Çarpıcı gerçekler.
Önceki akşam fısıltı gazetesinin yaydığı felaket tellallığı temelindeki söylenti Çanakkalelileri sokağa döktü.
Bu olay hiç de küçümsenmeyecek sonuçları olan boyutuyla iyi değerlendirilmelidir, ayrıca bir çok gerçeğe işaret etmektedir.
Öncelikle vatandaşlarımızın böyle bir söylentiye itibar etmeleri deprem bilinci başta olmak üzere bilimsellik adına içinde bulunduğumuz durumun vahametini gösterir.
Depremin önceden bilinemeyeceğine ilişkin gerçekler ortada iken vatandaşlarımızın sokaklara dökülmesi korku duygularının eylemlerimizi ne kadar etkili bir şekilde belirlediğinin göstergesi olduğu kadar; bilimsel gerçeklerinde yaşamımızda belirleyici olması konusundaki zaafı ortaya koymaktadır.
Böylesi bir durum yaşam kalitemiz adına kaygı vericidir.
Korku üzerinden yapılan yönlendirmeler toplumuzun en önemli sorunlarından biridir.
Kitlelerin yönlendirilmesi konusundaki yöntemsellikler günümüzde korkular üzerinden sürdürülerek başarıya ulaşılmaktadır.
Deprem söylentilerinin bu denli etkili olması da tamda bu nedenledir.
Tabiî ki deprem konusuna ilişkin bilimsel gerçekler son derece net bir şeklide ortadayken geçen akşam olduğu gibi dedikodu ve söylentilerin bu denli etkili olması kabul edilemez.
Bu durum bilinç anlamında geri bir düzeyin etkisini bizlere göstermektedir.
Korkuların yönlendirilmesi, bir de bilinç olarak zaaflar ile birleşince ortaya çıkan bu tablo vahimdir ve gerçeklerle yüzleşme konusunda önemli bir engel olarak önümüzde durmaktadır.
Sorun deprem gerçeği temelinde incelendiğinde; sonuca gidecek, doğru olan, yapılması gerekli olan bazı girişimlerin hayata geçirilmesini engelleyen işte bu durumdur.
Bunu daha iyi anlayabilmek için bir örnek vermek istiyorum;fısıltı gazetesinin “deprem olacak” söylentisine inanarak sokaklara dökülen insanlarımız,yarın gelin yaşadığımız konutların hangi düzeyde depreme dayanıklı olduğunu belirlemek adına yetkililerden talepte bulunalım desek, güldür güldür sokaklara dökülen o insanlardan çok az bir kısmını arkamızda görürüz.
Sistem zaten böylesi bir insan modelini yaratmak için çabalamaktadır.
Bu söylentinin çıkarıldığı akşam az da olsa bazı vatandaşlarımız bu söylentiye inanılmaması gerektiğini belirterek bu söylentinin hırsızların bir tezgâhı olduğu şeklinde yorumlar yaptılar.
Ben bu yoruma hırsızların kimliği konusunda alternatif bir yaklaşımda bulunarak katkı yapmak istiyorum.
Bu dedikodudan nemalanacak, adi hırsızlar dışında bir hırsız tipi var ki; esas tehlike onlar.
Onlar yaşamımızı, geleceğimizi çalmak istiyorlar, onun için bizleri cehalete mahkum etmek için fısıltı gazetesi dahil her türlü yöntemi kullanarak, korkularımızı istismar ederek bilimsel olandan koparmak istiyorlar.
Dedikodu , fısıltı mekanizmalarıyla korkularımızı suiistimal ederek yaratılan sonuçlar siyasal alanda sıkça başvurulan argümanlardır.
Mevcut siyasal irade bu gerçeği son derece başarılı bir şekilde kendi varlığını sürdürme adına kullanmaktadır.
‘Ekonomi bunalıma girer’ korkusundan tut, dini değerlerin suiistimali ile yaratılan algı ortamının sonucu olarak yaratılan mezhep kaygılarından, etnik değerler üzerinden sürdürülen bölünme korkusuna kadar AKP hükümeti korkular üzerinden toplumu dizayn etmektedir.
Yaşadığımız ‘deprem olacak şeklindeki felaket tellallığının’ kökeninde de işte bu algı yönetiminin kodları vardır.
Bu yöntemsellik, bilimsel olarak son derece açık bazı gerçeklere rağmen halkı harekete geçirebiliyorsa; siyasal algı düzeyinde halkın yanlış yönlendirilmesi çok daha kolay olmaktadır.
Bu gerçek ile yüzleşmek durumundayız.
Dünkü yazımda Sanatçı Ceren İlyasoğlu’nun resim sergisi üzerine, sanatın önemine atıfta bulunmak için Darwin’in bir sözünü paylaşmıştım, bugün bilimin önemi açısından aynı sözü tekrar hatırlatmak istiyorum. ;”Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir.Bu iki kanadı kullanan toplumlar uçar ve özgür olurlar.Uçamayanlar ise tavuk olurlar.Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkına bile varmaz”