TEMA Vakfı Bilim Kurulu ve İDA Dayanışma Derneği Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, gazetemiz Çanakkale OLAY’a ziyaret düzenledi. Gazetemiz ziyaretinde, gazetemiz sahibi Aynur Ganiler ile bir araya gelen Prof. Dr. Türkeş, Kazdağları ve Kazdağları fauna-florası ile ilgili değerlendirmede bulundu. TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş; “Geçmişte, hatta yakın bir zamana kadar, Kaz Dağı Göknarı Türkiye`nin diğer bitki coğrafyası bölgelerinde yayılış gösteren göknar türlerinden ayrı ve Kaz Dağı`na özgü bir endemik ağaç türü olarak kabul edilmişti. Ancak, Kaz Dağı Göknarı, yeni taksonomik sınıflandırmalara göre, Türkiye’nin kuzeybatısında (Biga Yarımadası Kaz Dağı Yöresi; Bursa Uludağ ve yöresi ve Batı Karadeniz Bölümü, Ilgaz Dağları, vb.) geniş bir bölgede yayılış gösteren tüm göknarları kapsayacak biçimde Batı Karadeniz göknarı (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani) olarak adlandırmaktadır. Bunun dışında yine alanda Göknar’la karışık ya da saf doğu kayını ormanları var. Bunların da aslında mutlaka korunması gerekiyor. Bunlar kalıntı ormanlar, daha soğuk iklim koşullarında daha geniş alanları kaplamışlar. Son 11 bin yılda bugünkü iklim egemen olduğunda onlar aşağı bölgelerde, yörelerde yaşamamışlar ve daha serin ve daha nemli kuzey yamaçlarda uygun yetişme ortamını bulmuşlar. Kaz Dağı’nda, Ağı Dağı’nda, Dumanlı’da endemik bitkiler ve çiçekler bu ormanlarda var. Bunlar geçmişten bize miras kalmış, biz de Kazdağları ve yöresini koruyabilirsek geleceğe bırakacağız. Bugünkü iklimin evrimleşmesi, 23 bin yıl önce sona eren son buzul çağı sonrası ama bunun bir dengeye ulaşması son 11 bin yılda gerçekleşiyor. Bitki örtüsünde iklim değiştikçe, bunda da değişiklik var. Bizim dağlık alanlarımız, Kazdağları kuzey yamaçlarında, Yenice’nin güneyinde kalan dağlık alanda, Ağı Dağı, Kirazlı-Balaban, Dumanlı gibi alanlar bu açıdan çok önemlidir” dedi.
“Kaz Dağı ve Kaz Dağı Milli Parkı çevresindeki kütle, Kazdağları’dır”
Prof. Dr. Murat Türkeş; “Kazdağları’nın neresi olduğu tartışması 2007 yılında başladı. Ne zaman bir madenci saldırısı olmaya başlasa, ne zaman Çanakkale’nin yurttaşları, çevrecileri buna karşı çıkmaya çalışsa, özellikle bazı bakanlık birimleri ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı hemen şu açıklamayı yapıyor, ‘maden aranan yerler, madencilik yapılacak yerler Kaz Dağı değildir. Kaz Dağı’na 40 km uzaktadır.’ Kaz Dağı, Kaz Dağı’nın Milli Parkı ve çevresindeki dağlık kütle, bir bütün halinde haritadaki ismi Kaz Dağı’dır. Bir de bu yörede yöre halkı tarafından Kaz Dağı’ndan Dumanlı’ya kadar Biga Yarımadası`nın batısındaki bütün bu dağlık alanı geçmişten beri Kaz Dağı olarak bilinmiş. Aynı zamanda Kaz Dağı, Ağı Dağı, Kirazlı-Balaban o yöredeki dağlar hem coğrafi ve kültürel olarak hem de jeomorfolojik ve ekosistem-biyoçeşitlilik olarak dağ ekosistemleri şeklinde birbirleriyle bağlantılı. O yüzden Kaz Dağı bir tanedir, ama Biga Yarımadası’nın Batı bölümündeki az önce saydığımız alanlara yöre insanları Kaz Dağı demişler. Kirazlı-Balaban’daki maden karşıtı bu mücadelede Kaz Dağları dendiğinde birilerinin bağırması bundan dolayıdır. Kaz Dağı’nın doğrudan kendisine ait değil ama Kaz Dağı ve yöresi dediğimiz tanımın