Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

GÜNDEM; KOŞAR ADIM!...

2083
Türkiye’nin siyasi gündemi, son 10-15 gündür yoğun tartışmalara sahne oluyor.
 
Önce Başbakan’ın “dindar gençlik yetiştireceğiz” sözleri üzerinden bir tartışma yaşandı. Sonra içişleri bakanının “özgürlük” tanımlaması(!) gündemin baş sıralarına yerleşti.
 
Ve yine aynı günlerde Birleşmiş Milletler’ de Suriye ile ilgili kararların Rusya ve Çin tarafından veto edilmesi, çeşitli açıklamalara ve yorumlara neden oldu.
 
Ama biz önce, MİT’ in eski ve yeni müsteşarları ile ilgili olarak, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı’nın KCK davası kapsamında, şüpheli olarak ifadeye çağrılması konusundaki düşüncelerimizi paylaşalım.
 
Medya, MİT’ çilerle ilgili genel olarak biçim açısından konuyu tartıştı.
 
Edinilen bilgilere ve verilere dayanarak, bu konunun iki yönünü (biçim ve öz açısından) değerlendirebiliriz.
 
Biçim açısından (usul açısından da diyebiliriz) durumu tartışmalı kılan; Türkiye’nin anayasal, yasal düzenlemeleri, mevzuatlar ve içtihatların, çelişik, eklektik bir bütün oluşturmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
 
Öz açısından ise; Türkiye’ yi yöneten egemen güçlerin ve güç odaklarının aralarında süren iktidar savaşının, mevzilerini güçlendirme ve yeni mevziler kazanma kavgasının görünenden ve izlenebilenden daha derin ve daha keskin bir duruma yükselmiş olmasıdır.
 
Ve yine öz açısından ikinci, esasa ilişkin bir yön ise Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ürettiği, yeniden şekillendirdiği, yeni biçimler altında ortaya çıkardığı, beslediği, tetiklediği çelişki, çatışma ve sorunlardır.
 
Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması, MİT yöneticilerinin “şüpheli” olarak ifadeye çağırılmaları, Kürt sorununun çözümlüğünü içeren politikalardan ve bu sorunun etkilediği diğer sorunlardan bağımsız olarak ele alınamaz ve değerlendirilemez.
 
Eski ve yeni MİT müsteşarlarının ifadeye çağırılmaları, nasıl ve hangi biçimde sonuçlanırsa sonuçlansın etkilerini ve ortaya çıkaracağı yeni durum ve sonuçları bir süre daha izleyip, tartışacağız.
Yine geçtiğimiz günlerin bir başka tartışması ise Başbakan’ın “dindar gençlik yetiştireceğiz” sözleri olmuştu.
 
Eğer Sayın Recep Tayyip Erdoğan ulemadan birisi olsaydı ve ya dini referansları programına yansıtmış iktidar dışında kalan bir partinin genel başkanı ve ya yetkilisi olsaydı ya da bir cemaatin mensubu olarak bu sözleri söyleseydi, durumu anlayabilirdik. Başka bir zeminden ve başka bir noktadan bu görüşler tartışılabilir, eleştirilebilirdi.
 
Ancak anayasasında, Cumhuriyet’in niteliklerinden birisi olarak laiklik yazan bir ülkenin başbakanı bu sözleri söylüyorsa, “ dindar gençlik yetiştireceğiz”  diyorsa, burada bir sorun var demektir.
Hele bu sözlerini, ateistleri yaygın ifade ile ötekileştirerek, tinercileri aşağılayarak söylüyorsa, durum daha da vahim hale geliyor demektir.
 
Eğer bir ülkede tinerci sayısı, Başbakanın dillendireceği bir sayıya yükselmişse, bu durumdan en başta ülkeyi yönetenlerin sorumlu olduğunu söyleyebiliriz.
 
Değerlendirilmesi gereken bir başka nokta ise Türkiye gibi farklı dinlerin ve mezheplerin var olduğu ve yaşadığı bir ülkede; Hangi din? Hangi mezhep? sorularını sormanın haklılık kazanacağı noktasıdır.
Başbakan siyaseten olmasa da hukuken, bu ülkedeki bütün dinlere, mezheplere eşit mesafede, aynı uzaklıkta ve ya yakınlıkta durmak zorundadır.
 
Laik bir devlet, bütün dinlere ve mezheplere karşı nötr olmak zorundadır.
Bu, aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur.
 
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, partisinin ilçe kongresinde(Edirne) özgürlük konusunda derin ve ilginç bir tanımlama yaptı. BDP’ nin KCK tutuklamalarına itiraz etmemesi gerektiğini söyledi.” Eğer dışarıda özgürlük yoksa KCK tutuklamalarına itiraz etmeyin. Özgürlük yoksa içeriyle dışarı arasında fark yok demektir. Eğer tutuklamalara itiraz ediyorsanız, demek ki dışarıda özgürlük var.”
 
Bakan Şahin tersten yola çıkarak, özgürlük konusunda bir felsefe öğretmeni gibi teknik/asimetrik bir tanımlama yapmıştır.
 
Özgürlük, özgürlük olalı böylesine felaket bir tanımla anlatılamamıştır.
 
Tanımlaması bu denli ucuzlatılan özgürlük kavramının uygulamada başına ne işlerin açıldığını ise içeride yatan tutuklu sayılarından anlayabiliriz…
 
Birleşmiş Milletlerin Suriye’ye yönelik kararını veto eden Rusya ve Çin’in bu kararları, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve diğer AKP sözcüleri tarafından, “soğuk savaş dönemi” refleksi olarak eleştirdi.
 
Kendilerine küçük bir soru sorarak yazımızı tamamlayalım: BM’nin İsrail’e yönelik almak istediği tüm kararları veto eden ABD hangi refleksle hareket ediyordu? Ve ABD’nin bu veto kararları karşısında neden dut yemiş bülbül gibi sessizliğe gömülmüştünüz!?...