Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Erken başlayan bir gün.

1636
Perşembe günü güne erken uyandım.
 
Keşke kalkmasaydım.
 
Televizyonu açtığımda Gezi Parkı’nda ağaçları korumak, kentlerine sahip çıkmak isteyenlere düzenlenen şafak operasyonunun tazyikli sularını, sıkılan gazlarını sanki üzerimde hissetim.
Bir kez daha ülkemizin içersinde bulunduğu anti demokratik bu uygulamalar için öfkelenerek gazetemizin sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevini sürdürürken yaptığımız bir haber ile ilgili hakkımda açılan dava nedeniyle sabah erken kalktığımı hatırlayarak, içinde yaşadığımız koşulların demokrasi ve özgürlükler açısından ne kadar sorunlu olduğu gerçeği ile sabah sabah yüzleştim.
 
Basın özgürlüğü anlamındaki yaşadıklarımızı, sizlerle özellikle hakkımda açılan bu dava bazında paylaşmak isterdim.
 
Fakat süren bir dava olması anlamında; zaten Ç yazsam tekzip girişiminde bulunanlara O yazsam dava açma girişiminde olanlara yeni bir koz vermek istemiyorum.
 
Sözde özgürlükçü bu güçleri teşhir etmeyi sürdüreceğim, her şeyin zamanı var.
Onların bu kafası, “biz böyle belirledik böyle olacak” deyip gezi parkındaki duyarlı insanlara saldıran kafa ile aynı kafa
 
Güne böyle başlayınca erkenden yazımı yazıp gazeteye gönderdim.
 
Bende mahkemeye katılmak üzere yola çıktım, mahkeme sonrasında yaşadığım duygular nedeniyle planımda şöyle güzel bir “ayran” sofrası kurmak vardı.
 
Böylece güncel gelişmeleri her anlamı ile yaşayacaktım.
 
Gezi parkında saldırılar sürer iken ben “Dekan ataması yapılmadı”başlıklı bir haber nedeniyle mahkeme karşısındaydım.
 
İşte ülkemizin halleri diye düşünürken ;“İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor” sözleri üzerine gerçekten iyi bir “ayran” masası kurmak gerekiyordu.
 
Bende öyle yaptım.
 
Gündem ve yaşam öyle bir gelişim içersinde ki hızına yetişmek benim gibi yaşı biraz ilerlemiş, biraz da yorulmuş bir insan için ulaşması zor.
 
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç şu sözleri ile alkol tartışmalarına sanki son nokta konuldu gibi geliyor;
“Özerk alan içindeki hayat tarzlarına yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda kapanmayan yaralar açmıştır. Siyasi ve sosyal tarihimiz, etkileri yıllarca sürmekte olan anlamsız, gereksiz hayali korku ve endişe yüklü düşüncelerle toplumun bazı kesimlerinin hayat tarzlarına yapılan müdahalelerin izleriyle doludur. Bunlara yeni halkalar eklemek yorgun vicdanları daha da yorar. Demokratik hukuk devletinin sicilini bozmaktan başka bir sonuç doğurmuyor bu tür adımlar
Hasim Kılıç’ın atlamış olduğu bir gerçek var;Kılıç demokratik hukuk devleti kriterleri ile yaklaşımda bulunmuş ama, aslolan dinsel esaslara göre toplumun şekillendirilmesi isteği.
Yoksa şu cümlenin ne anlamı kalırdı ki “İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor”
 
Bu arada AKP İl Başkanı da bu konuya ilişkin bir açıklama yapmış.
 
AKP İl Başkanının bu açıklaması bu konuyu kendi seçim çevresinde ne derece dikkate aldığının göstergesidir.
 
Fakat konuyu yanlış bir yerden değerlendirmektedir.
İşin özü artık cümle alemin anlayabildiği gibi insanların yaşam tarzına bir müdahale ve bununda dinsel esaslar üzerinden şekillendirilmesi gerçeğidir.
 
Kalbimiz gezi parkında atıyor.
 
Sabahın erken saatlerinde sanki bir düşman gibi savaş mantığı ile saldırıya uğrayan yaşam savunucuları için hep birlikte tek yürek olmalıyız.
 
Böyle bir şey düşünülebilir mi; çadırlarında uykularında olan binlerce insan gün doğarken saldırıya uğruyor.
 
Bu ancak savaş hali durumlarının bir görüntüsü olabilir.
 
Halbuki o insanlar aynı bizler gibi kentlerine sahip çıkan, Kazdağlarına Biga Yarımadasına sahip çıktığımız gibi aynı duyarlılık içinde olan insanlardır.
 
Hukuksuzluğa karşı duran ,yaşam haklarına sahip çıkan insanlardır.
 
Bir AKP milletvekilinin “Gaza ihtiyaç duyanlar var demek ki” sözleri halka karşı olan bu iradenin geldiği nokta açısından son derece acı bir gerçeği ortaya koyuyor.
 
Baskı ve şiddet artık siyasal iktidarın temel bir davranış biçimi haline dönüştü.
 
Şimdi bir kez daha 42 yıl önce 31 Mayıs’ta Nurhak Dağlarında öldürülen Denizlerin arkadaşları Kadir Manga, Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan’ı daha iyi anlıyorum.
 
Bu vesile ile onları saygıyla anıyorum.