‘Homeros Bilim Kültür ve Sanat Ödülü’, bu yıl gazeteci yazar akademisyen Prof. Dr. Haluk Şahin’e layık görüldü. Şahin, Gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamada, çalışmaları ile ilgili bilgiler verdi ve Troya’yı anlattı. Şahin, gazeteci, yazar ve akademisyen olarak pek çok ödül aldığını, ancak bu yıl Troia Festivali etkinlikleri kapsamında verilen ‘Homeros Bilim Kültür ve Sanat Ödülü’nün kendisi için ayrı bir anlam taşıdığını vurguladı. 2016 yılında yaşanan kanlı darbe girişimi nedeni ile ödül ve etkinlikler iptal edilmişti. 2002 yılında Yazar Chrissa Wolf’a verilen Homeros ödülü, son olarak 2017 yılında arkeolog Prof. Dr. Rüstem Aslan’a verilmişti. Geçtiğimiz günlerde açıklama yapan Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ödülün bu yıl gazeteci yazar akademisyen Prof. Dr. Haluk Şahin’e verileceğini açıkladı. Çanakkale’nin Troya sayesinde zenginliğe kavuşacağını söyleyen Şahin, Ağustos ayında yapımı tamamlanacak olan Troya Müzesi’nin de Çanakkale’ye turist artışı sağlayacağını söyledi.
Çanakkale’nin kendisini önümüzdeki süreçlerde turizm dönemine hazırlaması gerektiğini söyleyen Şahin; “Turizm altyapısı açısından Çanakkale’nin kendisini o döneme hazırlaması gerekir ama bunun için de bir sürü başka şey var. Bunun içinde Kaz Dağı (İda) var. Yani buraya gelenleri İda’yı da görmek isteyecekler, buraya gelenler Bozcaada’nın Göztepe’sine çıkıp oradan bütün panoramayı görmek isteyecekler. O bakımdan yöre Troya yüzünden son derece şanslı. Bu şansın iyi değerlendirilmesi gerekiyor.
Kafa karışıklığına gerek yok. Kafası karışık olanlar, maalesef hala etrafta var. Atatürk’ün bu konudaki yol göstericisine mutlaka itibar etmek gerekir.Troya, bizim topraklarımız içinde, bizim ön atalarımız diyebileceğimiz, Hititlerin uzantısı olan bir kavmin elinde bulunan ve arkeolojik olarak şimdiye kadar hiçbir kazı yerine nasip olmamış bir uzmanlığa sahne olmuş olan bir yer. ‘Troya’ya serveti rüzgar getirdi’ diye bir laf vardı. Çünkü tersten esen rüzgar dolayısıyla boğaza ve Karadeniz’e çıkmak isteyen gemiler, burada bazen 10 gün bazen 20 gün bekliyorlar, bu arada alışveriş yapıyorlardı. Biz de gelecek kuşaklara ‘Çanakkale’ye serveti Troya getirdi’ diyebileceğiz” dedi.
