Nüfusun %50’sini, yani yarısını oluşturan biz kadınlar, eşit temsiliyetin sağlanması için başkan adayların yarısının, hangi partiden olursa olsun, kadınlardan oluşmasını, il genel ve belediye meclis üyeliklerinde ise bir kadın, bir erkek, fermuar yönteminin uygulanmasını istiyoruz. Taleplerimiz bununla bitmiyor elbette.
Konuk Yazar : Özlem ERGUN AÇANAL
31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk seçimleri olacak.
Bu vesileyle bu kentte yaşayan bir kadın olarak ve siyasi yaşamını büyük ölçüde kadın hakları mücadelesine adamış bir kadın olarak düşüncelerimi paylaşma ve tartışma hakkımı kullanmaya devam etmek istiyorum.
Bir önceki yazımda yerelde kadın/erkek temsiliyetiyle ilgili rakamlar vermiştim.
Bu yüzdelerin ne denli ayrımcı olduklarını tekrar vurgulamak istiyorum.
Aşağıdaki rakamları, EŞİK, Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun yaptığı ve yayınladığı bir çalışmadan aktarıyorum:
Ülke çapında yerel yönetici sayısı (Başkan, Belediye Meclis Üyesi, İl Genel Meclis Üyesi vb.)
Erkek, 284.212, %97, Kadın 7.883, %3
Büyükşehir Belediye Başkan sayısı, Erkek, 27, %90, Kadın, 3, %10
Büyükşehir İlçe Belediye Başkan sayısı, Erkek, 494, %95, Kadın, 25, %5
Nüfusun %50’sini yani yarısını oluşturan biz kadınlar, eşit temsiliyetin sağlanması için başkan adayların yarısının, hangi partiden olursa olsun, kadınlardan oluşmasını, il genel ve belediye meclis üyeliklerinde ise bir kadın, bir erkek fermuar yönteminin uygulanmasını istiyoruz. Taleplerimiz bununla bitmiyor elbette.
Sadece ülkemizde değil, dünyada da kadınların tanımlayıcısı erkekler olmuş hep.
Bu ikincil kılınma, nesneleştirilme ve vitrinleştirilme kadının karar verme hakkının ve özgürlüğünün kolayca kısıtlanmasına neden olmuştur ki bu zaten kadının yaşam hakkının elinden alındığı bir şiddet türüdür. Oysa yaşam hakkı en temel ve doğal bir haktır, yasalardan bağımsız olarak da vardır ve gerçektir. Modern devletin görevi olarak görülse de, görülmese de, anayasal veya yasal düzenlemelerle yazılmış olsa da olmasa da yaşamak ve özgür yaşamak bir haktır.
Yaşadığımız coğrafyada kadının nasıl giyineceğine, ne giyinmesi gerektiğine dair kararlar başlangıçta da günümüzde de erkekler tarafından alınmış. Ülkemizde, özellikle II. Meşrutiyet döneminde bu konuda önemli dalgalanmalar olmuş.
Ferace (Kıyafet-i Milliye) yerine çarşaf ve hicap getiriliyor ama bunu kimse istemiyor. Şemsiye bile aslında güneşlik olarak değil, bir tesettür aracı olarak kullanılıyor.
Kadınlar tesettür giysilerini ve aksesuarlarını da güzellik için kullanmayı bilince ise kıyamet kopuyor. Erkeklerde şevk uyandıracak davranışlardan kaçınmaları, güzelliklerini sadece kocaları niçin kullanmaları gerektiği tartışılıyor. Tabii erkekler tarafından! Ya evde oturmaları ya da mutlaka sokağa çıkmaları gerekiyorsa yüzleri dahil kapanmaları isteniyor. II. Meşrutiyet döneminde gazeteler ve kadın dergileri çoğalmaya başladığında iş daha da ciddileşiyor. Kör Ali vakası patlıyor.
Kör Ali, yanına aldığı bir grup insanla peçeli, örtülü kadınlara sırf sokağa çıktıkları için saldırıyor. Hristiyan kadınlara dokunmuyorlar. Dönemin zabıta ve polisi olaylara kararlı bir biçimde müdahale etmiyor. Ne yapmaları gerektiğine karar veremedikleri için II. Abdülhamit’e gidiyorlar. Kendisi “böyle şeyler için bana değil Bab-ı Ali’ye gidin” diyerek sorumluluk almak istemiyor.
Öyle ya, kime hoş gözükecek, şeriatçılara mı yoksa çağdaşçılara mı? İşi zor!
Bu dönem de benzer olaylar tekrar ediyor. Özellikle Ramazanda kadınlara acımasız saldırılar düzenleniyor ve kadınların asla sokağa çıkmaları istenmiyor.
İttihat ve Terakki’nin o dönem ki söylemi de gayet manidar. “Tesettüre riayet edin ki erkekler size saldırmasın, zabıta da zor durumda kalmasın”.
Şaşırdım. O dönem mi bu dönem mi bilemedim.
Kısaca o dönemin aydınlanmacı diyebileceğimiz yapıları bile dönüştürücü, reformist yapılar kurmak ve söylemler geliştirmek yerine toplumu olduğu gibi kabul edip kağıt üzerinde savundukları hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir biçimde hareket ediyor.
Nüfusun yarısını diğer yarısından koruyamıyorsunuz. Sizinle ilgili kararları, sizin haklarınızı ve özgürlüklerinizi yasalarla koruması gereken Devlet yerine kalabalıklar veriyor.
Sanırım en sade biçimde şöyle ifade edebilirim: Kadınlarla ilgili her türde hicap, tesettür, eğitim, bilim, kültür ve bunun gibi nice konu kadınlarla ilgili değil. Kadın sadece bunlara maruz kaldığı için var. Bir başka deyişle, erkeklerin birbirleriyle giriştikleri hegemonik tartışmaların nesnesi olarak var. Yeter ki iktidar alanları kadınlar tarafından daraltılmasın.
Yüzyılı aşkın bir süredir kadının tüm alanlarda, eşit haklarla var olma mücadelesinde kat ettiğimiz yol hiç de azımsanmayacak kadar uzun.
Dere tepe düz gitmemişiz. Çok zorlu yollar, dağlar, çağlayanlar aşmışız.
Buna devam edeceğiz. Yaşamın her alanında olduğu gibi siyasette de var olacağız.
Hem de yarı yarıya.