Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Bu kavga, son kavga…

2263

CHP en sonunda 2 MYK’ sı (Merkez yürütme kurulu ) olan bir parti haline geldi. Bugüne kadar daha çok parti içi kavgalar ile gündemde olan CHP şimdi geldiği noktada çok hassas bir konumdadır. Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesi ile halk nezdinde bir ivme yakalayan CHP aynı zamanda, değişim talebi olan bir parti görüntüsü vermiştir. Bu gelişme partinin çeşitli reflekslerine bağlı olarak, sağlıklı bir biçim kazanamamıştır. CHP, şimdi yol ayrımındadır.  
Tüzük noktasındaki gelişmelere bağlı olarak yaşanılanlar sonrasında, CHP ülkenin içinde bulunduğu koşulları doğru analiz ederek, ya değişim ve halkın beklentilerinin karşılığını verecek, yeni CHP olarak hareket edecek ya da mevcut statükosu ile halkın nezdinde itibarını kaybederek,  gerileyen bir partiye dönüşecektir.
Yaşanılan gelişmelerin esas yönü de tüzük ile ilgili gelişmeler olmayıp, CHP politikaları  noktasında  bir ideolojik yaklaşım sorunudur.
Kavgaların partisi CHP için yaşanılan bu gelişmeler son kavga olacaktır.
Halkın beklentileri, CHP’nin değişiminden yanadır.
Önder Sav ekibinin temsil ettiği çizgi, parti örgütleri içinde etkin bir çizgi olsa bile, sürecin çözümü noktasındaki bir kurultay durumunda, kamuoyunun beklentilerinin örgüt üzerindeki değiştirici etkisinin olabileceği beklenen gelişmeler kapsamındadır.
CHP kaderini belirleyecek gelişmelerin eşiğindedir.
Bu gelişmelerin tabiî ki ülke siyasal yaşamını etkileyen önemli sonuçları olacağını söyleyebiliriz.
Sorunun bu kapsamda, sadece parti içi bir sorun olmaktan öte bir önem taşıdığını unutmamak gerekir.
CHP bu süreç sonrasında yeni yönetim ve anlayışı ile ülke yönetimine aday olan bir dönüşümü yaşar ya da bir daha bu kavgaların yok olduğu bir tükenme dönemi başlar.
İşte bunun için bu kavga, son kavga olacaktır.

Demokrasi adına yaşadığımız olumsuzluklar…
Referandum sonrasında anti demokratik uygulamaların bir bir yoğunlaştığı bir  dönemi izlemekteyiz.
Bir de buna etnik , dini değerler üzerinden yapılan, barış dilinin yok olduğu aynı zamanda fiili birtakım saldırılara kadar varan operasyonlar eklenince, demokratik haklar itibarıyla ortaya karanlık bir tablo çıkmaktadır.
Gökçeada’da Rum vatandaşlarımızın mezarlarına yapılan saldırı oldukça düşündürücüdür, insanlık dışıdır.
Bu alanda bir duyarlık oluşturarak, böylesi insanlık düşmanı eylemlere karşı toplum olarak bir duruş yaratmalıyız ki; bu tür canice eylemlerin önünü alabilelim.
Bir turizm adası olma hedefi ile hareket eden Gökçeada, şimdi kurumları ile, halkı ile bu iğrençliği ortaya çıkarmalıdır.
Çıkarmalıdır ki; bundan böyle bu tür iğrenç olaylar ile anılmamalıdır.
Gökçeada bu konuda bir sınav verecektir.

İnsan hakları ihlalleri her alanda
Şehirlerarası otobüs firmaları tarafından yapılan bir uygulama çok ilginç; Resmen kişilerin özgürce seyahat etme hakları engellenmekte, kişilerin kimlik numaralarının kayıt edildiği bir kayıt sistemi ile insanların nereden nereye gittiği kayıt altına alınmaktadır.
Ulaştırma Bakanlığı’nın  bir genelgesine dayanılarak yapılan bu uygulama için hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunan kesimlerin bu uygulamaya karşı mücadele vermeleri gerekmektedir.
Yok eğer her isteyen kurum birtakım genelgeler ile temel insan haklarını ayaklar altına alabiliyor ise, vay halimize…

Ya çıkarılmak istenen yasalara ne demeli?
Son günlerde çıkarılmak istenen yasalardan bazıları şöyle:
“Görevinin gereklerine aykırı hareket ederek kişilerin mağduriyetine veya kamu zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan” kamu görevlisine, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörüldü. Mevcut yasada ise bu suçun cezası “1 yıldan 3 yıla kadar hapis”ti. Buna göre “görevi kötüye kullanmaktan ceza alan kamu görevlisi, kendisine üst sınırdan ceza verilse bile, cezası 2 yıl sınırında olacağı için “erteleme” hükümlerinden yararlanabilecek ve hapse girmeyecek.
Yine Başbakanımızın bir milli tehdit olarak nitelediği çevre mücadelesi veren yaşam savunucularını çok yakından ilgilendiren bir yasa ile çevresel değerler noktasındaki tasarruf, siyasi iktidarların insiyatifine  bırakılmaktadır.
`Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu tasarısı` ile Doğal Sit kavramından vazgeçiliyor, "Tabiat Varlıkları"nın tespiti, tescili görev ve yetkileri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’ndan alınıp Çevre ve Orman Bakanlığı`na devrediliyor. Bundan böyle tabiat varlıklarına ilişkin kararlar, bilimselliği ve özerkliği olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’nın yerine, 16`sı bürokrattan oluşan 20 kişilik Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu (UBÇK) tarafından verilecek. Kurulun bürokrat olmayan 4 akademisyen ile 2 STK temsilcisi üyeleri Bakanlık tarafından belirlenecek, Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Kurulları da valinin kontrolü altında olacak.
Yani; siyasi iktidara bağlı bir kurul tarafından tabiat ve biyolojik çeşitlilik korunacak…
Tabiî ki koruma denirse..
Yaşamın birçok alanındaki bu anti demokratik uygulamaların yoğunlaştırıldığı koşullarda herkese daha çok sorumluk düşmektedir.

Milli Eğitim Şura kararlarına dikkat.
Milli Eğitim Şurası`nda kesintili eğitim kararı verildi. Buna göre temel eğitim 1+4+4+4 biçiminde 13 yıla çıkarılacak.
İlk 4 yıllık bölümde ortaöğretime hazırlık için yönlendirme yapılacak.
Bu kararla imam-hatip ortaokullarının fiili olarak yeniden açılması gündeme gelebilecek.
Şurada, Değerler Komisyonu, din kültürü ve ahlak bilgisinin tüm öğretim kurumlarında verilmesi yönünde karar aldı.
Bu karar, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin anaokullarına kadar inmesinin yolunu açabilecek.
Bu hükümet her fırsatta bunu yapıyor.
Din esaslı bir devlet yönetimi hedefleri için her fırsatı kullanmaya çalışan hükümet tepkiler oluştukça da  “biz böyle yapmak istememiştik” deyip, geri adım atıyor.
‘Bir adım ileri, iki adım geri’  yerse hesabı…
Ya kadın özgürlüğünden bahsedenlerin kadın yönetici istememelerine ne demeli.
Şura da  2023 yılına kadar eğitimde kadın yönetici sayısının yüzde 51 oranına çıkarılmasına ilişkin öneri kabul edilmedi.
Ondan sonra “Yaşasın kadın hakları”…

Sermet ATADİNÇ