Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

“ŞÜPHE”Lİ DEMOKRASİ!...

2517
İlginç gelişmeler yaşanıyor!...
Gündeme önemli başlıklar düşüyor!...
Her birinin ayrı ayrı üzerinde durulması, tartışılması, irdelenmesi gereken manşetlik başlıklar!...
 
Birbirlerinden ilintisizmiş gibi görünen ama biraz derinlemesine bakıldığında; hukuk açısından, demokrasi açısından ele alındığında, aynı zemin üzerinde gerçekleşen, görünen ve görünmeyen, açık ve kapalı, yüzeyden ve derinden bağlantıları ve ilişkileri olan olaylar ve olgular olduğu söylenebilir.
Şimdi buradan, geçtiğimiz günlerin manşetlere düşen, gündeme oturan, tartışılan olaylarına dönebiliriz.
 
Bilindiği ve beklendiği üzere, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü Devlet Denetleme Kurulu tarafından hazırlanan rapora göre “şüpheli” bulundu… Aslında bu şüphe, toplumun çok önemli bir kesiminde, bugüne kadar süregelen, giderilemeyen şüphe idi…
 
Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu, Turgut Özal’ın ölümüne duyulan bu şüpheleri bir anlamda resmileştirerek, “resmi şüphe” olarak tescilledi.
 
Ötesi, bu şüphe üzerinden yürüyecek, sonuçları ortaya çıkaracak kurumların görevidir… Ancak, Turgut Özal’dan sonra Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in DDK raporu üzerine; ölümün normal olduğunu ve raporda belirtilen şüphelere katılmadığını belirtmesinin, her anlamda altını çizmekte yarar var.
 
Turgut Özal’ın ölümü(!) yaşadığı dönemin ve sonrasındaki, ülkemiz ve yakın coğrafyamızdaki gelişmelerin ele alınması ve değerlendirilmesi, ortaya çıkan siyasi gelişmeler ve değişimler, yeni şekillenişler üzerinden ve onunla birlikte anlaşılabilir.
 
Ve yine Turgut Özal’ın bütün bu genel tablo içerisindeki rolünü doğru anlamak, sağlıklı sonuçlara; şüphelerin giderilmesine, ortaya çıkan sonuçların doğru değerlendirilmesine yol açacak özel bir öneme sahiptir.
 
Yalnızca bu da yetmez!... Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu ve diğer şüpheli ölümlerinde aydınlatılması bir zorunluluktur!...
 
Yine, geçtiğimiz günlerin önemli bir başlığı ise; Başbakan’ın “…beni alın!” çıkışıyla başlayan Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili tartışmalar oldu. Ancak, çoğu kesimin beklediği gibi ve şimdilik (işin sonunun nereye varacağını bilemediğimiz için) ÖYM’lere ilişkin bir tasarı ve teklifin olmadığı açıklaması ile konu bağlanmış oldu.
 
Birçok çevre, Başbakan’ın Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili tavrını Gülen Cemaati ile Hükümet arasında yaşanan güç ve iktidarı paylaşma savaşının bir sonucu olarak ortaya çıktığı savını ileri sürmüştü. Hal böyle olunca, bu açıdan da özellikle Başbakan’ın Türkçe Olimpiyatları kapanış törenlerinde yaptığı konuşma ile sulhe erdiğini ve yine şimdilik kaydı ile söyleyebiliriz.
 
Başbakan’ın burada Fethullah Gülen’e “yurda dön” çağrısı, son dakika haber ve yorumlarında, uzatılan bir “zeytin dalı” olarak yorumlandı.
 
Bir başka gelişme, “Kürt sorunu” üzerinden şekillendi.
CHP Kürt sorununun çözümü için Başbakan’la görüştü.
Kılıçdaroğlu’nun önerisinin bir ayağını, partiler arasında oluşturulacak ortak bir mekanizma ve çalışma önerisi oluşturuyordu.
Ancak, MHP’nin CHP önerisini ve görüşme talebini kesin bir dille geri çevirmesi, Kılıçdaroğlu’nda en hafif deyimiyle bir şaşkınlık yarattı.
Bu aşamadan sonra, CHP Genel Başkanı bütün öneri ve çözüm çabalarını MHP’nin katılımına endeksli olarak ileri sürmeye veya çark etmeye başladı.
Sayın Kılıçdaroğlu, MHP’nin Kürt sorununa yaklaşımını sanki hiç bilmiyormuş gibi, sanki yeni öğreniyormuş gibi ve sanki MHP’nin tarihsel köklerinin “Kürt yoktur” tezi üzerinden şekillendiğini duymamış, okumamış gibi politik sığlık görüntüsünü ortaya koymuş oldu.
Eğer Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi, Kürt sorununun barışçı, demokratik, gönüllü birlikteliği esas alan bir politik zeminde çözülmesini istiyorsa, kimleri yanına, kimleri karşısına alacağını; şovenizme cepheden karşı çıkmadan bu sorunun çözülemeyeceğini bilmelidir.
Yol; yürümek isteyenle yürünür, ayak sürüyenle değil!...
 
Bu tartışmalara, son dakika gelişmesi olarak Leyla Zana farklı bir noktadan, başka bir not düştü.
Önümüzdeki günlerde tartışacağız…
 
Önemli bir başka gelişme; Atatürk Havalimanı’nda Hava-İş’e bağlı çalışanların grevlerinin yasaklanması ve 305 çalışanın işten çıkarılması oldu.
Direniş devam ediyor!...
Hava-İş’e protokol destekleri sürüyor!...
Nedense; Türk-İş üst yönetiminin ve destek sunan diğer kesimlerin aklına, “nezaket ziyareti” dışında daha etkili destek yöntemleri gelmiyor.
 
Şimdi, yukarıya birkaçını aktardığımız gelişmeler, görünüşte birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen olaylardır.
Ancak, insani değerler, demokratik normlar, evrensel hukuk standartları genel çerçevesinden baktığımızda; tüm işaret edilen bu olayların, ortak bir paydada toplandığını söyleyebiliriz.
Aslında, birden fazla ortak payda saymak da mümkün…
Ancak biz, esasa ilişkin olanının altını çizmek istiyoruz.
 
Birincisi ve esas olanı; hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik bir siyasal sistemin olmayışı ve buna bağlı olarak, düşman konseptinin varlığını sürdürüyor olması, devleti koruma adına bir takım oluşum, organizasyon ve kişilerin yasaların, hukukun dışına çıkarak, suç işleme özgürlüğünü(!) kendilerine hak görmesi.
 
Çoğalan her şüphe bilinmelidir ki; hukuku ve demokrasiyi de şüpheli hale getirir.
En azından toplumda böyle bir algının oluşmasına zemin hazırlar.
Ülkemizde yaşanan bunca faili meçhul cinayet, şüpheli ölüm, bunca veriye, bunca “şüphe”ye rağmen aydınlanmamış olmasının hizmet ettiği nokta, yarattığı toplumsal algı demokrasiyi şüpheli hale getirmiştir.
 
Bu şüphe, şüpheler; hukuk dediğiniz, demokrasi dediğiniz kavramları her gün ve yeniden, biraz daha aşındırır, güvenilmez kılar, şüpheli hale getirir!...