Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Çocuk kalmak… 21.04.2010

2086

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bugünlerde daha bir anlam kazandı. TBMM açılışı ile ulusal egemenliğin, ulus iradesinde tesis edildiği günlerden bugünlerde diktatörlük heveslerinin şekillendiği yeni ‘açılımlara’ ulaştık. Yaşanılan tartışmalar ortada. Yaşadığımız fiili durum hepimizin malumu. 

Ulusal egemenliğin ayaklar altına alındığı diktatörlük heveslerinin yoğunlaştığı, birilerinin son Osmanlı padişahı unvanı ile ortalarda dolaştığı bir süreçte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlamaktayız.

Çocukluğumuz hepimizin hep mutluluk ile anımsadığı güzel günlerimizdir.

Çirkinliklerin, eşitsizlik, adaletsizlik şiddet ve bilumum olumsuzlukların dışında güzel bir dünyadır çocukluk.

Bir fıkra ile çocuk kalmanın güzelliğini kavrayalım:

Öğretmen sorar:

- Yavrum, canlılar kaça ayrılır?

- Dörde öğretmenim.

- Yanlış gibi ya, say bakalım.

- Bitkiler, hayvanlar, insanlar ve çocuklar.

- Evladım, çocuklar da insan değil mi?

- Doğru. O zaman üçe ayrılır.

- Say bakalım.

- Bitkiler, hayvanlar, çocuklar öğretmenim.

- Peki ‘’insan’’lara ne oldu?

- Onların düşünmeyenleri hayvanlaştı, düşünenleri ise hep çocuk kaldı öğretmenim.

Ne diyelim, ‘’çocuk aklı’’işte.

Ama unutmayalım; hani ne derler ‘’çocuktan al haberi’’

Büyüdüğümüz dünyada sorumluluklarımız.

Önce insan olmanın sorumlulukları ile karşı karşıyayız.

Barıştan, adaletten, özgürlüklerden, demokrasiden yana olmak bu konuda olmaz ise olmazlardandır.

Yaşadığımız sistem ile bu değerlerin ayaklar altına alındığı, kapitalizmin vahşi sömürüsü ile her geçen koşullarımızın insani değerlerin dışında geliştiği bir dönemi yaşamaktayız.

Her şey ve tüm değerler kapitalizmin kar etme kriteri ile geliştirilmekte, sosyal kriterler, toplumsal hayat, ıskalanarak vahşi bir sömürünün şekillendiği bir ucube dünya şekillendirilmektedir.

Yaşamın hangi alanına bakarsanız, gelişme bu paraleldedir.

Tabiî ki yaşam savunucuları, bu düzenden mağdur geniş yığınlar, dayatılmak istenen bu koşullara karşı, gün geçtikçe gelişen bir mücadele ve tepkisellik içersindeler.

Bu kaçınılmaz bir gelişmedir.

Bu süreçte bazı kavramlar daha bir anlam kazanmakta ve bu alanlardaki mücadeleler daha anlamlı bir hale dönüşmektedir.

1 Mayıs böyle günlerden biridir.

1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günüdür.

Ülkemizde de 1 Mayıs mücadelesi gelişmiş deneyimleri içerir.

1977 1 Mayısında yaşanılan provokasyon ile geliştirilen süreç, akabinde 1980 darbesi ile sonuçlanarak, emek mücadelesinin kazanımlarının bir hamlede yok edildiği bir cunta süreci yaşanmıştır.

1977 yılında Taksim Meydanı’nda olayları yaşamış bir kişi olarak süreç benim açımdan çok canlı ve değişimi ve gelişmeleri ile yakından takip ettiğim bir deneyime dönüşmüştür.

Kapitalist sistemin krizi derinleştikçe; emekçi yığınlarında tepkisi her geçen gün artarak bugünlere ulaşılmıştır.

Yıllardır Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarına izin vermeyenler, gelişen mücadele sonrasında bu talep karşısında geri adım atmışlardır.

Bu süreci iyi değerlendirerek bundan sonraki mücadelenin, daha yaşanılır insanca, özgür ve demokratik bir dünya için katkı sağlayacak konumda olması için; kitlesel, doğru talepler ile doğru zeminlerde geliştirilmesi önemlidir.

Gösterişten kaçan, mücadelenin gelişmesine katkı sunan yöntemsellikler ile 1 Mayısların kutlanması önem ile ele alınmalıdır.

Bu bakımdan sadece Taksim ile sınırlı kalmayan; her alanda, her noktada iş, ekmek, özgürlük talepleri ile genel grev, genel direniş için coşku içersinde 1 Mayıs kutlamaları esas olmalıdır.

 

Sermet ATADİNÇ