Gazeteciler ile dayanışma…
Çağdaş Gazeteciler Derneği dayanışma yemeğine katılamadım. Gazetecilerin sürekli tehdit edildiği, cezaevlerine doldurulduğu, basın özgürlüğü konusunda karnesinin zayıf olduğu bir ülkede gazeteciler ile dayanışma, önemli bir kavramdır. Arkadaşlarımdan almış olduğum bilgiler temelinde; dayanışma yemeği ile Çanakkale olumlu bir görüntü vermiştir. Gazeteci arkadaşlarımın yemek sonrası moralli olmaları itibarıyla geceye katılan kurum ve kişilerin verdikleri desteğin dikkate alınması gerektiğini söyleyebilirim. Hele daha 2 gün önce, başbakanın ine bir gazeteciyi “namert” olarak karaladığı ortamda bu destek son derece önemlidir.
Dayanışma tek taraflı bir kavram değildir.
Çanakkale basını olarak bizim de üzerimize düşen görevler vardır.
Bizler gazeteciler olarak; her şeyden önce mağdurun yanında olma, mağdurların sorunlarının çözümü için kamuoyunu bilgilendiren bir tavır içersinde olmalıyız.
‘Etliye sütlüye karışmayan’, güç odaklarının politikalarına alet olan, özellik ile ayrımcılık ve ötekileştirme politikalarına çanak tutan bir gazetecilik kabul edilemez ve böylesi bir performans gazetecilik değil, olsa olsa “tetikçilik” olur.
Çanakkale basını olarak tüm arkadaşlar bu noktada kendilerini gözden geçirmelidirler.
Daha birkaç gün önce Hopa’da demokratik protesto hakkını kullandığı için gazlı saldırıya uğrayarak, yaşamını kaybeden Metin Lokumcu için Çanakkale’de yapılan protestoları görmemezlikten gelmek gazetecilik mesleğine yakışmaz.
Yine Gökçeada’da kiliseyi ziyaret ettikleri için ötekileştirme politikası ile bir öğretmenin hedef haline getirilmeye çalışılması gazetecilik değildir.
Tüm bunları bir kez daha gündeme getirme ihtiyacı duymamın nedeni; içinde bulunduğumuz koşulların hassasiyeti dolayısıyladır.
Gazetecilerin gazetecilik faaliyetlerinden ötürü tutuklandığı, hakaret ve tehditler ile mesleklerini sürdürmek zorunda olduğu, en küçük bir demokratik hakkın kullanılmasına tahammül gösterilmediği, kadınların aşağılandığı, gençlerin geleceksizleştirildiği, protesto eden gençlerin meydanlarda coplandığı, gazlandığı, işçilerin, köylülerin, emekçilerin yaşam koşullarının her geçen kötüleştirildiği, tekçi politikalar sonrasında halkın etnik kimliklerine, dini inanışlarına bağlı olarak baskılandığı, bunun üzerinden önemli provokasyonların oluşturulduğu bugünkü koşullar; vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettiği sonuçlara kadar varmıştır.
İşte bunun için 12 Haziran sonrasındaki gelişmeler için hepimize önemli görevler düşmektedir.
Özellik ile halkların kardeşliği ve barış kavramları üzerinde özen ile durmalı, uygun yaklaşımlar içersinde olmalıyız.
Bir ülke gerçeği olan Kürt sorununun çözümü; aynı zamanda bizlerin göstereceği sorumlu yaklaşımların filizlerinde büyüyecektir.
Ötekileştirmeyen, halkların kimliklerini özgürce yaşayabileceği şartların varlığını meşru gören, yıllardır bu sorun üzerinden gerçekleştirilen provokasyonları mahkûm eden bir yaklaşım; halkların kardeşliği ve barış için zorunlu bir tutumdur.
Siyaset yapmanın farklı dünyaları…
CHP Çanakkale 4. sıra milletvekili adayı Ahmet Küçük’ün partisinin çalışmalarına katılma noktasındaki performansını düşünür iken; Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul 3. Bölge Milletvekili Adayı Mustafa Avcı’nın aynı bölgeden eski EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel lehine adaylıktan çekilmesi haberini öğrenince siyaset dünyasının iki farklı yaklaşımını analiz etme zeminini yakaladım.
3 dönem CHP milletvekilliği yapan Ahmet Küçük partililerinin iradesi ile 4. sıraya yerleştirilince; ne oldu ise birden dünyası ve duyguları değişti.
Demek ki partisinin ilkeleri, siyaset yapmanın toplumsal konumu bir yana, kendi beklentileri bir başka yana olarak oluşan ikilem Ahmet Küçük’ün siyaset yapma modelinde temel bir ayrım idi.
Bu gelişme tabi ki bundan sonrasında Ahmet Küçük’ün siyasi hayatını belirleyecek temel bir ölçüt olacak.
Öte yandan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu siyaset yapma kavramını kişisel olmaktan öte; Blok’un temel amaçlarına göre belirlemiş ve bunu öyle bir içselleştirmiş ki, başarı için kişisel hiçbir kriter söz konusu olmamaktadır.
Bakın adaylıktan çekilen Mustafa Avcı bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyor:
“Kendi iç çalışmalarımızda sürecin darlığından kaynaklı ittifakın stratejik önemi ve konumunu özellikle yurtsever kamuoyuna ve halka anlatmakta zorlandık. Bu bizim eksikliğimiz. Geldiğimiz noktada blok ve ittifak mantığını kamuoyuna yeterince anlatamadığımızdan kaynaklı çeşitli riskler, her defasında bizim tarafımızdan denetim altına alınmaya çalışıldı. Özellikle İstanbul 3. Bölge için söylüyorum. Bu riskleri yönetmeye çalıştık. Seçime bir hafta kala yine belki bizim özeleştirimiz olarak algılanabilir. Bu riskleri kontrol edemedik. Önümüzdeki süreci ve blok zihniyetini zedeleyebilecek noktaya geldi. Bu açıdan hareketle örgütsel olarak bir kararlaşma yaşadık. Dolayısıyla ben 3. bölge adaylığımdan yoldaşım Abdullah Levent Tüzel adına geri çekilme kararımı şuan sizlere iletmek üzere bu basın toplantısını düzenledim. Bundan sonra şimdiye kadar aday olarak nasıl bir sorumluluk üstlendiysem bundan sonra da yoldaşım Abdullah Levent Tüzel için bu sorumluluğu yerine getireceğim."
Bu değerlendirme sonrasında Blok oluşumunun ardındaki bazı siyasi temellerin kodlarını da okuyabiliriz.
Blok sadece seçim ittifakı olmayıp, bir bütün olarak demokrasi barış ve özgürlük mücadelesinin yeni bir yapı taşıdır.
Mustafa Avcı’nın tavrı ile oluşan bu yeni durum, bu alandaki yaklaşımların ne kadar ilkesel olduğunun bir göstergesidir.
Emek Demokrasi ve Özgürlük bloğu her geçen gün halklar üzerindeki etki alanını geliştirmektedir.