Türkiye’de eğitim, dünü, bugünü, yarını

Çanakkale Çağdaş Eğitim Kooperatifi, dün Büyük Truva Oteli’nde düzenlediği panel ile Türkiye’deki ‘Eğitimin Dünü, Bugünü ve Yarını’nı konuştu. Çanakkale Çağdaş Eğitim Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Bilge Şimşek, “Her gün onca kadının dövülmesini, öldürülmesini, erkekler gibi dışarıda çalışmasına bağlayan ilkel zihniyetli köşe yazarlarının bulunduğu ülkemizde toplumla ve kendisiyle barışık, evrensel ve toplumsal değerlere inanan, öğrendiklerini davranışa dönüştürebilen, gelecek kuşakları yetiştirecek kadınların eğitimi ise daha da önemlidir” dedi.

1441
 
Çanakkale Çağdaş Eğitim Kooperatifi eğitim etkinliklerine devam ediyor. Dün Büyük Truva Otel’de düzenlenen Eğitimin Dünü, Bugünü ve Yarını’ konulu panel, katılanların ilgisi ile karşılandı. YÖK eski Başkanı Prof. Dr. İsa Eşme’nin moderatörlüğünü yaptığı panele konuşmacı olarak, Eğit-Sen ilk Genel Başkanı İsmet Aktaş, Çanakkale Eğit-Der kurucu Şube Başkanı Nevzat Başaran, Gazeteci-Tarihçi Lütfü Tınç katıldılar. Hürriyet Gazetesi Yazarı Ferai Tınç’ın da dinleyiciler arasında bulunduğu panelin açılış konuşmasını ise S.S.Çanakkale Çağdaş Eğitim Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Dt. Bilge Şimşek yaptı.
 
 
Şimşek, açılış konuşmasında “Ben öncelikle, koşullar tarafından yönetilmek yerine, onlara egemen olan, her fırsatı yiğitçe karşılayan ve zekice hareket eden, tüm iş ve ilişkilerinde onurlu olan, huysuz kişilere ve olumsuzluklara iyi yaklaşan, ayrıca zevklerini kontrol altında tutan ve talihsizliklere boyun eğmeyen, başarıyla şımarmayan insanlara eğitimle derim” demiş Sokrates. Dünyanın her yanında temel insan hakkı olan eğitim, sosyal projelerin ve evrimin bir parçası olarak görülüyor. Çünkü bugünün dünyasında gelişmişliği yakalamak, iyi yetişmiş ve özgür insanla mümkün. Türk aydınlanma devrimi de ulusal egemenlik, bağımsızlık, özgürlük, ayakları üzerinde duran, aklı ve bilimi temel alan, bir eğitim sistemi ile çağdaşlaşmayı esas almıştır. İslam tarihçisi Prof. Bernard Lewis, (Neden kalkınmış Müslüman ülke yok?) sorusuna verdiği cevapta; (Bence asıl neden islam toplumlarında kadın, eğitim, meslek edinme, her alanda katılma gibi haklar ve özgürlükleri olmayan, ikinci sınıf vatandaş yerine konuyor. Gelecek kuşakların yetişmesi de bu ikinci sınıf vatandaşların elinde. O zaman sonuç bu oluyor) demektedir. Her gün onca kadının dövülmesini, öldürülmesini, erkekler gibi dışarıda çalışmasına bağlayan ilkel zihniyetli köşe yazarlarının bulunduğu ülkemizde toplumla ve kendisiyle barışık, evrensel ve toplumsal değerlere inanan, öğrendiklerini davranışa dönüştürebilen, gelecek kuşakları yetiştirecek kadınların eğitimi ise daha da önemlidir. 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yani Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’nın kabul edildiği tarih. Aynı zamanda, aynı gün laikliğin kabulü ile dinin siyaset dışı bırakılması, halifeliğin kaldırılması da tarihin yaprakları arasına geçiyordu. Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası ile mahalle mektepleri, Kuran kursları, medreseler, askeri okullar, azınlık okulları, ayrı ayrı eğitim vermekte, farklı kültürlerde insanlar yetiştirmekte iken hepsi milli eğitim bakanlığı çatısı altına toplanıyordu” dedi.
 