İlk olarak 2002 yılında ‘Uluslararası Troia Festivali’nin açılış günü Troia Ören Yerinde düzenlenen törende verilen ‘Homeros Bilim Kültür ve Sanat Ödülü’, bu yıl gazeteci yazar akademisyen Prof. Dr. Haluk Şahin’in oldu. Ödül daha önce 2002 yılında Yazar Chrissa Wolf, 2003 yılında Yazar Yaşar Kemal’a verilmişti. 2004 yılında Prof. Dr. Joachim Latacz, 2005 yılında Tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter, 2006 yılında ‘Homeros Ödülü’ yerine Ataol Behramoğlu tarafından kaleme alınarak deklare edilen ‘Barış Bildirgesi’ yayınlandı. 2007 yılında Çevirmen ve Akademisyen Cevat Çapan, 2008 Yılında Anadolu Ateşi Dans Topluluğu Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, 2009’da Seramik Sanatçısı Prof. Dr. Erdinç Bakla ve 2010’da da ödülü Yönetmen Nuri Bilge Ceylan, 2011’de Tiyatro Sanatçısı Ayla Algan, 2013 yılında ödül Çanakkale Halkı’na verilirken, çocuklar tüm Çanakkale halkı adına ödülü almışlardı. 2014 yılında besteci ve piyanist Anjelika Akbar ve 2017 yılında da arkeolog Prof. Dr. Rüstem Aslan ödülü almışlardı. 2016 yılında yaşanan kanlı darbe girişimi nedeni ile ödül ve etkinlikler iptal edilmişti. Geçtiğimiz günlerde açıklama yapan Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ödülün bu yıl gazeteci yazar akademisyen Prof. Dr. Haluk Şahin’e verileceğini açıkladı. Gazeteci Prof. Dr. Şahin, önceki gün gazetemiz Çanakkale OLAY’ı ziyaret ederek layık görüldüğü ödül ile ilgili mutluluğunu paylaştı. Çanakkale’nin Troya sayesinde zenginliğe kavuşacağını söyleyen Şahin, Ağustos ayında yapımı tamamlanacak olan Troya Müzesi’nin de Çanakkale’ye turist artışı sağlayacağını sözlerine ekledi.
“En büyük şansım, lise öğretmenimin bana İlyada’yı önermesi oldu”
Prof. Dr. Haluk Şahin, hayatını gazeteci, yazar ve akademisyen olarak üçe ayrıldığını söyleyerek; “Benim hayatım, uzun bir hayat. Hayatım, üç alana yayıldı. Akademisyen tarafım oldu, gazeteci tarafım oldu ve edebiyatçı tarafım oldu. Üçünde de birçok ödül aldım. Fakat şimdiye kadar aldığım ödüller arasında benim için en anlamlı olan Homeros ödülü oldu. Çünkü benim Homeros’la bağlantım, Bursa Erkek Lisesi’nde okuduğum yıllara, yani 1950’li yılların 2’nci yarısına kadar gidiyor. Ben, çok şanslı bir öğrenciydim. Çünkü daha lise 2’nci sınıftayken, edebiyat hocamız Muzaffer Gürses’in önerisi ile Homeros’un İlyada’sını okumuştum. Daha sonra Homeros bende, önce bir merak daha sonra da bir tutku olarak devam etti. Prof. Manfred Osman Korfmann ile dost olma onurunu yaşadım. Onun, Troya Müzesi’nin kuruluş çalışmalarının bazı toplantılarına katıldım. Korfmann’ın asistanı Rüstem Aslan, o yıllardan beri yakın arkadaşımdır. Troya’daki olup biteni yakından izledim. Bunun ötesinde Cevat Çapan’ın da yakın dostum olarak, Türk şiirinin önemli birçok ismi ile bağlantısı olan ve kendisi de şiir yazan biri olarak Homeros benim için daima en büyük edebiyat figürü olarak kaldı.
“Homeros, bu toprakların şairidir”
Bozcaada’da yaşama fırsatı bulduğu için kendisini şanslı hissettiğini söyleyen Şahin; “Bu arada tekrar şansımın yardımıyla Troya’nın karşısında bulunan Bozcaada’da hayatımızın önemli bir bölümünü geçirmeye başladık. Bütün bunlar, bir araya gelince ben hep ‘Homeros’tan bize ne?’ sorusuyla kendimi açıklamaya çalışmışımdır. Homeros, bu toprakların şairidir. Homeros, İzmir doğumludur, bu coğrafyayı çok çok iyi bildiğini eserlerinden fark ediyoruz. İlyada’yı okuyan herhangi bir kişinin, Homeros’un bu coğrafyayı veya topografyayı çok iyi tanıdığı konusunda en ufak bir kuşkusu olamaz. Çünkü tepe, tepe, dere, dere, rüzgar, rüzgar, ot, ot buraları biliyor. Bizler, bugün o coğrafyada bulunan insanlarız. Yani Homeros’tan bize gelen bir süreklilik var. Bu süreklilik, bir taraftan şiirin sürekliliği, fakat öbür taraftan coğrafyanın sürekliliği. Bu süreklilik içinde naçizane bir zincirin halkası olarak şuanda bulunan bir insan olarak bana eğer birileri, Homeros’un adının içinde geçtiği bir payeyi layık görmüşse bundan ancak çok çok mutlu olduğumu söyleyebilirim” dedi.
