Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Erdal Eren’i düşünmek

1937
Erdal Eren adlı devrimci 12 Eylül darbesi ile devrimciler üzerinde estirilen baskının sonucu olarak 17 yaşında 13 Aralık 1980 tarihinde idam edildi. Her 10 Aralık’da Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle popülizmden öte gitmeyen mesajlar ortalığı kapladıkça; Erdal Eren’i hatırlarım.
 
O yıllarda ben de genç bir üniversite öğrencisiydim. Okulumuzda sürdürülen “Erdal Eren idam edilemez” kampanyasından son derece etkilenen bir genç olarak 13 Aralık 1980 günü gerçekleşen idamı öğrenince bir tuhaf olmuştum.
 
Erdal Eren’in idamı benim düşünsel gelişim sürecimde önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Hukukun darbeciler tarafından nasıl ayaklar altına gerçeği ile o gün bir kez daha karşılaştım.
 
Darbeciliğin halk düşmanı yüzü ile o gün yüzleştim.
 
17 yaşında, suçluluğu ispat edilmeden bir genç apar topar idam edilmişti.
 
“Asmayalım da besleyelim mi” diyen bir diktatörlük gerçek yüzünü bu şekilde gösteriyordu.
Erdal Eren üzerinden birtakım duyguları istismar eden başbakanımızın göz yaşları döktüğü bir süreçten ‘idam cezası geri getirilmelidir’ şeklindeki bir tavrın geliştirildiği bu günlere geldik.
Bu şu demektir; tarihin her dönemimde kendi düzenlerini sürdürmek isteyen menfaat sahipleri her zaman halkın baskı altına alınması konusunu kendilerine ilke edinmişlerdir.
 
Denizler de 6 Mayıs 1972de hakim sınıfların bu niyeti sonrasında idam edilmişlerdir.
 
32 yıl sonra halkın 12 Eylül darbecilerinden hesap sorulması talebi ile gündeme gelip , adeta bir komediye dönüşen cuntacıların yargılanması sırasında Evren paşanın “Erdal Eren’i tanımıyorum” sözleri binlerce insanın göz altına alınarak cezaevlerine tıkılması, yüzlerce kişinin işkencelerde katledilmesi yine onlarca gencin idam sehpalarında yaşamlarına son verilmesi karşısındaki bugünkü korkularının ifadesidir.
 
Bu düzenin sürdürülmesinden yana olan kendileri gibi olanlar ile sürdürdükleri kader birliktelikleri bu darbeci generalleri kurtaramayacak.
 
12 Eylül darbecileri hesap verecek, Erdal Eren’i 17 yaşında asanlar bu yaptıklarının bedelini ödeyecekler. Bu hiç de öyle, göstermelik bir şekilde olmayacak.
 
Bunu anlayabilmek Erdal Eren’i anlamaktan geçer.
 
Erdal Eren’i ve mücadelesini anlayabilmek için bugüne kadar yayınlanmamış annesine yazdığı bir mektubuna göz atalım.
 
İşte o mektup:
Ana!...
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
 
“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”
 
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor. Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
 
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken. Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
 
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
 
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
 
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
 
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
 
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
 
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
 
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim. Erdal”