 
Osmanlı’da eğitimin gelişmesi
Türkiye’de eğitimin gelişmesini iki ayrı döneme ayırmak gerektiğini dile getiren Tarihçi Yazar Lütfü Tınç, medreseler döneminin de önemli olduğunu dile getirdi. Tınç, “Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyet dönemine Türkiye’de eğitimin gelişmesini iki öneme ayıra biliriz. Cumhuriyetten önceki dönem ve cumhuriyetin kurulmasını izleyen dönem. Çünkü bu iki dönem halk eğitimi alanında izlenen politikalar açısından olduğu kadar, eğitimin niteliksel seviyesi ve niceliksel önemi açısından da birbirinden tamamın farklıdır. Cumhuriyetten önceki halk eğitiminin kendisi de birbirinden ayrı iki aşamayı barındırır. 1. Eğitim ve öğretimin medreselerin özel bir imtiyazı olduğu dönem. 2. dini eğitim kurumlarının Avrupalı tarzda okullarla yan yana varlığını sürdürdüğü dönem. Medrese, diğer bir değişle, dini bir sistem uyarınca eğitem ve öğretim vermeye yönelik, eğitimi kurumu, Osmanlı Türklerine ondan önceki, Türk devletleri tarafından miras bırakıldı. (örn. Selçuklular) 8yy’den
. yüzyıldan başlayarak, büyük medreseler Irak kentlerinde ve daha sonra da, Horasan, Mezopotamya ve Mısır şehirlerinde mevcudiyetini sürdürüyordu. Bu dönemde, söz konusu kurumlar İslâm’ın miras aldığı Yunan Felsefesi’nin ve Avrupa’da yasak olduğu bir dönemde, Ortaçağ Müslüman dünyasında özgürce gelişen pozitif bilimlerin öğretildiği yerlerdi” dedi.
 
“Medreseler cehaletin simgesi oldu”
Tınç, medreselerle ilgili geniş bilgiler vererek, medreselerin çöküş döneminden sonra cehaletin simgesi olduğunu ifade etti. Tınç, “Medreselerin önemi ve genel anlamda Türkiye’nin refah dönemi 17’inci yüzyılın ortasına kadar sürdü. Avrupa’da gelişen aydınlanma dönemine paralel olarak medreseler de çöküş dönemine girdi. Pozitif bilimlerin öğretilmesi ortadan kalktı, bilimsel düşünce ve izlem felsefesi, skolastik düşünceye dönüştü ve medreseler muhafazakar zihniyetin ve giderek de tepkisellik ve cehaletin simgesi oldu. Oysa 17’inci yüzyıl Avrupa’sında, ortaçağ bağnazlığının yok olması, doğa bilimleri, yeni felsefeler, sosyal bilimlerin doğuşu, bilimsel bir zenginlik yarattı. Tanzimat ile birlikte 1836-1850 arasında ortaya çıkan yenilenme hareketi ile de Avrupa’da kurulu siyasi ve hukuki düzene belirgin biçimde uyum sağlamak hedeflenirken, yeni eğitim kurumları da öne çıktı. Tanzimat’ın devlet adamları ve bunları izleyenler, yeni bir çağın insanlarını hazırlamayı amaçlayan, bir üniversite, bir tıp fakültesi, bir inşaat mühendisliği okulu, bir modern askeri okul ve nihayet idare yetkililerin esin kaynağı bir ‘hukuk okulunu’, bu koşullar altında yaratabildiler. İlkokul ve ortaokulların düzenlenmesi de yine bu döneme rastlar. Bunlar laik olmaktan çok uzak, medreselerin farklı bir sistemi ile işlev görmesine rağmen, Avrupalı bir karakter sunuyordu. Öyle ki, medrese ve devlet okulu Tanzimat’tan sonra Türkiye’de yan yana varlığını sürdürmeye başladı ve söz konusu kurumlar ve bunların hazırladığı unsurlar, kesintisiz, cumhuriyetin kurulumuna kadar sürdü. Cumhuriyet hükümeti bir yandan genel eğitim kadrolarını yeniden düzenleyecek ve diğer yandan da bugünkü eğitim politikamızın özelliğini oluşturan, gelişmiş ilkeleri uygulayacaktı. Bunların başında Tevhid-i Tedrisat konunu gelir. 3 Mart 1924 tarihli bu yasa, tüm eğitim ve öğretim kurumlarını birleştirdi. Medreseler yıkıldı ve eğitim devletin eline geçti. Parasız, karma, (kız-erkek karışık) ve laik bir eğitim sistemi oluşturuldu. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Özellikle tarih ve dil konularında milli bir amaca yönelme başladı. Latin harflerinin kabulü, örgün eğitimde nicelik artışı sağladı. Cumhuriyet döneminin ilk 10 yılının en önemli eğitim reformlarından bir de, 31 Mayıs 1933’te Atatürk’ün yönlendirmesi altında hazırlanan bir yasayla İstanbul Üniversitesi çerçevesinde kapsamlı bir akademik reform yapılması oldu” dedi.
 
