Doğanın sesi
Hafta sonu aşırı yağışlar nedeniyle zarar görmüş, mağdur olmuş herkese geçmiş olsun dileklerimi iletirim. Bu doğal afetler sonucu oluşan zararların telafi edilmesi bir sosyal devlet sorumluğudur. Sosyal devlet olmaktan ziyade, özel devlet olma konusunda bir yörüngeye girmiş ülkemizde ne yazık ki yaşanılan bu zararlar yaşandıkları ile kalacak…
Bu şiddetli yağışlar başladığında özellik ile sosyal medyada yer alan bazı değerlendirmeler sonrasında doğaya karşı ne kadar sorumlu olduğumuz noktasında bir kez daha düşünmek gereğini hissettim.
Çevresel değerleri yok sayarak, doğayı yok etme adına gündeme getirilen uygulamaların kapitalist toplumun kar dürtüsüne bağlı olarak mübah sayıldığı koşullarda bilim insanlarının yaşanabilecek riskleri her fırsatta dile getirmelerine rağmen bu gerçek çeşitli asılsız safsatalar ile gizlenmeye çalışılmaktadır.
Küresel ısınma dünyamızın en önemli sorunlarından biridir. Küresel ısınmaya neden olan da bizlerin fütursuzca doğaya verdiğimiz zarardır.
Tüketim toplumu olmanın getirmiş olduğu daha çok üretim için sanayi işletmelerinin atmosfere şarj ettiği, başta karbondioksit olmak üzere sera etkisi yapan diğer gazlar nedeniyle bütün eko sistemi riske sokan bir gelişme yaşıyoruz.
Her zaman kötü ünlü olmaya aday olan bir ülke olarak yine karbon salınımı artışında OECD ülkeleri arasında en yüksek salınım artışına sahip ülke durumundayız.
1990 yılında atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken bu salım 2004 yılında yaklaşık 350 milyon tona yükseldi. 2010 yılında ise bu miktarın 400 milyon tonu aştığı belirtiliyor.
Küresel ısınmanın yaşam üzerindeki bir çok olumsuz etkilerine rağmen sistem bu konuda hiç bir tedbir almadan yaşanacak felaketlere adım adım yaklaşıyor.
Termik santrallerden tutun, ormanlarımızı yok edecek maden çalışmalarına kadar bir dizi faaliyet at başı gidiyor.
Böylesi bir koşulda kentimizin önemli bir sivil toplum kuruluşunun başkanının altın madencilerine karşı gösterdiği tavrı gözden geçirmesinde fayda var.
Çünkü bu kentin iş dünyasının temsilcileri yarın bu kent karşısında vermiş oldukları karar ile pişmanlık duymamaları ve kentin dinamikleri ile barışık , karşılıklı saygı temelinde bir ilişkiyi sürdürmeleri anlamında bu karar çok önemlidir.
Daha da önemlisi hepimizin gelecek nesillere karşı yerine getirmesi gerekli sorumluluklarımız var.
Bu anlamıyla vicdanlarımızın sesine kulak vermeli, gelecekte hesabını veremeyeceğimiz kararlardan kaçınmalıyız.
ÇASİAD Başkanı Salih Yıldız’ın bir gazeteye vermiş olduğu “anlatıldığı gibi yapılırsa sorun yok” şeklindeki tespiti son derece talihsiz bir yaklaşım olmuştur. Bu faaliyetin ‘şöyle ise böyle olur’ gibi şarta bağlı hiçbir yanı yoktur.
Altın madenciliğinin; Kazdağları’nda milyonlarca ağacın yok olması, su kaynaklarımızın heba edilmesi, siyanür ile zehirlenmiş milyonlarsa ton toprağın promosyon olarak bize bırakıldığı temel uygulamalarının dışında emperyalist şirketlerin kasalarına dolduracakları dolarlar ile sonuçlanan bir faaliyet olmasının ötesinde anlatılacak hiçbir yanı yoktur.
Biraz daha anlatmak gerekirse; birde İzmir’in Menderes ilçesine bağlı Kavacık ve Efemçukuru’nda bir buçuk yıldır altın üretimini sürdüren Kanadalı TÜPRAG şirketine ait madenin zararlarının olasılık olmaktan çıkarak bizzat köylünün yaşamına girdiğini vatandaşlardan dinlemeye ne dersiniz?
BALIKLARIN SIRTI ERİMİŞTİ!
Kavacık Köyülüsü Mutlu Aksu, 1.5 yıl madende çalıştıktan sonra ayrılmış. “Her yağmurda arıtma yetersiz kalıyor, atık suları olduğu gibi dereye boşaltıyorlardı” diyen Mutlu, geçtiğimiz Nisan ayında, yine yağmurlu bir günde madenin zehirli yüzünü görmüş; “Bahçenin yanındaki Değirmendere deresinde atımı suladım. Hayvan bir süre sonra rahatsızlandı ve öldü. Maden yetkilileri beni ‘gürültü çıkarma, zararın neyse karşılayacağız’ diye oyaladılar. Ama şu ana kadar hiçbir şey yapmadılar”.
ÖLÜ KEÇİLERİN KÜPESİ
Aynı günlerde aynı derede keçilerini sulayan Halim Çatıkkaş’ın da 55 keçisi ölmüş. Ölü keçilere ait sarı küpeleri gösteren Çatıkkaş, deredeki balık ölümleri ile ilgili de şunları anlatıyor; “biz ölümleri bir gün sonra duyduk. Vardığımızda maden çalışanları dereden ölü balıkları topluyorlardı. Balıkların sırtı erimişti sanki, poşet gibi sarkmıştı. Ölü balıklardan ve sudan numune alıp tahlile yolladık”.
İZSU KİRLİLİĞİ BELGELEDİ
KAVACIK Köyü muhtarı Şinasi Köse İZSU’ya gönderdikleri su analizlerinden ve balıkların tahlillerinden deredeki zehirin madenden kaynaklandığının görüldüğünü dile getiriyor. 24 Temmuz 2012 tarihli İZSU raporunda Kokarpınar Deresinin kollarından alınan numunelerde “bazı parametrelerde değişim” tespit edildiği belirtiliyor. Raporda civa gibi ağır metallerin limit değerleri aştığı göze çarpıyor. Ölü balıklar üzerinde 9 Eylül Üniversitesi tarafından yapılan değerlendirmede de ölümlerin dereye salınan “asit”ten kaynaklandığı ve balıklardan asit kokusu yayıldığı belirtilmiş.