Yaşananlar tam bir çılgınlık haline dönüştü.
Soykırım sözcüğünü engelleme diplomasi olarak gündeme getirilen bu organizasyon zaten içerik olarak çuvallanarak başlanmıştı.
Başbakan Davutoğlu “tehcir bir insanlık suçudur “ diyerek şunları kaydetmişti: "Acıları karşılaştırıyor değilim. Ben bu konuda açık yürekli sözleri sarf ettim. Tehcir insanlık suçudur dedim. Nerede olursa olsun. Bunları ifade etmekten hiç imtina etmedik ama eğer tarihi açacaksak, Afrika`da hangi kabilelerin sömürge idareleri altında nasıl yok edildiklerini konuşalım. Bunlar konuşulacaksa dünyada yüz yüze bakacak kimse kalmaz. Bunları ben Ermenileri onlarla karşılaştırdığım için söylemiyorum."
Arkasından eski İçişleri Bakanı ve AKP Erzurum Milletvekili adayı Efkan Ala`dan ilginç bir çıkış geldi. Ala, 1915 olaylarının "soykırım olmadığını", "biz tehcir yaptık" şeklinde açıklamalarda bulundu.
Son olarak da Cumhurbaşkanı şunları söyledi:”
Burada samimi olarak söylüyorum; 1915 olaylarındaki rakamlar dahil tüm iddiaların hepsi de dayanaksızdır, mesnetsizdir”
Ermeni sorunuyla hesaplaşmaktan özellikle kaçan siyasal iradenin geldiği noktadaki acizliğinin hali işte böyle.
Kimin ne dediğinin belli olmadığı bir ruh halinin çılgınlıklarını yaşıyoruz.
Çanakkale’de de vatandaşlara yaşamı kâbus haline getiren işte böylesi bir anlayışın sözde “güvenlik” yaklaşımı.
Böylece AKP iktidarının güvenlik anlayışını bir kez daha gördük, yaşadık; ‘Çanakkaleliler hiç böyle zulüm görmediler’ diye diye…
Halkevinin kapısı kırılarak içeri girilip, balkona asılmış pankartın indirilmesinin ve ardından 4 kişinin gözaltına alınmasının güvenlikle ne ilgisi olabilir ki?
Komünist Parti binasına girişlerin yasaklanması mıdır güvenlik?
Hele hele Berkin Elvan uçurma şenliğinde uçurulan uçurtmaları uçuş güvenliğini gerekçe göstererek engellemeye kalkmak mı güvenliktir.
Sokakları caddeleri kapatarak vatandaşa ızdırap çektirmek midir güvenlik?
Öğrenci yurtlarını boşaltmak mıdır güvenlik?
Gemi seferlerini iptal ederek insanların seyahat özgürlüklerini engellemek mi güvenliktir?
Geçin bunları.
Tüm bunlar çuvala dolanma hallerinin getirmiş olduğu,
baskı ve zulümle egemenliklerini sürdürmek isteyenlerin uygulamalarıdır.
Bu uygulamaların her noktasında iki yüzlülük ve samimiyetsizlik söz konusudur.
Daha dün Belediye başkanına hakaretler yağdıran vekil ne oldu da başkan ziyaretiyle başlayıp, CHP, MHP ziyaretleri ardından başkan ile birlikte olduğu öz çekimleri sosyal medyadan yayınlamaya başladı.
Eğer bu kentin barış ve dostluk ikliminden etkilenip gerçekten samimi bir değişim içersindeyseniz şimdi başbakanınızın şiddet ve terör çetesi safsatalarıyla suçladığı HDP’ye de bir “dostluk” ziyareti yapın da görelim.
Görelim ki böylesi asılsız suçlamalarla bir yasal siyasi partinin karalanmasının arkasındaki korkuyu daha iyi anlayalım.
HDP’nin “Büyük İnsanlık Çağrısını” bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Halklar bunu çok iyi anlıyorlar, ancak egemenler ve sermaye düzeninin temsilcileri bu çağrıdan ve bu çağrının halklar nezdinde itibar kazanmasından son derece rahatsızlar, ruh halleri bunu göstermektedir.
Ben söylemeye devam edeceğim, rahatsız olan olsun;
“BİZ’LER, içinde bulunduğumuz karanlık günlerin hep birlikte, dayanışma içinde aşılacağına inananlarız.
BİZ’LER, herkesin özgürlüğü için mücadele eden insanlarız.
BİZ’LER, birbirleri için kaygılanan, birbirlerinin haklarına sahip çıkanlarız.
BİZ’LERi bir araya getiren, insana, hayvana, doğaya olan tutkulu aşkımızdır.
BİZ’LER, özgürlüğe, adalete, eşitliğe, dayanışmaya... Büyük İnsanlığa inananlarız.
BİZ’LER güçlünün yaydığı korkuya teslim olmayacağımızı ilan edenleriz.
BİZ’LER, zulmün, baskının karşısında insanlığı savunarak barış adına dikilecek olanlarız.
BİZ’LER sırt sırta, kol kola, omuz omuza vermiş, Büyük İnsanlık çağrısını dile getirenleriz.
BİZ’LER insanlığa yakışır bir yaşam istiyoruz.
Bizler “Büyük İnsanlığa evet” diyoruz”