“YÖK TABUSU” VE KADROLAŞMA
Ali Can GÜN-
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Sınıf Öğretmenliği Bölümü öğrencisi
YÖK... 32 yıldır bu ülkenin gençlerinin, akademisyenlerinin ve üniversite bileşenlerinin tepesinde; her gelen iktidar ile birlikte yenilenen, her gelen iktidar ile birlikte kaldırılması gündeme gelen ve eline geçen her fırsatta üniversiteleri üniversitelerin temel bileşenlerine zindan eden nam-ı değer Yüksek Öğretim Kurulu!...
12 Eylül sonrası gerek darbe gerekse “sivil” hükümetlerin ortaya koyduğu eğitim programlarında, darbe öncesi üniversitelerde görülen bilimsel ve demokratik eğitimin önüne geçilmesinin “nasıl” olacağı konusu tartışılmış ve bu eksende ortaya konan yasalar ve eğitim programları olmuştur. Özellikle 1980 sonrasında üniversitelerin piyasaya, ranta açılması ve devamında bu piyasacı eğitimin bir model olarak eğitim sisteminde yer alması; sermaye hükümetlerinin temel görev haline getirdiği bir iş olarak görülmektedir. Öyleki, her geçen süre zarfında Bologna süreci ve GATS anlaşmalarıyla birlikte kampüslerin Teknopark’lara dönüşümü süreci; sermayenin doğrudan üniversitelerde görev almalarıyla ve yine doğrudan üniversite yönetimlerinde söz sahibi olmalarıyla sonuçlanacaktır. Bu da açık ve net bir biçimde; üniversite dışı piyasa aktörlerinin(kentte bulunan ticaret ve sanayi kuruluşları patronları, en fazla vergi verenler listesinde başı çekenler vb.) üniversite yönetiminde doğrudan yer almasının önünü açmıştır.
Elbette ki bu durum, yani bu süreç ve antlaşmalar YÖK’den bağımsız ve ayrı olarak ele alınamaz. Ancak sermayenin bu denli üniversite ve eğitimin içine girmesinin temel nedeni olarak da gösterilemez.
Yazının başında da belirttiğimiz gibi her gelen siyasi iktidar ya YÖK’ü kaldıracağını, ya da yenileyeceğini söylüyor. Bunun en somut örneği olarak AKP hükümetinin iktidara geldikleri dönemde sıklıkla bu sözcükleri söylediklerini dün gibi hatırlıyoruz. Kaldı ki hiçbir dönemde akademik personele ve üniversite gençliğine bu siyasi iktidardan daha fazla baskı, şiddet, mobbing, sürgün, uzaklaştırma vb. cezalar, uygulamalar yapılmamıştır. Gelinen noktaya baktığımızda bugün AKP hükümeti eğitimin gericileştirilmesi ve kadrolaşma konusunda tüm Avrupa’ya ders verecek nitelikte bir kapasiteye sahiptir. Bunun içindir ki; bugün siyasi iktidar işlevsel anlamda YÖK gibi bir kuruma ihtiyaç duymadan da baskıya, şiddete, mobbinge devam edebilir, ediyorda!...
Bugünün üniversite yönetimlerinde Bologna süreci hala tam anlamıyla hayata geçememesine rağmen; AKP hükümetinin bir an önce bu süreci hızlandırmak ve sermayeyi eğitimin tam anlamıyla öznesi haline getirme çabaları devam ediyor. Özellikle eğitimin gericileştirilmesi ve yine özellikle üniversitelerde kadrolaşma her geçen gün artarak devam ediyor. Daha geçen sene Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde Psikoloji bölümüne alınacak öğretim elemanları için temel kriter “yaşam olaylarına dini yaklaşım konusunda çalışmış olmak” olarak belirlenmişti. Yine Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde yaşanan ve daha üzerinden 1 ay bile geçmeyen ve tarihte bir ilk olan asistan sürgünü yaşanmıştır. 4.5 senedir kadro bekleyen bir doktor asistan, ilçeye sürgün edilmiştir. Bu kadrolaşma ve gericileşme, özellikle 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra yani “eski dost’un” “paralel yapı” sıfatını kazanmasından sonra daha da artarak devam edecektir.
Evet, yine bir 6 Kasım yaklaşırken bu tartışmaları sürdüreceğiz. Ama asıl olan; tüm üniversite birimlerinden akademisyenlere, gençliğin ileri kesimlerinden ÖTK’lara ve üniversite topluluklarına; birlikte, örgütlü ve daha dinamik bir şekilde 6 Kasım’ı örgütlemek olmalıdır. Yani artık YÖK’ün sadece tepemizde değil; üniversitemizde olduğu bilinciyle!...