendi bütünlüğünü tamamlayamaz ise çok fazla alacağımız mesafe kalmamaktadır.
Bu sorunun çözümü ayrı ve detaylı olarak ele alınması gerekli konudur.
Bu konuda iyi niyetle adım atıp, çözümler yaratmak için önce bazı koşutlarımızı belirlemeliyiz.
Öncelik ile kültür kavramının endüstrileşmesine izin vermemeliyiz.
Bunun içinde bu alanda “yaratıcı sınıf” olma gibi rollerden kendimizi arındırmalıyız.
Kaynağının ne olduğunu bilmediğim “büyük şehir kaçkınları” gibi bir tanımlama tamda bu noktada bir olumsuzluğu ifade etmekte, birazda kültür endüstrisinin yaratıcı sınıflarını yaratma konusunda bir eğilimi içinde barındırmaktadır.
Bu konuda “Çanakkale 2010 girişimi” gönüllülerinin gerekli değerlendirmeleri yapacağını umuyorum.
Kentlilerin katılmadığı süreçler kent kültürüne hiçbir katkı sağlamaz.
Bu sorunun çözümü için yoğunlaşmak zamanıdır.
Sermet ATADİNÇ