Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

"Dün dündür, bugün bugündür" siyaseti ile "ileri demokrasiye"

"Şımarmayacağız", "kibirlenmeyeceğiz" diyerek Çanakkale'den ayrılan AKP milletvekili, grup başkan vekili seçilip, Çanakkale'ye ilk gelişinde şaşalı bir karşılama sonrasında bir de balkon konuşması yaptı. Eee nede olsa adettendir, Cumhurbaşkanı, Başbakan yapar da; grup başkan vekili yapmaz mı, bir anlamda alçak gönüllülük halleri de diyebiliriz! Güç kariyer mevkide neymiş ki, mütevazilik meselesi; karşılama törenleri, balkon konuşmaları falan! Açıklamalarındaki tarz ve içerikte tam da kendi üslubuna uygun olarak hayret verecek nitelikteydi. Kendi, söylediğini bir cümle sonra kendisi ret eden, dün söylediklerini bugün kabul etmeyen bir tarzın varmış olduğu sonuç" "Basın özgürlüğü problemdir diyen sahtekardır" şeklinde akıl almaz bir yaklaşım olarak karşımıza çıktı.

1185

 Kendisi bu sözleri söylediği sırada Çağlayan   Adliye Sarayı’nın koridorları  açılmış  basın davalarından geçilmiyordu.

Basın davalarının görüldüğü İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi`nde görülen 13 davanın 9`unu Erdoğan ve ailesinin gazetecilere yönelik açtığı davalar oluşturuyordu.

“Herkesin her şeyi yazdığını” söyleyen Bülent Turan için açılan bu davaların herhalde hiçbir hükmü yoktur.

Gerçekten gazetecilik yapanlar gazetecilik mesleğinin gereğini yerine getirmek için, halkın bilgi edinme hakkına sahip çıkarak, yazdıklarının kime dokunacağını göz önünde bulundurmadan, mesleklerinin onurlarına sahip çıkarak görevlerini yerine getirirler.

Bülent Turan’ın dile getirdiği ‘her şeyi yazma’,  durumu gazetecilik ilkelerine bağlı gazeteciler için geçerlidir, ancak bunu yerine getirirken de kendilerini bekleyen; işsiz kalma, hakkında soruşturma açılma, tutuklanma, saldırıya uğrama gibi risklerinde var olduğunu bilirler.

Onların sesini kesmek, baskı altına almak için bu gazetecilere uygulanan muhtelif baskıları görmezden gelmek,Bülent Turan gibi basının özgür olduğunu söylemek;  gazetecilik mesleğini onursuzlaştırmak, sahibinin sesi haline getirmek isteyen kesimlerin yaklaşımı olabilir.

Bülent Turan’ın basın özgürlüğünden anladığı tam da bu içerikteki sahibinin sesi gazeteciliği için geçerlidir.

Basın özgürlüğü kavramını sahibinin sesi sınırları içersinde ele alan, gazeteciliğe başka payeler yüklenen bir sınır içersinde ancak Bülent Turan’ın ifade etiği basın özgürlüğü karşılığını bulabilir.

Uluslararası basın kuruluşlarının bu konudaki değerlendirmelerinden bazı örnekler vermek gerekirse şu değerlendirmeler dikkat çekmektedir;

RSF: Türkiye, 180 ülke içinde 149`uncu

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) ‘2015 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ raporuna göre ise Türkiye Nijer, Liberya, Zambiya, Mali ve Zimbabwe gibi ülkelerin gerisinde 180 ülke arasında 149’uncu sırada yer aldı. RSF raporunda Türkiye’nin haber alma özgürlüğü, siber sansür ve yayın yasağı gibi alanlarda gerilediği kaydedildi. RSF, Türkiye’deki gerilemelere örnek olarak internet sansürünün ağırlık kazanması, eleştirel gazetecilerin işlerine son verilmesi ve haklarında davalar açılması ile bazı konularda getirilen yayın yasaklarını örnek gösterdi.

 

CPJ: Türkiye, açık hava hapishanesi gibi

Türkiye’de basına yönelik kısıtlamalar uluslararası Gazetecileri Koruma Cemiyeti (CPJ) tarafından küresel çapta yayınlanan ‘Basına Karşı Saldırılar, 2015’ raporunda da işlendi. CPJ adına Türkiye’deki sansür uygulamalarını kaleme alan gazeteci Yavuz Baydar, Türkiye’nin gazeteciler için ‘açık hava hapishanesi’ne dönüştüğünü dile getirdi. Alman Friedrich Ebert Vakfı da ‘Medya Barometresi-Türkiye 2014’ adlı araştırmasında Türkiye’ye 5 üzerinden 2.1 vererek, ülkedeki ifade özgürlüğü sorunlarına dikkat çekmişti.

