AN GELİR...
An "o an"dır hayatta. Ertelediğinse, yaşamadan tükettiğin; yaşanmaz bir daha. Benzeri yaşansa da "o an"ı yaşatmaz ve "o an" bazen bir ömürdür aslında...
Ne çok erteliyoruz kendimizi... Yapmak zorunda olduklarımızı erteliyoruz, yapabileceklerimizi erteliyoruz. Yapmamız gerekenleri, sorumluluklarımızı, düşlerimizi, sevgilerimizi, sevdiklerimizi, gidilesi yolları, yolculukları, sevinçleri, korkuları, umutları, mutlulukları, coşkuları, okumayı, yazmayı, merhabaları erteliyoruz.
Ne çok bahaneler üretiyoruz kendimizi, hayatı ertelemek uğruna. Kendi kendimize yalan söylüyoruz; aslında kendimizi, yaşamı ne çok ucuza harcıyor, boş yere tüketiyoruz.
Hepimizin sorumlulukları, zorunlulukları var mutlaka. Ne var ki, sadece bir kez geliyoruz dünyaya, ömür bir defalığına bağışlanıyor cana...
Ömrün uzunluğu değil değerli olan, ömrün doluluğu. Kaç kişi için ardından "Dolu dolu yaşadı, yaşamına anlam kattı." diyebildik bugüne kadar. Başkalarını bırakalım, kendimiz için yaşam ne kadar anlamlı. Salt ölüm korkusundan kaynaklı bir yaşama sarılmak değil, yaşamı anlamlı kılmak için biz hayata ne kattık?
Hep korkular, sorumluluklar, zorunluluklar ağır bastı. Hep bu yüzden hayatı, kendimizi ıskaladık. Kaçımız bu sabah uyandığında güneşi gördüğü için gülümsedi; kaçımız sırf canı istedi diye plansız, programsız, bavulsuz, çantasız düştü yollara? Kaçımız bugün işler bensiz de yürür deyip, postu bir ağaç gölgesine serdi? Kaçımız sabah ilk gördüğüne yürekten, sıcacık bir günaydın diyerek esenledi? Hangimiz, yaşamı değerli kılan güzelliklerin değerini anlatan ayrıntıları fark ettik?
Bu sabah gazetelere göz atarken, kimler cinayet, siyaset, göçler, yangınlar, selleri anlatan haberlerin dışında yeni buluşları, sanat etkinliklerini, yaşama dair güzellikleri anlatan haberleri, yazıları istekle, keyifle okuyup, hazmetti?
Mutlak, yaşamı değerli ve anlamlı kılan şeyler de oluyor dünyada. Fakat hep erteliyoruz, görmezden geliyoruz, öteliyoruz. Varsıllık, yoksulluk, yoksunluk yaşamın yadsınmaz gerçeği. Yine de bunlara rağmen, yüzümüze bir tebessüm yayılmasını sağlayacak pek çok şey var. Hiçbir olumsuzluk kendimizi ertelemeye, yaşamaktan geçmeye değmez.
Nice dertler zaten hep musallat insanın başında. Ama öyle bir tad var ki, en yoksul çocuğun bile oyuna daldığında gözlerindeki bakışta. Bir çiçeğin boylanışında, yavru kedilerin birbiriyle dalaşında, yollarda, sularda, doğada...
Bugün geçtiyse de yarın ertelemeyin kendinizi... Gidin seyredin göğü, dağları, denizi. Beklenmedik bir öpüş kondurun, şaşırtın sevdiğinizi.
An "o an"dır hayatta. Ertelediğinse, yaşamadan tükettiğin; yaşanmaz bir daha. Benzeri yaşansa da "o an"ı yaşatmaz ve "o an" bazen bir ömürdür aslında...