“Ben, Homeros’un mirasının devam ettiği kanaatindeyim”
Troya konusunda kendisinin kültür gazetecisi olarak Rüstem Aslan’dan veya Manfred Korfmann’dan daha cesur konuşacağını söyleyen Şahin; “Ben, uzun yıllar Troya’yı okudum ve yazdım. Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yaptığım dönemde bu konuda birçok yazı yazdım. Çanakkale OLAY gazetesinde yazdığım yazılarda zaman zaman Troya’yı ele aldım. Zamanla bu yazılardan bir kısmını daha uzun bir araştırmayla birleştirerek ‘Troyalılar Türk müydü?’ isimli kitap çıkarttım. Bu kitap çok ilgi gördü. Fakat bunun ötesinde de Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde adımız biraz Homeros ve Troya uzmanına çıktı, birçok yere çağırıldım. Ben de dersimi yapmaya devam ettim. Şimdi, bir taraftan arkeologlar var. Arkeologlar, elbette kazılarıyla ne çıkartabilirlerse o kadar konuşuyorlar. Bir taraftan şairler var. Onlar, olgularla kendilerini bağlı hissetmek zorunda hissetmiyorlar. Ben ise hem bir yazar hem de bir kültür gazetecisi olarak ilgi duydum Homeros’a ve Troya’ya. Yani bugün Rüstem Aslan’a ya da Manfred Korfmann’a ‘Acaba Homeros’un anlattığı Troya’yla bu Troya aynı mı?’ diye soru sorulacak olursa onlar öyle olduklarına inandıkları halde bu konuda çok ihtiyatlı konuşmak zorundadırlar. Ben, bir kültür adamıyım. Ben ‘Evet, o Troya bu Troya’dır. Evet, Homeros diye birisi yaşamıştır. Aynen bu savaş değilse bile buna yakın bir savaşın izleri ona kadar ulaşmıştı. Evet, buralar bizim coğrafyamızdır. Buralar, şimdi bize emanettir. Ne mutlu bize’ diye daha cesur daha net olarak konuşma fırsatını buluyorum. Ben, Homeros’un mirasının devam ettiği kanaatindeyim. Benim, ‘Ada’ isimli 2’nci romanım çıktı. Önemli bir kısmı İstanbul’da, bir kısmı Troya’da bir kısmı da Bozcaada’da geçiyor. Bu romandaki başkahraman, İlyada’daki Akhilleus. Biz, Akhilleus’u günümüzdeki görünümüyle tekrar buralarda görüyoruz. Homeros’un izleği bizi ilgilendiriyor. Her yıl dünyanın çeşitli yerlerinde İlyada’da, Odysseia’da anlatılan, mitolojide anlatılan konuları ele alan onlarca roman, yüzlerce kitap yayınlanıyor. Ben de kendimi, o büyük selin içinde bir odun parçası gibi görüyorum” ifadelerini kullandı.
“Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’daki eserler konusunda en doğru olanı yaptı”
Bazılarının İslamiyet öncesi Anadolu’daki eserlere önyargı ile yaklaştıklarını söyleyen Prof. Dr. Şahin, Atatürk’ün bu konuda en doğru yaklaşımı yaptığını belirterek; “Bizim toplumumuzun ve yönetim kademelerimizin bir kısmının Troya konusunda kafası karışıyor. Bilgileri eksik ve kafaları karışık. Bunların bazıları, Troya’nın Türkiye’de olduğunu bile bilmiyorlar. Bazıları zaten İslamiyet öncesi Anadolu’daki eserlere baştan önyargıyla yaklaşıyorlardı. Tabi bunların hepsi çok yanlış düşünceler. Mustafa Kemal Atatürk, bu konuda en doğru olanı yaptı. ‘Anadolu topraklarında olan her şey bize aittir, bizim onların her biriyle bağlantımız var, bunun mutlaka etnik bir bağlantı olması gerekmez. Bu bir etnolojik bağlantı olabilir, coğrafi kalıntı olabilir. Ama biz onun devam edebilen temsilcileriyiz’ anlayışını benimsemiştir ve bunu ön planda tutmak için Sümeroloji’ye, Hititoloji’ye ve arkeolojiye büyük önem vermiştir. Fakat sonradan Türkiye’deki bir takım kuşaklar, kafaları karışık olduğu için Troya’nın neden her şeyden önce bize ait olduğunu, bize emanet edilmiş olduğunu bir türlü anlayamadıkları için Troya’nın zaman zaman fena halde ihmal edildiği dönemler oldu. Neyse ki dünya Troya’ya olan ilgisini son yüz yıldan beri hiç kaybetmedi” dedi.
“Dünya, Troya’ya hep yakından ilgi gösterdi ve bu ilgi giderek arttı”
Dünyanın Troya konusuna her zaman büyük ilgi gösterdiğini belirten Haluk Şahin, Troya konusunda yapılan filmlerin de Troya’nın tanıtılması konusunda önemli olduğunu söyleyerek; “Troya kazıları, 1870’li yıllarda başlıyor. Troya’da yaklaşık olarak 150 yıldır kazılıyor. Dünya, Troya’ya hep yakından ilgi gösterdi ve bu ilgi giderek arttı. Zaman zaman patlama noktalarına geliyor. Mesela patlama noktalarına geldiği zamanlardan bir tanesi, 1990’lı yıllarda Osman Korfmann’ın burada kazı yaptığı dönemde Troya’nın aslında bir Luhi Hitit Kenti kenti olduğunun arkeolojik olarak kanıtlandığı dönemdir. Dünyanın her tarafından bu konuda bir sürü yazılar çıktı. Sonra onun arkasından 2004 yılında gösterime giren Truva filmi var. Bu film dünyanın her tarafından gösterildi, milyonlar tarafından izlendi ve insanlar merak ettiler. Hikaye çarpıtılmıştı, aslında çok daha önce ölen Akhilleus, orada Troya’nın içine sokuluyordu ama ilgi odağı olması açısından önemliydi. O günden bu güne bu hikayeler devam ediyor. Örneğin bu yıl BBC’de 8 bölümlük Düşen Kent Troya diye bir dizi gösterildi” dedi.
