Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Evrimsiz Mükemmelliyet!!!

2620
Hayır, hayır!
Konumuz, ne Darwin ne de Evrim Teorisi’dir.
O mükemmel(!) insanlardan söz etmek istiyorum. Hani ekranlarda izlediğimiz, gazete köşelerinde okuduğumuz insanlar…
Dillerinden bal damlayan, kalemlerini bir rakkase gibi kullanan, sözcüklerini bir dans figürü gibi oynak ve kıvrak sıralayanlar…
Onlar hep mükemmeldi…
Değişime, evrime hiç ihtiyaç duymadılar…
Yalnızca dilleri ve kalemleri muhteşem değildi…
Algıları, sezgileri ve analizleri de öyle…
Yeryüzünün egemenlerini, erk sahiplerini, kudretli olanları hemen seziverirler ve ona uygun dört dörtlük methiyeler sıralayıverirlerdi…
İktidarları severler ama açık ve doğrudan iktidar yanlısı görünmemeyi büyük bir ustalıkla becerirlerdi…
Onlardan yana görünmeden, onlara övgüler dizmenin ince diplomasisini her koşulda başarırlardı…
Egemenliklerin tarihi, aynı zamanda onların da tarihiydi…
Aynı dünyada yaşıyor olmamıza, aynı dili konuşuyor olmamıza karşın, onları asla anlamıyorduk…
O güzelim sözcükler, o baldan tatlı diller, o kusursuz yazılar, nasıl oluyordu da tarafımızdan anlaşılamıyordu.
Neden anlamakta bu kadar naçar ve çaresiz kalıyorduk?
Elbette, suç o muhteşem, evrime ve değişime ihtiyaç duymayan beyinlerin olamayacağına göre, suçlu bizdik.
Anlama yoksunu olan bizlerdik.
Galiba sonunda biraz anladım…
Bu muhteşem insanların dillerini, yazıp çizdiklerini neden anlayamadığımın sırlarını, şifrelerini bir parça da olsa çözümledim.
Bu, en uzak atalarımızın yeryüzüne ayak basışları ve var oluşları ile ilgili bir serüvendi.
O tarihsel, tanrısal hikayeyi kavramak ve algılamakla ilişkili ve ilintiliydi.
Onlar Adem ile Havva’dan olma, evrimsiz bir mükemmeliyetin ürünleriydi.
Varlıklarının bütün şifreleri burada gizliydi. Ama benim ve benzerlerimin en uzak ataları ortalıklarda dolaşan baldırı çıplak bir maymundu.
O en uzak atalarımız, o sıradan, o alçak gönüllü varlıklar, çalışa çalışa, uğraşa didine, emek vere vere, taşı toprağı yoklaya yoklaya, değişe değişe, evrimleşerek var oluşlarını gerçekleştirmişlerdi.
Dillerini ve bilinçlerini buradan oluşturmuşlardı.
Ve hala değişime, mükemmelleşmeye olan ihtiyaçları sürüyor.
Henüz elde etmek istedikleri, ulaşmak istedikleri mükemmel insana, insanlığa ve dünyaya ulaşma çabaları, serüvenleri, emekleri devam ediyor ve edecek.
Ama onlar öyle mi, onlar zaten evrimsiz mükemmeliyete ulaşarak geldiler yeryüzüne.
Değişime zaten hiç ihtiyaçları olmadı ve zaten mükemmel bir başa ve gövdeye sahip olarak yolculuklarına başladılar ve sürdürüyorlar.
İşte onun için bin bir renge boyadıkları sözcüklerini ve yazdıklarını anlamakta zorlanıyoruz.
Bu nedenledir ki onların dilleri bizim dilimiz değil.
Bu nedenledir ki değişim dünyanın baldırı çıplaklarının ihtiyacıdır. Evrim onlara gereklidir.
Dünya denilen bu gezegende onlarla, onların dilleriyle, sezgileriyle, analizleriyle anlaşamadık. Gelecekte de anlaşamayız, anlaşmamalıyız.
Bu dil, ifade bize yabancı ve öyle kalmalı.
O nedenle diyorum ki,’ Tanrım! Beni ve benzerlerimi, o mükemmel insanları aldığın cennetine alma! Bırak, en uzak atalarımın yattığı topraklarda, yeryüzünde, sessiz ve öylesine kalayım.’