Bir başka bayrama…
Bayram öncesinde ülkemizin en temel sorunu ‘şiddet’ konusunda ‘barış’ alternatifi için iyi dilek temennilerinde bulunuldu. Aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, akademisyenler çok çarpıcı gerçekler ile bu konuyu tekrar kamuoyunun gündemine getirdiler. Dünya Barış Günü nedeniyle bu temenniler daha bir anlam kazandı. Fakat yaşamın gerçeklikleri sonrasında bir kez daha düşünmek zorunda kaldık. Mayın patlamasıyla öldürülen üç askerimiz, barış istediği için silahlara kalkan olmak isteyen bir Kürt vatandaşımızın ateşli silahla öldürülmesi, cenazesinde vatandaşa yapılan saldırılar bu kısa zaman diliminde yaşanılanlar olarak içinde bulunduğumuz durumun sıcaklığını ve önemini bir kez daha gösteriyor.
Barışa her zamankinken daha çok ihtiyacımız olduğu, barıştan başka alternatifimizin olmadığı koşullarda bu talep için şimdi daha çok özveri göstermek zamanı.
Özveri ile birlikte daha yalın, taleplerin daha net, anlaşılır, özellik ile başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi Türk halkının desteğini kazanmış bir barış iklimini oluşturmak zorundayız.
Demokratik siyasetin hakim olduğu, şiddetin kabul edilmediği, PKK’nın silahlarını bıraktığı, operasyonların durdurulduğu, demokratik ve özgürlük taleplerinin anayasal zeminde gerçeklik bulduğu, çözüm zemini üzerinde “ama”lardan ve “şüphe”lerden arındırılmış bir barış süreci hepimizin birincil talebi olmalıdır.
Özellik ile siyasi partilerin bu konudaki dili ve yöntemleri bu sürecin gelişimine zemin yaratmalıdır.
İntikam ile meydan okumak ile yapılan siyaset, ülkemizi her geçen gün daha çok kan ve şiddet sarmalına götürecektir.
Bu konuda sorumluluk alma zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Tüm temennim; şiddetin bertaraf edildiği barış adımlarının toplumsal gelişimde belirleyeceği olduğu bir sürecin başlamasıdır, bir başka bayramda bayram tadında günler yaşamak umuduyla…
Bizim siyasilerimiz…
Genel siyasal sistemin tercihleri ile ülkemizde yaşanılan gerçeklikler malumunuz.
Bu görüntünün yerel versiyonundaki bazı figürleri inceler isek, siyasetçi profilinin toplumsal pratiğe olan etkilerini daha iyi görebiliriz.
Karabiga Belediye Başkanı daha 4 ay öncesine kadar, beldesinde kurulmak istenen termik santrallere karşı durup halkı ile birlikte yaşamın savunulması adına çeşitli tepkiler organize eder iken, öyle bir U dönüşü yaptı ki; beldesi için termik santralin gerektiğine hükmetti.
Siyasetçinin bu “ilkeli” halini bir yere not ediniz.
Bir de AKP Merkez İlçe Başkanı var ki, hep söylüyorum; bu tespitim, irademin dışında AKP’ye verilen bir destek olsa da söylemeye devam edeceğim.
Bu başkan AKP’ye zarar vermektedir.
Şunu da unutmamak gerekir; siyaset, kişilerden bağımsız kurumsal gerçekler ile yapılır.
Özet ile merkez ilçe başkanı söyledikleri ile partisine zarar veriyor olsa da, AKP gibi kurumsallaşma iddiasındaki bir parti için başkanın sözleri kendi politikalarıdır.
İlçe başkanı daha evvel de belediye çalışmalarına ilişkin mantıksız bir takım suçlamalar ile gündeme gelmişti.
Festival döneminde de sanat düşmanı düşünceleri temelinde Çanakkale Belediyesi’ni suçlama gafletinde bulununca, Başkandan aldı cevabını.
“Biz sansür görevlisi değiliz “diyen Belediye Başkanı adeta özgürlük dersi verdi.
Geriye liderlerinin de aynı sanatçının heykelini ucube diyerek yıktırdığı bu sanatçının karikatürlerinden rahatsız olan bir sanat düşmanı anlayış kaldı.
Bu tartışmaların Çanakkale’de yaşandığı günlerde aynı sanatçının yaptığı Datça’da Şair Can Yücel’in mezarı yıkıldı.
Zincirin halkalarını ekleyin birbirine bakalım, ne göreceksiniz?...
AKP İlçe Başkanı, gaflarını bu sefer Kepez Belediye Başkanı üzerinden sürdürdü.
“Belediye çalışanlarının Mutan tarafından atılması” suçlaması ile başlayan polemiklere Mutan’dan cevap gelince AKP İlçe Başkanı bu kez de çuvalladı.
İşten atılma suçlamasından vazgeçildi, yeni polemikte “baskılandılar” iddiası
devreye alındı.
Daha evvel de söyledim, şimdi de söylüyorum; ilçe başkanı konuştukça batıyor.
“Söz gümüş ise, sukut altındır” atasözümüz, altının bu denli yükseldiği koşullarda şimdi çok daha değerlidir.