“Troya Müzesi, kendisini ‘Troya Müzesi’ kendisini ispatlamış müzeler arasına girecek”
“Troya, odak ve ilgi merkezi olmaya devam ediyor. Bu, Çanakkale için müthiş bir olanaktır. Bu olanağın değerlendirilebilmesi için iki şeyin yapılması gerekiyordu. Bunlardan bir tanesi, Ören Yeri’nin canlı tutulmasıdır. Osman Korfmann’ın en korktuğu şey, Troya’nın harabenin harabesi haline gelmesidir. Tabi öyle olmadı. Şimdi de Rüstem Aslan’ın gözetimi altında çalışmalar devam ediyor. İkincisi müze yoktu. Troya’dan çıkan hazineler, Troya’dan çıkan arkeolojik hazineler, dünyanın 41 ülkesindeki müzelere dağılmış durumda. Bunların bir yerde toplanması gerekiyordu. Hepsi değilse bile en önemlilerinden bir kısmı ve bunun olabileceği yerde Troya Ören Yeri’dir. Kesin olarak Ağustos ayında Troya Müzesi açılacak. Troya Müzesi, sıradan bir müze olmayacak. Troya, batıda hatta artık Japonya’da da okula giden her çocuğun 15 yaşına gelmeden mutlaka öğrendiği bir hikayedir. ‘Troya da neymiş? Tahta at da neymiş? Güzel Helen de kimmiş?’ diyen bir insana kültürlü insan gözüyle bakılmıyor. Böylesine bir yeniden üretim varken, burada iyi bir müze kurulduğu takdirde, ben sırf bu müze yüzünden her yıl Çanakkale’ye 2-3 milyon yabancı turist geleceğini zannediyorum. Yani Çanakkale’de tıpkı Bilbao Müzesi, Guggenheim Müzesi veya Moma Müzesi gibi tanınmış müzelerin bulunması nedeniyle dünya çapında şöhret yapmış kentler arasına girebilir” dedi.
“Çanakkale’nin turizm açısından çok parlak bir geleceği olacak”
Çanakkale Savaşı, Troya Müzesi ve Troya Antik Kenti gibi değerlerin bir araya geldiği zaman Çanakkale’nin turizm açısından çok parlak geleceği olacağını söyleyen Şahin; “Çanakkale’nin başka zenginlikleri de var. Çanakkale Boğazı’nın öbür tarafına geçtiğimizde yine tarihin bir başka dehşet verici Büyük Çanakkale Savaşı’nın kalıntılarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Korfmann, bunun Troya Savaşının bir devamı olduğu kanısındaydı ve ben de o kanıdaydım. Bütün bunlar bir araya geldiği zaman Çanakkale’nin turizm açısından çok parlak bir geleceği olacağını söylemek hiçbir şekilde yanlış olmaz. Yılda 8 ay buraya akın akın turist gelir sadece Troya Müzesi’ni görmek için. O yüzden orasının iyi değerlendirilmesi ve iyi kullanılması gerekiyor.
“Biz de gelecek kuşaklara ‘Çanakkale’ye serveti Troya getirdi’ diyebileceğiz”
‘Troya’ya serveti rüzgar getirdi’ sözlerini örnek gösteren Şahin, bir sonraki kuşaklara Çanakkale’ye servetin Troya tarafından getirildiğinin söylenebileceğini belirterek; “Turizm altyapısı açısından Çanakkale’nin kendisini o döneme hazırlaması gerekir ama bunun için de bir sürü başka şey var. Bunun içinde Kaz Dağı (İda) var. Yani buraya gelenleri İda’yı da görmek isteyecekler, buraya gelenler Bozcaada’nın Göztepe’sine çıkıp oradan bütün panoramayı görmek isteyecekler. Yani o bakımdan yöre Troya yüzünden son derece şanslı. Bu şansın iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Kafa karışıklığına gerek yok. Kafası karışık olanlar, maalesef hala etrafta var. Atatürk’ün bu konudaki yol göstericisine mutlaka itibar etmek gerekir. Troya, bizim topraklarımız içinde, bizim ön atalarımız diyebileceğimiz, Hititlerin uzantısı olan bir kavmin elinde bulunan ve arkeolojik olarak şimdiye kadar hiçbir kazı yerine nasip olmamış bir uzmanlığa sahne olmuş olan bir yer. ‘Troya’ya serveti rüzgar getirdi’ diye bir laf vardı. Çünkü tersten esen rüzgar dolayısıyla boğaza ve Karadeniz’e çıkmak isteyen gemiler, burada bazen 10 gün bazen 20 gün bekliyorlar, bu arada alışveriş yapıyorlardı. Biz de gelecek kuşaklara ‘Çanakkale’ye serveti Troya getirdi’ diyebileceğiz” dedi.
(Baykal Sağlam)