Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

ÇTSO’dan TÜSİAD’a

2328

Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu yeni başkanını seçti. Kendisine başarılar dileyerek, ÇTSO üzerine bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. ÇTSO yönetim kurulu üyeleri yeni başkanlarını seçer iken, farklı tercihlerde bulundular. Bu tercihlere esas olan görüşlerini şimdi kamuoyu ile paylaşırlar ise; ‘nasıl bir ÇTSO’ konusundaki yaklaşımlar için bir adım atılmış olur. ÇTSO Çanakkale’deki sanayici ve iş adamlarının bir sivil toplum örgütüdür. Oda çalışmalarının, kendi üyelerini ne kadar tatmin ettiği konusu üyelerin kendi algılarıdır. Bir sivil toplum örgütü olarak Çanakkale ekonomisine katkıları konusu tüm toplumun ortak algısıdır.  
Tüm toplumun ortak algısı temelinde önümüzdeki günlerde bu konu daha çok tartışılır olacaktır.
Yönetim fonksiyonu itibarıyla; profesyonel yöneticilerin mi yoksa bizzat sanayici ve iş adamlarının mı görev alması konusu Bülend Engin başkanlığı ile daha çarpıcı bir şekilde gündeme gelecektir.
Bülend Engin, mensubu olduğu sanayi kuruluşu için başarılı bir yöneticidir.
Bunun göstergeleri nettir.
İÇDAŞ ülkemizin ilk 10 büyük sanayi kuruluşu arasındadır.
Engin, tabiî ki böylesi bir sanayi kuruluşunda üst düzey yönetici olarak bu başarıda pay sahibidir.
Bugüne kadar önemli bir başarı öyküsü yaratamayan ÇTSO, bu denli başarılı bir sanayi kuruluşunun üst düzey yöneticisi başkanlığında neler yapacak sorusunun cevabı, aynı zamanda bir tartışmanın da fitili olacak.
ÇTSO, bizzat işadamı yönetiminde mi, yoksa kuruluşların profesyonel yöneticilerinin başkanlığında mı başarılı olabilir?
ÇTSO yeni başkanı Bülend Engin başkanlığında oluşacak performans ile bu noktadaki görüşler daha bir netleşecektir.
ÇTSO cephesindeki durum böyle iken, TÜSİAD anayasa değişikliği konusundaki görüşleri ile dikkatleri üzerine topladı.
TÜSİAD tarafından ortaya atılan görüşler itibarıyla özgürlükler alanında önemli atılımların yapıldığı izlenimi oluşmasına rağmen, gerçekte durum böyle mi?
TÜSİAD devlete karşı bireyi anayasanın temeline alarak, aktarmış olduğu özgürlük hamlelerini kapitalist toplumun kendi gerçekleri ile değerlendirdiğimiz zaman ortaya farklı sonuçlar çıkmaktadır.
Ülkemizde olduğu gibi kapitalizmin kendi iç dinamikleri ile gelişemediği ülkelerde, burjuvazinin özgürlükler alanındaki girişimleri geç kalmış girişimlerdir.
Bu girişimler tarihsel süreçte kapitalizmin ilk dönemlerindeki, burjuva demokrasisinin ifadeleridir.
Ülkemiz gecikmiş olarak şimdi bu gündem ile karşı karşıyadır.
Fakat bu girişimlerin temelini sadece bireysel temeldeki haklar oluşturduğu için kolektif haklar devre dışıdır.
Kolektif hakların, adından dahi söz edilmemektedir.
İşte bunun içindir ki; bu değişimlerin emek cephesine hiçbir katkısı olmayacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Kolektif hakların olmadığı koşullarda emekçiler kendi çıkarları temelinde bir kazanım yaratamazlar.
Çalışanların, grevli toplu sözleşme hakkından söz edilmeyen bir uygulama için özgürlük kavramı inandırıcı değildir.
Kolektif haklar olmadan bireysel haklar ne kadar gelişmiş olarak ele alınsa da kâğıt üzerinde kalmaktan öteye gidemez.
Emekçilerin mücadele etmeden, birlikte örgütlü olarak kolektif çıkarlarına sahip çıkmadan, özgürlükler adına tarihin hiçbir döneminde kazanımı olmamıştır.
Bu tartışma bir başka gerçeği gün yüzüne çıkarmıştır.
Emekçiler kendi öz örgütleri itibarıyla, sorunlarına sahip çıkıp, mücadele etkinlikleri yaratamadıkları için bu alandaki TÜSİAD girişimi yankı bulmaktadır.

Her yanımız bir acayip !
Yazılmamış bir kitap için bu ülkede gazeteler, yayınevleri, matbaalar basılıyor.
Bir gazetecinin tutuklanması yetmiyormuş gibi, sonrasındaki bu uygulamalar; içinde bulunduğumuz koşullar için vahametin ne denli büyük boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Nato’nun Libya’da ne işi var diyenler,  savaş gemilerini daha meclisten onay almadan yola çıkartabiliyorlar.
TBMM iradesini yok sayacak kadar gelişen bu işbirlikçilik,
bağımsız dış politika yürüttüklerini söyleyenler için ne yaman çelişki böyle.
Japonya’da tsunami felaketinden sonra yaşanılan insanlık dramı karşısında sözde bazı ‘insani yardım’ kuruluşlarının sesi dahi çıkmaz oldu.
İnsani yardımı, siyasileştiren bu kesimlerin Japonya’daki felaket karşısındaki sessizliği çok manidar.
Kendi siyasi hedefleri temelinde insani yardım gibi masum bir olay üzerinden prim yapmak isteyen bu kesimlerin foyası bir kez daha ortaya çıktı.
Japonya’daki tsunami onlarında maskesini düşürdü.
İbrahim Tatlıses’e yapılan silahlı saldırı sonrasında İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü mikrofonların karşısına geçerek ziyaretlerinin gecikmişliğini şöyle açıkladılar: “Faillerini bulmadan ziyaret edecek yüzümüz olmadı”
Bu duyarlılık keşke her alanda tüm yetkilerin yerine getirebildiği bir hassasiyet olsa.
Yıllardır, faili meçhul birçok cinayet için acaba yetkiler şimdi ne düşünüyorlar.
Yoksa bazı kriterler sadece seçkinler için mi geçerlidir?
Yüzlerce genç öldürülmüş, cesetlerine bile ulaşılmamış, kayıp yakınları yıllardır mücadele ediyorlar, kimin uğrunda
Siz İbrahim Tatlıses misiniz?
Cep telefon şirketleri birbiri ardına ‘cep anayasası’ metinleri yayınlıyorlar.
Bu hassasiyetlerini birde şu anda baz istasyonlarının hukuksuz olması noktasındaki Danıştay kararı üzerine geliştirebilseler!
Bu noktada hukukçuların görüşleri şöyle:
“Danıştay’ın verdiği karar ile bugüne kadar kurulu olan tüm baz istasyonları kaçak durumuna düşmüştür. Karar gereği yeni baz istasyonlarının kurulabilmesi ve var olanların kullanılabilmesi için yeni bir yönetmeliğin hazırlanması gerekmektedir”
Bu sese kulak verin cepçiler…

Sermet ATADİNÇ