içerisinde onun bir parçasıdır. Kaz Dağı Milli Parkı’nın dışında Kaz Dağı ve yöresi içerisinde, Kaz Dağı Göknarı koruma alanı var. Bunun dışında Kaz Dağı’nda Türkiye’nin birçok yerinde görülemeyecek genetik olarak kendi türünün en iyilerine sahip Karaçam ormanları var. Başka bir yaşamsal konuysa, su havzaları, su koruma havzaları ve tarım havzaları var. Bunları birlikte düşündüğünüzde bu yöreyi bir bütün halinde koruyabilmek için Kaz Dağı Milli Parkı’nın, özellikle büyük ovaların, büyük havzaların belli statüyle korunması gerekiyor çünkü bugünkü bütüncül ekosistem yaklaşımı bunu gerektiriyor. Bütün bunları o ekosistemi ve biyoçeşitliliği bir bütün halinde korursanız gerçek koruma yapmış olursunuz. Çanakkale’deki ekoloji mücadelesi de hep bilimsel gitmiştir. Bunları anlata anlata devam ettirdik, köy çalışmalarına gittiğimizde de hiçbir zaman siyasi propaganda yapmadık. Siz bu zenginliklere sahipseniz Termik Santraller, Madenler, Taş Ocakları, Otoyollar, Metalik Madencilik, Abartılmış Yollar, Köprüler geldiği zaman da bu zenginlikleri kaybedeceksiniz. Kirazlı-Balaban’da da Kirazlı-Balaban’daki madenin siyanürlü işletme olduğunu doğrudan ve dolaylı etkileri hakkında hep bilimin ışığında konuştuk. Bütüncül ekosistem yaklaşımı dikkate alınsa, bütün koruma yapılarının sayıları arttırılır hem de tarımın, ormancılığın, hayvancılığın hepsinin birlikte yapılabileceği bir coğrafya yaratılabilir” dedi.
“Kaz Dağları ile bağlantılı yer altı suyunun adalarla bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum”
Prof. Dr. Türkeş; “Kaz Dağı ve yöresindeki özellikle iklim değişikliği, ormansızlaşma, hava kirliliği, asit yağışları açısından baktığımızda Kaz Dağı ve yöresindeki tüm olumsuzluklar örneğin bir ya da birden fazla termik santrallerden kaynaklanacak hava kirliliği, ıslak ve kuru asit birikimi hava hareketleriyle taşınacağı için Adaları da etkiler. Adalarda da, aynı şekilde çevresel tehlike ve tanımlanmış bir risk olursa Kaz Dağı ve yöresini etkiler. Kaz Dağı ve yöresinde ormanı yok ederek, araziyi bozarak, kuraklık ve çölleşmenin hızlanmasına yol açarsanız, buradaki değişiklik ve ekosistemdeki çeşitlilikte ortaya çıkabilecek olumsuz gidiş Kaz Dağı ve yöresini, onun çevresini ve Adaları etkiler. Yanlış söylemler de var. Kaz Dağı yöresi, Edremit Körfezi, Ege jeolojik açıdan çok aktif bir bölge. Dolayısıyla çok sayıda fay var ve çeşitli faylar var. Kuzeyde de Kuzey Anadolu Fayı var. Dolayısıyla Kaz Dağları ile bağlantılı yer altı suyunun Adalarla bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum ama kıyılar kuşkusuz Kaz Dağı’ndan etkileniyor. Yazılarımızda genellikle bunları vurguluyoruz tabii, söylediklerimiz de hep bilime dayalı şeyler. Kirazlı-Balaban’daki gibi Şahinli’deki gibi yüzlerce dönüm arazi yok ediliyor. Sadece Kirazlı-Balaban’da 2000 dönüm orman alanı yok edildi. Ruhsat alanının tümü çıplaklaştırılırsa 6000 dönüme çıkar. Ağı Dağı ve Çamyurt’ta bir şekilde madencilik olursa on binlerce dönüm arazi çıplaklaştırılacak ve ormansızlaştırılacak. Buradaki biyoçeşitlilik kaybı Türkiye’nin bütün Kuzeybatısını etkiler, oradaki fauna flora kaybı her tarafı etkiler. Çünkü burada evini yurdunu kaybeden hayvanlar göç eder. Bu, ülkenin biyoçeşitlilik kaybıdır” ifadelerini kullandı.
