Gördüklerim mi, duyduklarım mı?
Çanakkale deniz taşımacılığı işinin Denizcilik İşletmelerinden sonra GEŞTAŞ adlı şirketin bünyesinde sürdürülmesi ile başlayan süreçte yetkililerden çok şeyler duyduk.
Özellik ile Kilitbahir Çanakkale hattının da GESTAŞ bünyesine katılımı ile taşımacılıkta tekel duruma gelen GESTAŞ hizmet kalitesinin aksamayacağına dair sözler verdi. Böyle olmasına rağmen önce fiyatlarını yükseltti, yoğunluktan kaynaklanan sorunların yaşanmayacağına dair birçok sözler söylendi.
Bunlar duyduklarımdı.
Geçen hafta bir süre Çanakkale`den ayrıldım.
Hafta sonu döndüğümde Pazar akşamı Eceabat`ta önemli bir araç yoğunluğu yaşanıyordu.
Böyle olmasına rağmen gece saat 24.00 den sonra Eceabat Çanakkale hattında Kilitbahir motoru olarak bildiğimiz sadece bir motor çalışmaktaydı.
Dolayısıyla uzayan kuyruklardaki vatandaşın tepkisi bir o kadar büyümüştü.
Araç yoğunluğunun olduğu zamanlarda "saatsiz çalışılacak ilave seferler konulacak " şeklinde verilmiş sözler uçup gitmişti.
Üstüne üstlük birde köprü onarımı nedeniyle İstanbul`da oluşacak yoğunluğa çözüm olmak için GESTAŞ`a ait 2 gemi İstanbul`a gönderilmişti.
Kuyrukta bekleyen vatandaşların bu konudaki yorumu "Kendi söküğünü dikemeyen terzi"şeklinde oldu.
Bir Pazar gecesi uzunca bir süre bekledikten sonra müşteri memnuniyeti vizyonu ile hareket ettiğini iddia eden bir şirketin fiili olarak içinde bulunduğu durumu izledim.
Bunlar da gördüklerim.
GESTAŞ tek olmanın getirdiği ruh hali ile hizmet kalitesini aksatır ise bunun vebalini siyasetçiler öder.
Ne ilişkisi vardır demeyin. Büyük ortağının İl genel meclisi olduğu bu koşullarda vatandaş il genel meclisi temsilcilerini seçerken bir kez daha düşünecektir. Bu bakımdan İl genel meclisi üyeleri bu konuya el atmalıdır. Kamusal hizmetin kar kriteri ile ele alındığı her türlü organizasyon, aynı zamanda bu organizasyon içersinde yer alan temsilcilerini de kendi içinde yutar.
Kısa bir zaman Çanakkale`den ayrı aldım. Bu sürede iki olay vardı ki ; paylaşamadığım, gerekli desteği veremediğim için beni üzen olaylar oldular.
Biri ÇOMÜ`de işten atılan işçilerin işe iade davalarında onlara destek olamamam , diğeri de yine kaynağının ÇOMÜ Rektörü olduğu gazetecilik görevlerini yerine getirmekten başka hiçbir filin olmadığı bir haber nedeniyle; Rektör`ün, Mine Tarım ve Burak Çiftçi adlı meslektaşlarımız için açmış olduğu dava nedeniyle onların yanında olamamamdı. Kendilerinin anlayışla karşılayacaklarını umuyorum. Bu konuda her zaman demokrasi ve özgürlüklerden yana oldum. Gazeteciler üzerindeki baskılara karşı durdum. Çanakkale basını ne zaman ÇOMÜ Rektörünün anti demokratik tavrını kavrar ve buna göre davranır bununla artık ilgilenmiyorum.
Fakat ortada çok basit bir gerçek var. Vitalis Kafe ile ilgili bir haber nedeniyle gazeteci arkadaşımız ve gazetenin yazı işleri müdürü hakkında dava açılıyor. Her şey çok yalın, kahvaltı sofralarının kadrolu katılımcılarına duyurulur. Asıl sorun sistemin basın özgürlüğü noktasında yaratmış olduğu koşullar aslında... Yeni anayasa koşullarını tartıştığımız şu günlerde "basın özgürlüğü" alanında öyle şeyler hedeflenmektedir ki; bunların bir şekilde anayasaya monte edilmesi durumunda "basın özgürlüğü" konusunda mevcut durumunda çok gerisine gideceğiz.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Basın özgürlüğünün olmadığı bir ülkede özgürlüklerden bahsedilemez.
Zaten yaşananlar da ortada.
En küçük bir demokratik hakkın kullanılmasına bile tahammül gösteremeyen bir anlayış Diyarbakır Sokaklarını savaş alanına çevirdi.
Bu olayın özündeki gerçek; Rektör`ün tahammülsüzlüğü gibi aynı zeminden besleniyor olması.
Anlaşılan o ki; mağdur kafe işletmecisinin "yandaşlarına peşkeş çekilmek isteniyor" sözleri Rektörü çok kızdırmış. Hele bir de yandaşlık ile ilgili okyanus ötesi bir tarif yapılınca durum daha da vahim hale gelmiş. Sonuç; haberi yapan meslektaşımız ve sorumlu yazı işleri müdürüne açılmış bir dava.
Ne de olsa, "Türkiye`ni n en özgürlükçü üniversitesi " olma hedefimiz var ya…