akadirkenar@hotmail.com
Gözlerimle şahit olduğum olaylar karşısında sabrım o kadar güçlüdür ki, hep gülerek atlatmaya çalışırım. Bi nevi yarı delilik haline geçerim. Ama beynim de yanar!
İşte geçen gün bir lokantada oturduk, birazcık sosyalleşiyoruz. Dertleşiyoruzu artık kullanmıyorum, çünkü heryer dert oldu! Dertsiz ve bir de göbeksiz arkadaşımız kalmadı desek yalan olmaz. Neyse biliyorsunuz bu sosyalleşme işletmeleri saat dokuza kadar açık. Dokuzu bir gece polis korkusu adamlara ter attırmaya başlıyor. Müşterinin önündekileri toplamaya, ışıkları söndürmeye falan da başlıyorlar.
İşte o gün oturduğumuz işletmeye Romen uyruklu iki masa gelip oturuyor. Saat da sekizi gösteriyor. Muhtemelen pansiyona yerleştiler ve akşam yemeği yiyecekler. İşletme sahibi boş masalara bakarken üzüntüden verem olmak üzere olduğu için, yabancılara kimse bişey de demiyor. Zaten dil bilen de yok. Dilsiz sağırlar gibi anlaşıyor millet. Masa kuruluyor. Mezeler söyleniyor. İçki açılıyor. Sıcaklar da söyleniyor. Bir bakmışsın saat dokuz olmuş. Hadi buyur! Şimdi elin turisti gelmiş Çanakkalemize. Hani onlarca turizm derneği olan ve hersene turizmde çağ atlamaya ant içen memleketimize. Ne olcak şimdi. Bu turist masası biz Türkler gibi, daha karınlarını doyurmadan masadan kalkıp gidecekler mi?
Evet onun için diyorum ki, acil müdehale sadece hastanelerde olmaz. Bu konu da acil müdehale isteyen bir vaka! Bilmem kaç yıldır Lokantacılar odası başkanı olan Selahhattin beye iş düşüyor değilmi. Ya da Odalar Birliği Başkanı Ünal beye. Ve ya da ÇTSO`nun yönetimindeki ilgili kişiye. Ne yapmaları lazım? Anlatayım. Valiye gidecekler; "Sayın valim, biz Türkler alıştık. Yedi de kalkarız, dokuz da. Ona kadar oturun hadi derseniz, seviniriz bile. Ama, bu turistler meram anlamıyor. Gezmeye, yemeye içmeye geldik biz diyorlar. Biz hakkımızı onlara veriyoruz. Onlar güzel güzel oturup yesinler içsinler. Otellerdeki gibi. İşletmeler de üç beş kuruş daha kazansın ki, yapılandırdıklarını borçlarını ödeyebilsinler" değil mi. Burasının turizm kenti olduğunu ve diğer illerden ayrılması gereken tedbirler gerektiğini anlatmayacakmıyız?
İl Sağlık Müdürü pansuman yapıyor!
Ali Taşçı adındaki zatı zar zor gönderip, yerine sağlık camiasının sevilen bir üyesi olan Opr. Dr. Gökhan Baştürk`ü müdür yaptıktan sonra, çalışanlar derin bir nefes aldı. Beyinlerine oksijen gitmeye başladı. Ve yeni müdürümüz Baştürk`te durumu gayet iyi bildiği için, ilden başlayarak ilçe ilçe hastaneleri gezmeye başladı. Bir nevi bayramlaşma yapılıyor. Yaralar sarılıyor. Pansuman yapılıyor. Gördükçe hoşuma gidiyor. Hepsine en içten dileklerimle mutluluklar diliyorum. Kolay gelsin diyorum.
Biga Sancağının kitabı!
Biga`dan çıkmış ve Biga`yı çok seven araştırmacılar İbrahim Dizman ve İsmail Şen, sipariş üzerine "Belgeler Manşetler ve Fotoğraflarla Geçmişten Günümüze Biga Ekonomisi" kitabını hazırlamışlar. Bu hafta tanıtım yapıldı. Bende davetliydim, ama gidemedim. Buradan herkesi tebrik ediyorum. Ve tez zamanda kitabı elime alıp incelemek istiyorum.
Ama Biga ekonomosini çok güzel anlatan bir söylence vardır. Acaba onu kitaba koydular mı? Hani bir Yahudi tüccar Biga`ya gelir, bir hana yerleşir. Akşam yemeğini söyler oturur yer. Bu arada der ki, şu hayvancağızıma da bir yiyecek verebilir miyiz. Bigalı der ki, karpuzun içini sen ye, kabuğu da atın yesin. Ve tüccar sabah kalkar Biga`dan ayrılır. Bize burda ekmek çıkmaz der. Bigamıza selam olsun..
Maden işçisinin alın terini ödeyin!
Posta kutuma bir mesaj gelmiş; "Selam Kadir abi. Yenice ilçesinde, Karaköy GPM madencilik şirketinde çalışıyoruz. Mayıs 17`de ücretsiz izne çıkarıldık. 15-20 kişi Ocak kapandı. Nisan, Mayıs maaşları kaldı. Vermiyor şirket. Geçen yılda böyle olmuştu. Sizin yazınca verdilerdi. Bizi yine haber yaparmısın"
Yaptım gitti, arkadaşlar. Ölümle burun buruna çalışan ve her yıl onlarca kazada yaşamlarını yitiren bu cefakar insanların emeğini alın terleri kurumadan ödemek gerekirken, bu yaptığınız hiç hoş değil. Lütfen, ödeyin işçilerin alacaklarını.