 

Freedom House: En hızlı gerileyen 3`üncü ülke

Basın özgürlüğü konusunda çalışmalar yapan ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House, yayınladığı yıllık raporunda Türkiye`yi geçen yıl olduğu gibi yine `basının özgür olmadığı ülkeler` arasında gösterdi. Türkiye`nin son beş yılda Tayland ve Ekvador`un ardından basın özgürlüğünde en hızlı gerileyen üçüncü ülke olduğuna vurgu yapan raporda, dünya genelinde basın özgürlüğünün keskin bir biçimde azaldığına da dikkat çekildi. Türkiye`nin 2009`dan bu yana basın özgürlüğünde 11 puan, geçen yıldan bu yana da 3 puan aşağı düştüğü belirtilen raporda, basın özgürlüğü derecelendirmesinde en kötü puan olan 100 üzerinden, Türkiye`nin notu 65 olarak açıklandı.

Freedom House raporunda şu dikkat çekici ifadelere yer verildi: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl siyasi gücünü pekiştirdi ancak demokratik çoğulculuğa karşı, keskin ve saldırgan bir kampanya yürüttü. Medya patronlarından açıkça sansür uygulamalarını, kendisini eleştiren gazetecileri işten atmalarını istedi. Anayasa Mahkemesi`nin kararlarına saygı duymadığını söyleyerek, gazetecileri tehdit etti, kadın gazetecileri azarladı.”

 

Tutuklanan gazeteciler, işten atılan gazeteciler, yayın yasaklama, sansür, oto sansür, akreditasyon neticesinde haber takip edemeyen gazeteciler, , gazetecilerin haber takibinde uğradığı şiddet, gazetecilere yönelik yapılan saldırılar, gazetecilerin öldürülmesi, iktidar yanlısı olmayan muhalif olan gazetecilerin soluğu mahkemede aldığı bir ülke haline dönüşen ülkemizde bu uygulamaları görmezden gelmek ,bu gerçekleri dile getirenleri sahtekar olarak nitelendirmek  kelimenin tam anlamıyla tükenmişliğin hafifliğidir.

Son olarak Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması bardağı taşıran son damla olmuştur.

Dündar ve Gül gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanmışlardır.

Bülent Turan şimdi bu gerçeği çarpıtmak adına; yargı bağımsızlığından bahsetmek , mahkeme kararlarına saygılı olmaktan dem vurmaktadır.

Daha dün Can Dündar için yalancı diyerek; “yaptığı mesnetsiz ve yalan haberlerle, attığı iftiralarla milletimizin ve memleketimizin birliğine ve dirliğine kastetme amacında olduğunu aşikar etmiştir” diyen Bülent Turan şimdi yargı kararıdır diyerek “dün dündür, bugün bugündür” siyasetinin arkasına sığınmaktadır.

Can Dündar’ın , AKP ‘nin savaş politikalarını, cihatçı terör çeteleri ile ilişkilerini ortaya çıkardığı için yapmış olduğu gazetecilik faaliyetini; Ergenekon davası döneminde yapılan gazetecilikle  benzetmeye çalışan Bülent Turan  bir taşla iki kuş vurmaya çalışarak Ergenekon davasının hakimliğine soyunan siyasi iradeyi gizlemeye çalışmaktadır.

17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet  dosyaları sonrasında, ‘öküz öldü ,ortaklık bozuldu’ misali başlayan yeni dönemde paralel yapı ile mücadele adı altında yok sayılan dava ile aynı zamanda devletin içersindeki gerçek çetelerinde aklandığı bir sürece dönüştürülerek faili meçhul cinayetlerin üzerinin örtülmesi  de başka bir gerçektir.

Bugünde Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması ile savaş kışkırtıcı politikaların cihatçı terör örgütleriyle sürdürülen işbirliklerinin üzeri örtülmeye çalışılmaktadır.

İşte gazetecilik budur , bu gerçeğin ortaya çıkarılması, halkın bilgilendirilmesi gazetecinin temel görevidir.

Can Dündar ve Erdem Gül bunu yapmış, ancak bu gazetecilik faaliyeti, gizli emeller peşinde koşan bazılarını fena halde rahatsız etmiştir.

“Bunun bedelini ödeteceğim” diyen irade devreye girmiş uygun bir zamanlamada bu operasyon gazetecilerin tutuklanmasıyla sonuçlandırılmıştır. Aynı zamanda bu durum tüm gazetecilere bir gözdağı o niteliğindedir.

“Bu tutuklama bizim için şereftir” diyen Can Dündar’ın tavrı tüm gazetecilere örnek olmuştur.

Susmayacağız, gerçekleri yazmaya devam edeceğiz, gerçekler devrimcidir.