 
Başaran, Köy Enstitüleri’ni anlattı
Köy Enstitüsü çıkışlı Çanakkale Eğit-Der kurucu Şube Başkanı Nevzat Başaran, ise konuşmasında Köy Enstitüleri’ni anlattı. Bir kalkınma hamlesi, bir kültür devrimi olarak nitelendirilen Köy Enstitüleri’nin kurulumunu ve yıkılma nedenlerini anlattı. Başaran, “Köy Enstitüleri’nin bugün dünyada bir eşi daha yoktur. Kurulalı, 73 yıl oldu ancak 10 yıl yaşayabildi. Fikri, çalışmaları ve etkileri elbette ki birilerini rahatsız da etti. Köy Enstitüleri Cumhuriyet dönemi değerleri ile toplumsal gerçeklikler arasındaki sentezden doğmuştur. Aklı özgürlükçü bireylerden oluşan, katılımcı, laik ve demokrat bir toplum yaratma amacındaydı. Varlığın ve yoksulluğun bir kader olmadığını anlatmak için kuruldu. Topyekun kalkınmayı gerçekleştirmeyi, köy ve kent arasındaki korkunç uçurumu ortadan kaldırma amacındaydı. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla, ezberci eğitime geri dönüldü. İmam hatipler açılarak dini eğitime yönelindi” dedi.
 
 
“Bugünkü eğitim 12 Eylül cuntasının ürünüdür”
Eğit-Sen ilk Genel Başkanı İsmet Aktaş ise konuşmasında bugünkü eğitim sisteminden bahsederek, 12 Eylül askeri cuntası döneminde temelli atılan Türk-İslam sentezinin bir yansıması olduğunu ifade etti. Aktaş, “Şimdiye kadar bir çok iyi şey anlatıldı, aralarında kötü olanlar da vardı ancak geneli eğitim konusunda önemli ve olumlu gelişmelerdi. Bugün eşit, özgür bireylerin yaşadığı bir ülke olabilirdi Türkiye. Ancak bugün gelinen noktada, öğretmenler hallerinden hiç mutlu değil, veliler mutlu değil, öğrenciler mutlu değil, toplum aydınlık bir halde değil. Bu durumun en öneli nedeni ise 12 Eylül askeri darbesidir. Çok Atatürkçü, çağdaş, ilerici olduğu iddia edilen 12 Eylül generallerinin yarattığı dönemin geldiği nokta budur. Türk –İslam sentezi olarak icra edilen bir ideolojinin bir yansımasıdır bu durum” dedi.
Paylaş