Damla Yeltekin

damlayeltekin@gmail.com

Barış! Ama ne kadar?

1424

3 Konfederasyon ve yüzde 30`luk payda

Türkiye ve dünyanın ilginç bir atmosferden geçtiği bu tarihler, yüzyıllar sonra da konuşulmaya, araştırılmaya devam edilecek. Siyasi, ekonomik, bilimsel yanlarının yanı sıra; sosyolojik araştırması da çok fazla tezde kullanılacak, araştırılacak.
Çünkü çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Çocukluğu, gençliği ya da ilk gençlik yılları 90`lrda, 80`lerde geçen; 70`ler ve 80`lerin siyasi mbir şekilde tatmış kimseler bir yana dursun; ardımızdan gelen yeni kuşak hayli ilginç. 
Ne zaman ne yapacakları belli olmayan, olmadığı gibi kiminin çok geriden kiminin ise çağın ilerisinden gittiği bir dönemde; eski jenerasyonlar; geçmişin girdaplarında takılıp kalmışız. Dur durak bilmeden aynı soruları soruyor, aynı cevapları almamıza rağmen başka sorular sormamak için üstün bir çaba sarf ediyoruz. 
Her birimiz diğer topluluktan üstünmüşüzcesine, bir diğerini yaftalıyor; kendi hakkımızı en üst basamaktan görüyoruz. Varlığımızın en haksız hali dahi, diğerlerinin haklarından üstün.
 
Bu kanıya bir fıkrada rastladım.
Zar zor çocuklarını okutmuş bir emekli bir kadın.
Hizmet sektöründe çalıştığı için pandemi döneminde kısıtlamalar nedeniyle geçimini zar zor idame ettiren bir baba.
Yıllarca çalışmasına karşı emeklilik hakkını yeni elde edebilmiş bir EYT`li.
Asgari ücretine ve doğalgaz faturasına aynı oranda gelen zammı düşünen bir işçi.
Asgari ücretlinin haklarını savunan ama kendi kamu emekçisi maaşının daha yukarda olmasını dileyen bir kamu çalışanı.
 
Bir cumartesi gününde "merhaba" dediler. Her birinin dudaklarından çıkan "merhaba", "ekonomi" ye dönüştü.
İster hayat pahalılığı deyin ister enflasyon.
Netice aynı. 
 
EYT`lilerin neden erkenden emekli olduğunu, emeklilerin neden bayram ikramiyesi aldığını, asgari ücretlinin oranına göz dikip neden memurlara az zam yapıldığını diye devam eden ilginç cümlelerle dolu trajikomik bir fıkra gibiydi cumartesi günü. 
Fıkrada asgari ücretteki artış nedeniyle işinden olan işsizler ordusuna katılan Temel yoktu sadece.
 
"Barış...
Ne kadar barış?
Barış! Ama ne kadar?" sorusu da tam burada devreye girdi.
 
Toplumsal barışı kaybettik. Kimin ne kadar aldığına, ne kadarla nasıl geçindiğinin derdine düştük. Z kuşağı, "Bu benim hakkım, sinemaya gitmek, istediğim kıyafeti almak, okurken çalışmamak; benim hakkım" derken;
Haklar ve korunması konusunda bunca deneyimi olan eski jenerasyonlar, yanlış soru sorma girdabında, şeytan üçgeninde kaldı.
 
İnsan onuruna yakışır yaşamak, herkesin, her kesimin refahını düşünmek gibi ince işler, eski romanlarda ve şiirlerde kaldı. 
Birlik olmadan çözüm ne kadar olabilir?
Toplumsal barış, sanki güneşte kalmış bir balon gibi söndü. Herkes kendi derdine düştü. 
 
Bir parantez açalım.
Kamu emekçilerine
Yüzde 25+5`lik yani toplamında yüzde 30`lum zam karşısında birliklerini korudular. İş bırakma eylemleri, bordro yakma protestoları, tüm Türkiye`de olduğu gibi Çanakkale`de de oldu.
2 gün boyunca farklı saatlerde, kamu emekçilerinin örgütlü bulunduğu konfederasyonlar, sokağa indi. Ve "geçinemiyoruz" dedi.
"Enflasyon karşısında maaşlarımız eridi" dedi.
"Gelir vergisi dilimleri yeniden düzenlensin" dedi.
3 farklı konfederasyon olmasının nedeni, farklı görüşler. Her birinin farklı paydaları, yaklaşımları; istek ve talepleri olduğu aşikar. 
 
Ama aynı konuda, bir araya gelememeleri de;
"Barış...
Ne kadar barış?
Barış! Ama ne kadar?" sorusunu yeniden devreye soktu.
 
3 konfederasyon üyesi kamu emekçilerinin farklılıkları bir yana dursun; yüzde 30`luk zam konusunda, yüze 30`luk payda da neden buluşamadı?
 
3 konfederasyon üyesi kamu emekçileri, iş yerlerinde birlikte ter dökerken, işlerini layıkıyla yerine getirirken, birlikte çay, kahve içerken; neden bir araya gelemedi?