“Köylüye ‘sus payı’ olarak su verecekler, suyun büyük bir bölümünü madende kullanacaklar”
Prof. Dr. Türkeş; “Kirazlı-Balaban orman ekosistemi uzun zaman geçmişte baltalık orman olarak da kullanılmış, ama en azından kesildiği tarih itibariyle 2017-2018 de doğallaşmış bir Akdeniz ekosistemi vardı. Üst bölümlerde Karaçam ve Meşe türleri, daha aşağıya indiğimizde Kızılçam, çeşitli Meşe türleri ve Makilerden oluşan baltalık ormanın da doğal ekosisteme döndüğü biyoçeşitliliğin zengin olduğu bir alan. Burada çok ciddi bir biyoçeşitlilik söz konusu, özellikle yaban hayatı fauna açısından zengindi. Yörede yabani tavşan var, domuz var, tilki var, çakal var, kurt var, yabani kedi var, gelincik var, sansar var. Bu yörede geçmişte çeşitlilik çok daha fazlaymış zaman zaman karaca, zaman zaman ayının olabildiğine dair kayıtlar var. Hem yerli kuşlar hem göçmen kuşlar bakımından zengin ve o yörede Lapseki-Şahinli’deki ile birlikte düşündüğümüzde çok büyük bir biyolojik çeşitlilik kaybına neden oluyor. Kumarlar Köyü’nde yapılmakta olan Altınzeybek 2 göletinin su toplama havzasında çok zengin biyoçeşitlilik var. Köylünün merasında da ciddi bir karmaşa var. Yani gelecekte ne olacağı kaygısı, sorusu var. Madenciler devletin yapmadığı bir baraj yapıyor. Suyu başka bir yerden sağlamaları gerekiyordu, çünkü yörede su yok. Köylüye ‘sus payı’ olarak biraz su verecekler, suyun büyük bir bölümünü madende kullanacaklar. Yöremizin kuraklıktan etkilenebilirliği de orta ve yüksek düzeyde, başka bir deyişle 2 yıllık bir kuraklık olduğunda ikinci yıl ciddi bir su sıkıntısı yaşanıyor. Maden diyelim ki hayata geçti, kuraklık bile yaşansa su almaya devam edecek peki köylü hayvanını ve kendi içme suyunu nereden sağlayacak?” dedi.
“AKP iktidarıyla birlikte termik santraller ve madenler riski ortaya çıktı”
Prof. Dr. Türkeş; “Çanakkale’nin jeolojisinin bir talihsizliği var. Çanakkale’nin jeolojisi bu jeolojinin içerisindeki jeolojik formasyonları, içerdiği kayaçlar ne yazık ki siyanürlü altın gümüş madenciliğinin ilgi alanını oluşturuyor. Bunlar da tenörleri çok düşük olsa bile, zerrecik halinde jeolojik oluşumundan kaynaklanan bir özellik, ama altın var küçük zerreler halinde. O yüzden siyanür liçi gibi çevresel ve ekolojik açıdan çok zararlı hatta zehirli yöntemler, ucuza üretebilmek için ancak Türkiye gibi ülkelerde işletilebilecek bir altın-gümüş rezervi söz konusu olduğunda kullanılıyor. Şirketler bunu bilerek yapıyor. Bir bütün halinde böyle bir madencilik tehlikesi söz konusu, uzun yıllar anayollarda ulaşımın zayıf olması nedeniyle anayollardan uzak olduğu için korunmuş bir yöre Çanakkale ve Biga Yarımadası. Yaklaşık son 20 yılda AKP iktidarıyla birlikte, küresel sermayenin, maden şirketlerinin gelişen ve küreselleşen dünyanın her tarafına yönelmesi sonucunda bir risk ortaya çıktı. Termik santraller ve madenler, ne yazık ki Biga Yarımadası’nı, Kaz Dağı ve yöresini, Çanakkale İli’ni yaşanamaz hale getiriyor. Havamız, suyumuz, toprağımız kirleniyor. Kirlendi, daha da kirlenecek. Arazi bozulması, erozyon, kuraklık, çölleşme, iklim değişikliği ve tüm bu termik santral maden etkilerini üst üste koyduğunuzda gerçekten gelecek açısından ciddi bir ekolojik bozulma söz konusu. Biyoçeşitliliğin yok olması, ekosistemlerin yok olması, büyük tarım havzalarının birer birer elden gitmesi, vb. Dünyada az bulunan ender küçücük özel bir ovamız var, Yenice’de Agonya Ovası. Devlet sulamak için yatırım yapmış yıllarca. Şimdi oraya inatla çok kötü bir kömürü yeniden çıkararak ve olmayan suyu kullanarak termik santral yapılmak isteniyor. Vahşi bir kömür madenciliği ile ortaya çıkartılacak, düşük kaliteli kirletici bir kömürü kullanmak istiyorlar” dedi.
