Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Biraz empati

Bir yerleşim yeri düşünün;140 bin nüfusu olan… Bu yerleşim yerinde 8 gündür sokağa çıkma yasağı uygulanmakta, en temel insani ihtiyaçların karşılanması engellenmektedir. Su, ekmek başta olmak üzere temel gıda maddelerine ulaşılamamakta, sağlık hizmetlerinden faydalanılamamakta, yerleşim yerine elektrik verilmemekte, iletişim ve seyahat özgürlüğü rafa kaldırılmış durumdadır. Üstüne üstlük hareket halindeki her şeye, çatılara yerleştirilmiş, uzun namlulu silahlara sahip keskin nişancılarla ateş açılmakta, tam bir imha politikası uygulanmaktadır.

1219

 Böylesi bir yerleşim yerinde siz olsaydınız,  ne düşünürdünüz?

Beş bin polis ile kuşatılan  top mermileriyle bombalanan bir kentte ancak halkına savaş açmış bir iradenin varlığından bahsedebiliriz.

Hiç bir gerekçesi olmayan böylesi bir uygulama, 1 Kasım öncesi 7 Haziran’da beklediğini alamamış bir siyasi iradenin amaçlarına ulaşmak için ortaya koyduğu bir planın parçasıdır.

140 bin nüfuslu bir yerleşim yerinde 8 gündür süren ne zaman sona erdirileceği bilinmeyen bu uygulama bir imha kararı olup, terörün kimler tarafından uygulandığını ortaya koymaktadır.

İnsanların cenazelerini kaldıramadığı, buzdolaplarında sakladığı, hastaneye gidemedikleri, dializ hastalarının tedavilerinin yapılamadığı, en temel yaşamsal ihtiyaçların 8 gündür karşılanamaması nedeniyle ciddi sıkıntıların baş gösterdiği milletvekillerinin, bakanların dahi o yerleşim yerine ulaşmalarına izin verilmediği koşulların hepimiz açısından bir karşılığı olmalıdır.

Bu karşılığı herkes empati yaparak değerlendirmelidir.

Ancak bu değerlendirmeleri yaparken;  şimdiye kadar orada aralarında çocuklarında bulunduğu 14 kişinin öldürüldüğünü unutmayalım.

Öldürülen bu kişiler adlarına varıncaya kadar belirlenip açıklanmış olmasına rağmen, devletin içişleri bakanı sadece 1 kişi, başbakan da hiçbir sivil ölmemiş diyorsa bir kez daha düşünmek gerekmektedir.

 Hem orada insanları öldür, hem de kimse ölmemiştir deyip, gizlemeye çalış.

Bu ancak niyeti kötü olanların bir gizleme çabasıdır ki, bunun ardında yatan; katliam iradesidir.

Zaten milletvekillerinin bölgeye ulaşmaları boşuna  engellenmedi!...   

Bir yerleşim yerinin böylesine yaşlı çocuk hasta demeden, imha uygulamalarına maruz bırakılması bölücülüğün ta kendisidir, kimlerin bölücülük yaptığı ortadadır.

Terör uygulamalarının sorumlularını arayanların, Cizre’de yapılan katliama bakmaları yeterli!...

Kendi geleceklerini garantiye almak için ülkeyi uçuruma götüren bu anlayışı mahkûm etmek bu anlayışın hükümete gelmesini engellemek adına 1 Kasım seçimleri şimdi çok daha önemlidir.

Barış ve huzurun tesisi için; 1 Kasım savaştan nemalanları, kandan beslenenleri, şiddet politikalarını rehber alanları halkına imha politikaları uygulayanları sandığa gömme zamanıdır.

1 Kasım’da barışın kazanacağı yeni bir sürecin ilk adımlarını atmış olalım.

12 Eylül askeri faşist darbesinin 35. yılındayız.

Ancak Cizre’de yaşadığımız insanlığı hedef alan bu uygulamalar 12 Eylül faşist uygulamalarının devamı niteliğinde olup, içinde bulunduğumuz koşulların özgün niteliği nedeniyle daha da şiddetlenerek sürdürülmektedir.

12 Eylül faşist darbe ruhunu içine çekenler böyle bir günde kongre yaparak, Cizre’de olduğu gibi baskı şiddet ve imha politikalarının takipçisi olduklarının mesajını vermektedirler.

35 yıl geçmesine rağmen faşist uygulamaların bu denli şiddetini arttırarak sürdürülmesi sistemin yönetemezlik krizinin geldiği boyuta işaret etmektedir.

Sistem yönetemezlik krizi ile saldırganlaşmakta, halklarında sisteme ve yönetime karşı memnuniyetsizliğinin arttığı bir süreçte mücadeleleri yükselmektedir.

Kazanan halklar ve emek olacaktır, barış kazanacaktır.