turgutcamer@hotmail.com
Değerli okurlarım ülkemizdeki iftar sömürüleri özellikle son 15 yıldır tüm hızıyla devam ediyor! TBMM'de, Beştepe'de, Belediyelerde ister sponsorlu isterse halkın vergileriyle olsun bu iftarlar savurganlık değil de nedir?
Kutsal dinimiz savurganlığı günah-haram kılmamış mıdır?
Merak etmez misiniz?.. O iftar masalarına oturanların kaçı oruçludur acaba!?
***
· İftar gösterisi adeta siyasi partilerin propaganda arenası olmuş.
Nasıl mı?
Çanakkale’mizden bir tablo sunalım da nasıl olduğunu görelim;
AKP Çanakkale ve İstanbul İl Başkanlıkları Şehitler Abidesinde iftar düzenliyor…
Bakın nasıl;
Parti bayrakları, R. Tayyip Erdoğan afişi ve hoparlörlerden yüksek sesle haykırılan parti propagandası!.. (Ayıp olmasın diye bayrağımıza da yer bulmuşlar!)
Amaç parti propagandası olunca başka yer bulunamıyor(!)
Soralım:
“Orada parti bayrağının ve parti Genel Başkanının fotoğrafının ne işi var?”
“Çanakkale’de toprağa düşen on binlerce kahraman şehidimize yapılan saygısızlığın en somut örneği bu tablo değil midir?”
“Çanakkale’de kefensiz toprağın altında yatan şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaya ne hakkınız var?”
“Canlarını bu vatan için feda edenlerden özür dileyecek misiniz?”
Son soru:
“Dince kutsal sayılan şeyleri siyasetinize alet etmekten ne zaman vazgeçeceksiniz?”
***
Sevgili Çanakkale OLAY okurları bu vatan kolay elde edilmedi… Aşağıdaki ilginç öyküden hisse çıkaracaklar olur mu? Bilemem!.. Paylaşmak istedim.
Yıl 1919…
“İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim. Dünür gelmeye başladılar. Biri Avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı Avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş..) dediler.
Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu… Mahvoldum yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti. Başka biriyle evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz Atatürk ve şehitlerimiz sayesinde özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım O’na. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce şaşırdı, titredi, ceketini düğmeledi. Saygı göstererek önümde durdu.
- Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
- Olur, dedim. Bir büroya girdik. Burası bir Avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. İçeride yardımcıları çalışıyordu.
- Siz, gerçekten Avukat mısınız? Dedim.
- Evet, dedi.
- Peki, Avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz? Diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
-Beni affedin, dedi. Biliyorsunuz İstanbul işgal altındaydı, her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi her yeri didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya Milli Kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülkemiz için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim!..”
*
SON SÖZ: Evet… Biz bu vatanı dini siyasete alet edenlere değil, CANLARINI ve AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ… T.Ç.
DİP NOT: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” nü Gandi’nin yürüyüşüne benzetebiliriz… Mahatma Gandi Hint Milli Hareketi’nin liderliğine soyunurken; “Şiddet göstermeme, inancımın 1. maddesidir. Ayni zamanda o, benim itikadımın son maddesidir” diyerek yollara düşmüştü.
Sayın Kılıçdaroğlu’da benzer stratejiyi uyguluyor. Bana göre de “Adalet Yürüyüşü” için yollar yürümekle aşındırılmalı!
* Bir Hint Atasözü ile yazıyı sonlandırmanın tam zamanı; “Kuvvetine güvenerek zayıfları hor görenin, kuvveti başına bela olur.”
* Şeker Bayramınız Kutlu Olsun… T.Ç.