“Toplumla bütünleştirmeyi kurduğumuzda madencileri buradan kovacağız”
Prof. Dr. Türkeş; “Zamanında tepki gösteremezsek, toplumsal bir yaptırım oluşturamazsak, özellikle Çanakkale kent merkezinde yaşayan insanlarla köylüler bu işin ciddiyetini anlayamazsa işimiz çok zor gözüküyor. Toplumsal muhalefeti hep birlikte örmek zorundayız. Hiçbir siyasi parti ve görüş ayrımı gözetmeksizin, kendimiz, geleceğimiz ve gelecek kuşaklar için bunu yapmak zorundayız. Bunu yapabilmenin yolu da birlikte bir mücadeleyi örgütlemekten geçer. Çanakkale’nin böyle bir şansı var aslında. 1990’larda başlayan ve 2000’li yıllarda Çevre Platformu, Çevre Meclisi, Çevre Hareketleri, İda Dayanışma Derneği Kazdağı-Balaban’da Çanakkale kentinin örgütlediği Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu ve onun birleşenleri; bu büyük bir şans. Şu anda önemli bir zayıflığımız var; toplumla daha fazla bütünleşme konusunda eksikliklerimiz var. Genelde bu hep var, bizim gibi ülkelerde. Bunu başardığımızda, madencileri de buradan kovacağız ve daha fazla termik santrallerin yapılmasına engel olacağız. Çırpılar Termik Santrali konusunda bugünlerde ciddi bir mücadelemiz var, hukuk mücadelemiz sürüyor. Fakat yargı aşaması kağıt üzerinde gidiyor, ama hukukun olmadığı bir yerde orada duvara toslayabiliyoruz. En son Çırpılarla ilgili yöre halkının, havamızın, suyumuzun, toprağımızın lehine bilirkişi kararı çıktı, ama bu kez de mahkeme onu tanımadı, yeni bir bilir kişi atadı. Bu kez depremselliğin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) açısından ele alınmasına yönelik olarak TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi olarak bir dilekçe verdik. Bütün ÇED raporlarında jeoloji bilgileri konuluyor, klimatoloji konuluyor ama bunun Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmıyor. Yöremizde sadece Kirazlı-Balaban’ın Doğu ve Güneydoğusunda Kaz Dağı’na kadar olan bölümde yaklaşık on beş tane aktif diri fay var. ÇED raporlarında bunların hiç Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmıyor. Siz buraya termik santraller, maden ocakları, siyanürlü liç havuzları yapıyorsunuz. Yazdığımız dilekçe ve raporlarda çok açık söylüyorum. Evet jeoloji, tektonik, depremsellik ve deprem haritası var, yeterli bilgi de var. Ancak Bunun yaratabileceği tehlikeler ve riskler kesinlikle değerlendirilmiyor, böyle bir sorunumuz var” ifadelerini kullandı.
“Doğal bitki taksonlarının yüzde 33’ünün ise, yalnız ulusal parkta yetiştiği biliniyor”
Prof. Dr. Türkeş; “Kaz Dağı’nın, Kaz Dağı Ulusal Parkı’ndaki bitki çeşitliliğinin öneminden söz ettik, ama biraz da gerçek sayılar vermek istiyorum. Balıkesir Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden öğretim üyesi hocalarımızın yaptığı birçok çalışma var. Kaz Dağı’ndaki doğal bitki taksonlarının sayısı yaklaşık 800’dür. Bunlardan 79 taksonun Türkiye endemiki olduğu ve bu endemik taksonlarının yaklaşık yüzde 33’ünün ise, yalnız ulusal parkta yetiştiği biliniyor. Yüzde 33 Kaz Dağı endemiği, ancak Kaz Dağı ile ilgili çalışmalar devam ettiği için endemik taksonların sayısı da her yıl yapılan çalışmalarla birer ikişer artabiliyor. Örneğin, Satıl ve Dirmenci (2012), çok yakın bir zamanda, Kaz Dağı’nın endemik bitkileri ve tehlike kategorilerini gözden geçirdikleri yeni bir çalışmada, yörede gerçekleştirdikleri arazi çalışmalarına ek olarak önceki floristik çalışmaları ve Türkiye Flora’sını tarayarak, Kaz Dağı yörede 83 endemik bitkinin varlığını belirlemiştir. Endemik bitkiler, çoğunlukla Kaz Dağı’nın özellikle güney bakısındaki doruklar bölümünde ve orman kuşağı üzerinde yer alan açık alanlarda yayılış göstermektedir. Yani Kaz Dağı’nın özellikle zirveler bölümünün de neden iyi korunması gerektiğinin bir açıklamasıdır. Doğrudan ya da dolaylı olarak, hem Sarıkız etkinlikleri hem de Kaz Dağı Milli Parkı’na endemik bölümünden yapılan günlük ziyaretlerde ne yazık ki, oradaki endemik taksonları koruyacak bir ekolojik turizm etkinliği görmüyorum. İnsanlar, zirveler bölümünde arabalarla neredeyse Sarıkız’ın dibine kadar gidiyorlar. Arabaların gidebildiği her tarafta, zirveler bölümünde geziyorlar. Bu endemik bitkilerin çoğu zirveler bölümündedir” dedi. (Baykal Sağlam)