Bir emekçinin ölümü...
Bazı olaylar vardır ki, sizi bir anda bir boşluğun içersine taşır.
Bir şey görmez, bir şey düşünmez, bir şey hissetmezsiniz.
Bir anda ruh haliniz bir tuhaf olur.
Hepimizin böylesi dönemleri olmaktadır.
Böylesi süreçlerde ön plana çıkan daha çok öfkelerimizdir.
İşte ‘öfke kontrolü’ bu zamanlarda çok önemli bir konudur.
Yaşadığımız travmanın etkilerinden kurtulup, rasyonel olmanın tekniklerini geliştirmeliyiz.
‘Duygu kontrolü’ dediğimiz mekanizma işte budur.
Pazar sabahı idi.
Acı bir siren sesi ile uyandım.
O ses, nedenini bilmeseniz de hemen sizi gerer.
Ne de olsa olağan üstü bir durum vardır.
Gayri ihtiyari etrafınıza bir bakar, ne olduğunu anlamaya çalışırsınız.
Bilgiye ulaşamaz iseniz kısmen bir rahatlarsınız; gerçeklerin farkında olmamanın ruh halidir.
Beyninizin bir yanında acaba sorusunun cevabı sizi bir şekilde dürtse de, günlük hayat artık normal akışındadır.
Ta ki bir şekilde o sirene neden olan olayın ne olduğunu öğreninceye kadar.
Pazar günü gazete sayfalarına bakma zamanı gelince işte o an da geldi.
Önce bir hüzün-acı, arkasından öfke dolu bir hal aldım.
Barışkent‘te mantolama işinde çalışan bir işçi, iskelenin çökmesi sonrası yaşamını yitirmişti.
Yaşadığım sitede de mantolama işininin sürüyor olması, çalışanların ne denli zor koşullarda çalışmalarını sürdürdüklerini izliyor olmam nedeniyle olaydan daha çok etkilendim.
Geçen yıl karşı blokta çalışan işçileri izler iken çok karışık duygular yaşadım.
Bu kadar güvencesiz koşullarda,her an ölüm tehlikesi altında yapılan çalışmayı gördükçe; Türkiye gerçekleri ile yüzleşme gereğini bir kez daha öfke ile gündemime aldım.
İnsana verilen değer bu denli acımasız olamazdı.
Hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği şartlar altında çalışan bu insanlar için neden hiçbir önlem alınmaz, önleyici, iyileştirici bir çaba geliştirilmez idi.
Evine ekmek götürmek, çocuklarının ailesinin ihtiyacını karşılamak için üç kuruş para kazanmak amacıyla güvencesiz, sağlıksız koşullarda çalışan bu insanların sorunlarının çözümü için ne zaman bir şeyler yapılacak?
Unutmayın ki bu konu bir ülke gerçeğidir.
2006 yılı sosyal güvenlik verilerine göre iş kazaları sonrasında yaşamını yitiren insanların sayısı 1171`dir.
Bu rakamın, kayıt altındaki işçiler bazında olduğunu unutmayın.
Yine iş kazası itibarıyla yaşanan ölümlerin %25’inin inşaat sektöründe olduğu gerçeğinden hareket ederseniz bir Pazar sabahı yaşanılan bu ölümün ülkemizin acı gerçeği olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.
Peki bu acıları daha ne kadar yaşayacağız.
Buna dur diyecek kimse yok mu?
Bu biziz; insanca, hakça, demokratik,insanın insanı sömürmediği özgür bir toplum için yaratacağımız örgütlü gücümüz ile bu acılara son verebiliriz.
Yaşama, insan odaklı yaklaşan politikanın hakim olduğu gün bu acılardan kurtulabiliriz.
Benim projem daha çılgın
Bir mimar, Çanakkale’den, İstanbul’a hızlı tren ile 40 dakikada ulaşılabileceği noktasında “çılgın” projesini açıkladı.
Şimdi ben de bir proje açıklıyorum; daha çılgın.
Ben de ışınlama yolu ile dakikalar içersinde bu yolculuğu sağlayacağım, hem de indi, bindi, transfer zamanları da dâhil.
Bir çılgınlık modası aldı başını gidiyor.
İçinde bulunduğumuz nesnel koşullardan bihaber, tamamıyla spekülasyon amaçlı bir proje furyası içindeyiz.
Ne altyapısı, ne kaynak sorunu, ne planlama verileri, göz önüne alınmadan gündeme getirilen böylesi konular şimdilik birer hayal.
Halkımızı böylesi hayaller ile oyalamanın toplumsal altyapısında başka gerçekler var.
İşte böylesi vaatler nedeniyle en yakınımızda gelişen en vicdani olaylar karşısında bile duyarsız olduk.
Mantolama işinde çalışan işçi düşüp ölmüş , kimin umurunda;sen baksana 40 dakikada İstanbul’da olmanın “dayanılmaz mutluluğuna”...