Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

FAŞİZMİ YARGILAMAK!...

2105
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 cuntacı eskisi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile ilgili hazırlanan iddianameyi kabul etti.
Yargılama süreci için ilk adım atılmış oldu.
Kuşkusuz ki, 12 Eylül darbesi adı geçen bu cuntacıdan ibaret değildir.
Sorun, bir suç-ceza ilişkisi, suçluları cezalandırma, hukuk çerçevesi içerisinde bir yargılamadan daha derin ve kapsayıcı özellikler arz etmektedir.
 
Geçmeden şunu söylemeliyiz:
Verili anayasal ve hukuk sistemi açısından bakıldığında, yargılayan hukuk ile yargılanan hukuk, yargılayan siyaset ile yargılanan siyaset ve yine yargılayan sistemik paradigma ile yargılanan yönetsel paradigma aynı öze tekabül etmektedir.
Bu yönü ile halkın talep ve muhalefetini saklı tutarak söylersek, dava; siyasi gericiliğin kendi iç hesaplaşması genel çerçevesi içerisinde değerlendirilebilir.
Öncelikle bu davanın bir siyasi dava olduğunu bilerek, bu noktadan bir pozisyon alınmasının gereği ortaya çıkmaktadır.
Yalnızca hukuk eksenli bir yargılama süreci ilerletici olmaz.
Sorun, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın iddianamenin öngördüğü cezaları alma sorunu değildir.
Evet, yargılanacak olan yalnızca Evren ve Şahinkaya’dan ibaret değildir.
Cuntanın bütün görevlileri, işkencecileri, zulme ortak olan tüm yöneticileri de yargı önüne çıkarılmalıdır.
Faşist cuntaya zemin hazırlayan kontrgerillacılar, istihbarat elemanları, sivil aktörler ve diğer tüm karanlık güçler, teker teker sanık sandalyesine oturtulmalıdır.
Eğer bu dava, siyasetin ve tüm toplumsal hayatın bütün yönleri ile demokratikleşmesine katkı sunacaksa, cuntanın gerisindeki bütün siyasi odaklar, güç merkezleri deşifre edilerek, tartışmanın içerisine alınmalıdır.
 
Biliniyor ki, 12 Eylül darbesi ABD emperyalizminin bir projesidir.
Türkiye’nin işbirlikçi tekelci sermayesinin koşulsuz desteğini de almıştır.
Bu nedenledir ki, aydınlar, demokratlar, antifaşistler, sendikalar, diğer tüm örgütler, işçiler ve emekçiler; cuntanın temel destekçisi olan emperyalizm ve yerli işbirlikçileri ile olan siyasi bağ üzerinden, geniş bir tartışma zemini yaratma görevi ile karşı karşıyadırlar.
Ve yine 12 Eylül bir günde ortaya çıkan bir darbe değildir. Yıllar içerisinde, adım adım örülen, ince ince hesaplanan, provokasyonlarla desteklenen, kitlesel katliamların yaşandığı bir sürecin sonunda gerçekleştirilmiştir.
Bu nedenle, öncesinin de hesabı verilmelidir.
Sürece hizmet eden, ajan provokatörler, kontra çeteler açığa çıkarılarak, cinayetlerinin hesabını vermelidirler.
Türkiye’yi emperyalizmin güdümüne sokan, emperyalist bölge politikalarının basit bir figüranı haline getiren, içeride işsizliği, sefaleti, yoksulluğu ve baskıyı kurumsallaştıran, bütün uygulamalar tartışmalı ve sorgulanmalıdır.
Irkçı, şoven, asimilasyoncu politikalar ve uygulamalar tartışmalıdır.
 
Belki de 12 Eylülcülerin yargılanması davasını, iki ana eksen üzerinden değerlendirmek bugünün ihtiyaçlarına uygun bir yöntem olarak ele alınabilir.
Birincisi, mahkemelerdeki sürece, doğrudan 12 Eylül mağduru olanların müdahil olması, 12 Eylül’ün bütün suçlularının sanık sandalyesine oturtularak, hesap vermelerinin sağlanması, hukukun tüm olanaklarının sonuna kadar zorlanması ve kullanılması diye özetlenebilir.
İkincisi ve bence esasa ilişkin olan, ülkenin bağımsızlığının ve demokratikleşmesinin önünü açacak olan yol, halkın bu davaya müdahil olmasıdır.
 
Darbenin ve faşizmin gerçekten bütün yönleri ve bağlantıları ile yargılanması, halkın başarabileceği bir iştir.
Emperyalizm ve tekelci sermaye diktatörleri ile faşist cuntalar ve diktatörlükler arasındaki bağ kurulmadan, bu ilişkiler açığa çıkarılmadan ve anlaşılmadan faşist cuntalara karşı oluşacak toplumsal bilinç ve duyarlılık eksik kalacaktır.
Bu nedenle inançları aşağılanan, yok sayılan Aleviler, kimlikleri, kültürleri, dilleri yasaklanan, yoğun bir asimilasyona tabi tutulan Kürtler ve esas olarak en demokratik örgütleri bile dağıtılan, ekmekleri küçültülen, yoksulluğun cenderesine sıkıştırılan bütün emekçiler, sokaklarda, kapalı salonlarda, 12 Eylül’ü ve görülen dava üzerinden faşizmi yargılamalıdırlar.
Gençlik, kadınlar, aydınlar ve diğer tüm antifaşistler, bulundukları yerden ve mevziden bu yargılanmaya katılmalıdırlar.
12 Eylül’den günümüze uzanan ve bugün hala geçerliliğini koruyan bütün antidemokratik uygulamalara, baskılara, işsizliğe, yoksulluğa geleceksizliğe karşı hep birlikte; iş talebi ile, insanca yaşama talebi ile, barış ve demokrasi talebi ile, ve öz olarak bağımsız ve demokratik Türkiye için, yeni, demokratik bir anayasa için, dillerin, kültürlerin, inançların tam hak eşitliği için, 12 Eylülcülerin yargılanmasını gerçek anlamda faşizmin yargılanmasına dönüştürmek için bu davaya müdahil olmalıyız.
 
Son söz olarak, eğer halk müdahil olmazsa, 12 Eylülcülerin yargılanması davası, siyasi gericiliğin, biçimsel bir iç hesaplaşması(!) olarak kalmaya mahkumdur.