Çek bir siyanür !...
Çanakkale Madenciler Deneği Başkanı tarafından gazetelere verilen bir garip ilan uygulamasına tanık olduk.
İlan, gazeteci Oktay Ekşi’nin 2002 yılında yazmış olduğu bir yazı esas alınarak hazırlanmış özünde siyanürle altın üretiminin masumluğu üzerine kurgulanan bir formatta.
Yalnız verilen ilanda Oktay Ekşi’nin bazı satırlarının yer almaması dikkat çekici.
Yayınlanmayan satırlar o günlerdeki yargı kararına ilişkin bir sonuç olarak aslında olayın özünü çok iyi yansıtmakta.
Dönemin başbakanı ve bazı bakanların, Danıştay’ın vermiş olduğu kararı uygulamadıkları için Bergamalı 69 köylüye tazminat ödemelerine mahkum edilmeleri olayını nedense Çanakkale Madenciler Derneği Başkanı es geçmiş!
Oktay Ekşi’nin yazısındaki madenciler derneği başkanının es geçtiği bölümleri sizlere aktararak ; “hokkabazlık” olarak adlandırılan çevre bilinci ve mücadelesine ilişkin bazı gerçekleri sizler ile paylaşalım.
Danıştay’ın başbakan ve 4 bakanı tazminat ödemeye mahkûm etmesine ilişkin Oktay Ekşi’nin yazısında olup, madenciler başkanı tarafından verilen ilanda yer almayan satırlar şöyle:
“Aşağıda özetleyeceğimiz olaya bugün değinmek gereğini duymamızın nedeni, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin verdiği bir karar... Buna göre Mesut Yılmaz`ın başbakanlığı döneminde (55. hükümet) kendisi ve dört bakan, Danıştay tarafından verilen bir kararı uygulamadıkları için Bergamalı 69 köylüye 500`er milyon TL. tazminat ödeyeceklermiş.
Kararda Danıştay özetle ‘‘Çevreye gelecek zararla ilgili herhangi bir risk bulunması durumunda, kamu yararı yoktur`` diyormuş. ‘‘Madem ki risk söz konusu o halde siyanür kullanılarak altın üretmeye izin verilemez`` hükmüne varılmış.
Mesut Yılmaz ve öteki bakanlar işte bu kararı uygulamamışlar.”
Yargının siyanürle altın üretiminin çevresel riskleri olduğuna dair verilen karar ve bundan dolayı kamu yararının olmadığı ve bu nedenle siyanürle altın üretimine izin verilmemesi gerekçesiyle başbakan ve 4 bakanı tazminat ödemeye mahkum eden bu karar her şeyi anlatmakta iken bunu görmezden gelerek bildik demagojilerin arkasına sığınılarak bugün yeni bir gündem yaratılmaya çalışılması gerçekten çok ilginç.
2002 yılındaki Oktay Ekşi’nin yazısını referans alan madenciler derneği başkanını muhatap alarak iddialara açıklık getirelim.
“Siyanür sanki zehirli imiş” gibi bir yaklaşımıma katıldığını belirten başkana bir önerimiz var;
sabahları kahvaltı sonrası 1 bardak suya katılacak 1 mg siyanür sağlığınız için çok iyi gelir.
Yaşlanmamanın formülü burada, çünkü genç yaşta ölürsünüz…
Doğal olarak 2002 yılında yazılan bir yazı ile altın madenciliği savunulmaya çalışılınca; otomatik olarak Bergama Köylüleri karalanmaya çalışılmış.
Bergama köylüleri siyanürlü altın üretimine karşı verilen mücadelede Türkiye’de örnek olmuş aynı zamanda çevre mücadelesinin gelişimi konusunda önemli ivme yaratmış ilk köylü hareketi olarak çamur atılarak karalanamayacak kadar değerli bir örnektir.
O dönem sürdürdükleri mücadelede haklı olduklarını en son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla tescil ettirmişlerdir.
Siyasal erkin, altıncı şirketleri korumalarına, yasaları hiçe sayarak verdikleri desteklere rağmen kararlı bir mücadele sürdüren Bergama Köylüleri her aşamada yapılan kanunsuzlukları bir bir ortaya çıkarak, en sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile haklılıklarını tescil ettirmişlerdir.
Bergama köylülerinin mücadelesini, siyasal erke vermiş olduğu rahatsızlık nedeniyle itibarsızlaştırılmak adına “ Alman Vakıflarına casusluk iddiaları” gibi saçmalıklarla açılan dava beraatla sonuçlanmış ve davaya dayanak olan Necip Hablemitoğlu’nun ,AKP’nin iktidara gelmesinin ilk aylarında, Bergama köylülerine açılan davadan 1 hafta önce hala faillerinin aydınlatılmadığı bir suikast ile öldürülmesi bu konudaki komploların yıllar sonra açığa çıkarılması ile ;iddiaların asılsızlığı toplum vicdanında aklanmıştır.
Gazeteci Yazar Özer Akdemir’in ““Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitabındaki araştırmalar Hablemitoğlu’nun iddialarının arka planını çok net olarak ortaya koymaktadır.
Bu kitabın giriş kısmının son paragrafında Hablemitoğlu suikastının arka planını şu şekilde değerlendirilmektedir. “…Millî güvenliği tehditten öte, altın tekellerinin tekellerine çomak soktuğu için Bergama köylü hareketine karşı bir ‘oyun’ tezgâhlandı. Hablemitoğlu bu oyunda çok önemli bir role soyundu. Kuyuya taşı ona attırdılar. O, bu oyundaki rolüne son nefesine kadar sadık kalırken, oyunun başarısının ancak kendi ölümüyle olanaklı olacağını elbette bilmiyordu...”
Günümüzde Ahmet Şık ‘ın Cemaatle ilgili yazdığı bir kitap sonrasında tutuklanması ve “dokunan yanar” sözlerini düşündüğünüzde; Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra yayınlanan “Köstebek” adlı kitabındaki Cemaatin Türkiye’deki örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin ortaya çıkardığı belgeleri ve buna bağlı gelişmeleri daha iyi anlayabilirsiniz.
Peki altın cephesinde Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra neler olmuştu?
Bergama altın madenlerinin mülkiyeti yabancı bir şirketten cemaat ile ilişki içersinde olduğu bilinen bir şirketin eline geçmiştir.
Bugün AKP, Cemaat çatışmasının şiddetlendiği bir dönemde Çanakkale Madenciler Derneği Başkanı yeni bir algı operasyonu ile mi hareket etmektedir dersiniz?
Alman Vakıfları ve altın madenciliği spekülasyonlarını yeniden gündeme taşıyarak iddiaların sahibi Hablemitoğlu suikastı üzerinden, yeni bir pencere mi açmak istemektedir acaba?
Hani şu Hablemitoğlu suikastında, cemaat parmağı var mıdır meselesi…
Ne bileyim 2002 yılında kaleme alınmış bir gazetecinin yazısını gündeme taşımanın mantığını bulamadım doğrusu!...