Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Daha neler duyacağız!...

Ülkenin çivisi çıktı; Osmanlıcılık hayalleriyle harem savunuculuğundan temel yaşam hakkının Kayseri pazarlığıyla, at pazarlığına dönüştürüldüğü, hilafet ilanını savunmaya kadar varan taleplerle savaş ve şiddet uygulamalarının gerici ideolojik ayağı bugünlerde daha da bir tahkim edilmeye çalışılmaktadır. 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü`nde yurdun dört bir yanında kadınlar, eşitlik özgürlük talepleriyle, şiddet ve tacize karşı mücadelelerini sürdürürken harem konusunda; `Osmanlı hanedan üyeleri için daha çok bir okuldur. Kadınların hayata hazırlandıkları, hayır faaliyetlerini örgütledikleri bir eğitim yuvasıdır. Bu yuvanın başında da valide sultanlar yer alır` yaklaşımıyla Osmanlıcılık özlemine bir destek de kadınların köleliği üzerinden geldi. Saltanat ve padişahlık üzerinden Osmanlıcılık özentisi olur da; hilafetin savunulmaması düşünülebilir mi? 3 Mart`ta, Hilafet`in kaldırılışının 92`nci yıldönümünde, İstanbul`da Uluslararası Hilafet Sempozyumu düzenlendi. Toplantıyı düzenleyen Hizbut Tahrir örgütüydü. Hizbut Tahrir bununla da kalmadı, iki gün sonra bu defa Ankara`da bir `konferans` topladı, hem de Atatürk Spor Salonu`nda

1386

 Bakın neler konuşuldu; "Ankara`nın bir cumhuriyet şehri olmadığını, aksine İslamla yoğrulmuş özbeöz bir Anadolu şehri olduğunu, cümle âleme gösteriyoruz. Bizler, burada dimdik ayaktayız. İslamın sancağını yeniden kaldırıyoruz, adım adım hilafete doğru yürüyoruz... Hilafet, egemenliği kayıtsız ve şartsız şeriata veren, otoriteyi ümmetten alan İslamın yönetim sistemidir..."

Hizbut Tahrir örgütünün amacının laik rejimleri yıkmak ve yerine İslami kurallara göre oluşturulmuş bir düzen kurmak olduğunu düşünürseniz; bu ülkede Laiklik karşıtı faaliyetler açık olarak korunup, kollanmaktadır.

Mülteci sorunu konusunda Kayseri pazarlığı yaptığını söyleyen Başbakan bununla adeta övünmektedir.

Çanakkaleliler olarak gün geçmiyor ki bir bebek mültecinin ölümü haberleriyle sarsılmayalım.

Savaş denilen insanlık düşmanı illetin sonucu olarak var olan bu sorun Kayserili pazarlığı ile 3-5 milyar eurolarla çözülecek bir sorun değildir.

Hele hele vizelerin kalkması, AB`ye giriş koşulları adına bir pazarlığa kesinlikle alet edilemez.

Bununla da yetinilmemiş yapılan görüşmelerde mültecilerin Avrupa ülkelerine kabulü; geri alım protokollüne bağlı hale getirilerek Uluslararası  Af Örgütünün belirtiği gibi; yerleştirilen her Suriyeli için, bir başkasının kaçak geçişlerde hayatını riske atması kararlaştırılmıştır.

Temel yaşam hakkının yok sayılarak, Kayseri pazarlığının bir at pazarlığına dönüştürüldüğü, mülteci sorunu bir insanlık ayıbı olarak utançtır.

Şiddet ve ölümlerden beslenen emperyalist sömürünün gerekleri olarak ülkeleri savaş yerine çeviren bu politikalara karşı barışın kazandığı halkların kardeşliğinin tesis edildiği demokratik dönüşümler yaratılmadığı sürece mülteci sorunu çözülemez.

Bu temel gerçekliği bir yana koyarsak, mülteci sorunu konusunda uluslararası kurallar altında göçmen ve mültecilerin hakları sosyal haklar, kültürel haklar ve sivil/politik haklar sınıflandırması çerçevesinde ele alınmaktadır. Buna göre;

Sosyal haklar: çalışma, sosyal güvenlik ve yaşamak için yeterli bir yaşam standardı, ev sahibi ülkede sağlık hizmetlerine ulaşma, dinlenme ve boş zaman hakkı, yasal olarak yerleşen göçmenler için barınacak ev ve aile birleşimi hakkı, göçmen işçilerin kazanç ya da birikimlerinin bir kısmını kendi ülkesine transfer etme hakkı, serbest çalışan göçmen işçilerin koruma ve bakım hakkıdır.

Kültürel haklar: düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı, eğitim hakkı, özgürce toplumun kültürel yaşamının içinde yer alma, sanattan hoşlanma ve bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlar kazanma hakkını içerir.

Sivil ve politik haklar: yaşam hakkını koruma, dolaşım özgürlüğü ve yerleşeceği yeri özgürce seçme hakkı, herkesin yasadan önce bir birey olarak tanınması hakkı, barışçı bir şekilde dernekleşme ve temsil hakkı, ırk, milliyet ya da din konusunda herhangi bir kısıtlama olmaksızın evlenme hakkını içermektedir.

Mülteci haklarına Kayseri pazarlığı ile yaklaşanlar, bu anlayışların devamında ülkemizde de halkların statülerini yok saymakta, etnik kimliklerini kabul etmeyerek ırkçı yaklaşımlar temelinde tekçi politikalar ile asimilasyoncu politikalar uygulanmakta, imha ve yok etme operasyonları yapılmaktadır.

Bugün Sur`da Cizre`de Silopi`de İdil`de yaşananlar bu kapsamdadır.

İnsanların diri diri yakıldığı, vahşet bodrumlarında ölüme terk edildiği, paramparça edilmiş cesetler sonrasında ailelerine, alın oğlunuz denilerek bir torba kemik yığınının verildiği, sokak ortalarında cesetlerin günlerce kaldığı, buzdolaplarında i günlerce çocuklarının cesetlerini saklamak zorunda kalan, aylarca süren sokağa çıkma yasaklarıyla temel ihtiyaçlardan yoksun bir şekilde yaşamak zorunda bırakılan insanların var olduğu koşullarda yaşanan insanlık trajedisi hiçbir çarpıtma faaliyetiyle gizlenemez.

Her fırsatta meclis kürsüsünden yaşanan tüm bu vahşeti gizlemeye çalışan Bülent Turan`ın açıklamalarını ibretle izleye devam ediyorum..

Ülkemizi bir savaş yerine çeviren, kendi halkını katleden bu zihniyetin Osmanlıcılık özleminin kodlarına bağlı olarak;  harem savunusundan sonra iktidar hırsı için kardeş katliamlarının devreye alınması ihtimal dâhilindedir.

Saray en yakınlarını yok etme girişimlerine başlarsa sakın şaşırmayın.

Paralel operasyonlarından sonra bir zaman kardeş olanlara sıra gelmesi ihtimal dâhilindedir.

Arınç, Gül gibi siyasetçiler için iyi şeyler düşünülmüyor tahmin ediyorum, bu arada kendini aileden görüp, prens havalarıyla ortalıkta dolaşanlar, aslı astarı olmayan dezenformasyon çabalarıyla göze girmeye çalışanlar tarihe şöyle bir baksınlar; saray, saltanat hırsı ile kendi kardeşlerini boğduran padişahlarla doludur.