GDO'LU EĞİTİM

Uzun bir yaz tatilinden sonra herkese merhaba.

6777

 

 

Kitabımın basılması, tanıtımla ilgili çalışmalar derken aradan bir hayli zaman geçti.  Kitabımın tanıtımı aşamasında birçok eğitim kurumunu ziyaret ettim. Yazımın ana fikri’ de bu eğitim kurumlarındaki gözlemlerinden oluşmaktadır.

Eğitim sistemindeki yozlaşma toplumdaki yozlaşmanın izdüşümsel yansımasıyla artarak devam etmekte. Hem kamu hem özel öğretim kurumlarındaki niteliksiz değişimi ne hikmetse bu işle ilgili yönetsel erkin dışında herkes görebilmekte ve bu durumdan ciddi rahatsızlık duymakta. Eğitim öğretim denilince akla ilk gelen nedir? Bir başka bakışla eğitim sisteminin girdileri nelerdir?

Okul, öğrenci ve öğretmen. 

Öncelikle okullarda ne tür değişimler meydana geldi diye düşünelim. Yönetsel erkin aldığı kararlar doğrultusunda dershanelerin kapanması ve temel liselere dönüşmesi süreci bitti. Temel liselerin, binaları yönetmeliğe uygun olanları koleje dönüştü. Bununla beraber sistemdeki açığın farkında olan sermayedarlar mantar gibi, hormonlu, içi boş özel öğretim kurumu açmaya başladılar. Antrepolardan, araba galerilerinden, mobilya mağazalarından bozma binaları yönetmeliğe uydurulup okul haline dönüştüğünü görmeye başladık. Binanın önünde etrafı çitle çevrilmiş en fazla 50 metrekarelik bir alan,  görüntüde bir spor alanı ve bahçe, çocuklar bir kafesin içinde gibi. Kağıt üzerinde spor alanı var mı? Evet var. İçeriye giriyorsunuz farklı bir amaçla yapılmış olduğu her halinden belli olan binalarda bir okuldan çok bir ticarethane havası koklamaya başlıyorsunuz. İyi giyimli, gereksiz bir şirinlikte, samimiyetten uzak halkla ilişkiler elemanlarının karşıladığı velilerin en iyi şekilde ağırlanıp eğitim terminolojisinden uzak bir dille ikna edilmeye çalışılmasını görmek gerçekten çok rahatsız edici. Kesinlikle okul kimliğinden uzak olan bu binaların eğitim öğretim amaçlı kullanılması beni çok üzmekte. Yıllar önce yapılan nazım planlarında okul olarak belirlenen yerlerin başka amaçlarla kullandırılması okul başına düşen öğrenci sayısını kümülatif olarak arttırmış bu durum da haliyle sınıflarda olması gerekenden fazla öğrencinin olmasına neden olmaktadır.

İl merkezimizde Endüstri Meslek Lisesi binasını herkes bilir. Binanın mimari duruşu bile ne kadar kimlikli değil mi? Her haliyle “Ben bir okulum” diyerek kucaklıyor bizi. Binanın niteliksel ve motivasyonel olarak öğrenmeye, öğretmeye katkısını düşündüğümüzde sözünü ettiğim okulumuz bence örnek olarak gösterilmeli diye düşünüyorum.

Sistemsel değişimleri etkileyen başka bir eğitim girdisi ise öğrenciler yani çocuklarımızdır. Her 3 yılda bir değişen sınav sistemi nedeniyle şaşkınlık içerisinde kurstan kursa koşmak zorunda olan çocuklarımızın sosyal ve duygusal gelişimlerini tamamlamadan akademik gelişimlerine zorla pompalanmaya çalışan bilgileri nerede nasıl kullanacaklarını bilemeden bir robot gibi okula gidip gelmeleri ayrı bir sorun değil midir? Kendilerini tanıyabilecekleri bir rehberlik sitemi olmadan, ilgi yetenekleri doğrultusunda bir eğitim alabilme hakkını kullanamayan çocuklarımızın sistemin içinde öğütülüyor olmalarına ne demeli peki? Okul öncesi eğitimden itibaren sistemsel eşitsizliği iliklerine kadar hisseden çocuklarımızın çoğu, gelecek kaygıları nedeniyle sağlıklı bir çocukluk ve gençlik yaşayamamaktadır.

Gelelim sistemdeki öğretmenlere. Öğretmen yetiştirme noktasında her geçen gün niteliğin düşmesi, plansız açılan yükseköğretim kurumları, atanamayan mutsuz, umutsuz, ideallerini bir kenara koyup karnını doyurma endişesi yaşayan gençlerimizin özel öğretim kurumlarında ve kamuda emeklerinin sömürülmesini üzülerek izlemekteyiz. Öğretmenlik mesleğinin saygınlığının her geçen gün azaldığı sistemde, geçim derdine düşmüş eğitim emekçilerinin, özellikle özel öğretim kurumlarında acımasız kurucuların velilere “Tekeden süt bile sağarız” gibisinden verdiği sözler nedeniyle sömürülen emeklerine mi, yaşadıkları duygusal şiddete mi yoksa mesleki anlamda kendilerini geliştirememelerine mi üzülelim? Yeterli derecede öğretim elemanının olmadığı ama tabelasında eğitim fakültesi yazan öğretim kurumlarının açılması nedeniyle öğretmen enflasyonunu artmıştır. Bununla beraber atanamadığı için yaşamına son veren onlarca öğretmenimizin vebalini kimse üzerine almak istememektedir.

Artık neye üzüleceğimizi şaşırdığımız bir tarihsel zamanda yaşamanın verdiği sıkıntıyla ucundan kıyısından aklımın erdiğince her şeyin  olduğu gibi eğitimin’ de genetiğinin değiştirilmesine değinmeye çalıştım.

Tüm bunlara rağmen peki ne yapmalı?

Yüce Atatürk’ ün dediği gibi ; “Bir tek şeye ihtiyacımız var, o da çok çalışmak”

İyiliklerle kalın.