Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu "Söylemlerimiz 2013 yılı nihai ÇED raporunda yer alıyor"

744

 26 Temmuz’da başlayan Su ve Vicdan Nöbeti 68’inci gününde devam ediyor. Çanakkale siyanürlü altın madeni işletmesine karışı 12 Ekim’de büyük mitinge hazırlanırken, Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu tarafından yetkili kurumların, ‘madenin zararlarına karşı yapılan açıklamaların halkı yanılttığı’ yönündeki açıklamalarına yanıt verildi. Söylemlerin, 2013 yılı nihai ÇED raporuna dayandığı ifade edilen açıklamada; “Çanakkale bir tarım ve turizm kentidir. Bu nedenle bu kent madencilik ve termik santrallerle anılamaz diye” denildi. Sahanın Kazdağları’nda yer almadığı yönündeki açıklamalara karşı; “Bilime dayanan tanımlamalar Kazdağı ve yöresini şöyle tanımlamaktadır; Biga yarımadasından başlayıp Edremit Körfezine kadar uzanan dağ kütlesi, dağ silsilesi. Kazdağları Sempozyumu yapılan yıllara ilişkin bildiri kitapçığından pek çok akademisyenin ve bilim insanının tanımlamalarına ulaşılabilir” ifadelerine yer verildi. ‘Endemik tür yoktur’ ibaresine karşılık; “2013 Nihai ÇED Raporu 4. bölüm Karasal Flora Çalışmaları başlığı altında görüleceği üzere 7 endemik türün bu sahadaki varlığı bilinmektedir” denilirken, maden için gereken su kaynağına ilişkin yapılan açıklamalara dair saha çalışmalarında içeride su kaynaklarının hapsedildiği ifade edilerek; “köylerin çayır ve meralarını besleyen su kaynakları şirketin göletlerinde toplandığında Sarı Çay hangi yağmur suyunu hangi havzadan toplayacak ve Atikhisar Barajı hangi su kaynağı ile beslenecektir?” denildi.   Açıklamada; “26 Temmuz’da başlayan Su ve Vicdan Nöbetimiz kararlılıkla devam edecektir. Türkiye’de çalışmakta olan metalik madencilik işletmeleri ile dünyadaki örnekleri ve sonuçları “vahşi madencilik” ile neden mücadele etmemiz gerektiğinin açık gerekçesidir. Tüm yetkili kurumlar ısrarla söylemlerimizin halkı yanılttığı şeklinde olduğunu belirtmekle birlikte, 2013 yılı nihai ÇED raporu okunduğunda görülecektir ki, tüm söylemlerimiz bu rapora dayanmaktadır. Bu raporda olmayan yaşamsal ve toplumsal sonuçlardır. Anlatılarımıza eklediğimizde ‘yatırım şirketlerinin’ unuttuğu toplumsal sonuçlarıdır. Yani unutulan yaşamdır. Belirtmek isteriz ki nöbetimizin ilk gününden beri bütün siyasi partilere ayrım yapmaksızın çağrı yapmış bulunmaktayız. İki siyasi parti ‘yönetimi’ dışında, adını ilk kez duyduğumuz siyasi partiler maden sahasına gelmiş ve incelemelerde bulunmuştur.  Derdimizin sadece Çanakkale’nin var olan değerlerini ve bizim olan suyumuzu korumak olduğunu her zaman dile getirdik. Hiçbir ayrımcı dil kullanmadık. İnsanların gördükleri manzara karşısında ifade ettikleri öfkelerine bile en çok da haklı mücadelemize zarar vermesin diye müdahale ettik; onların bu müdahaleye olan tepkilerini de göğüsledik. Sonuçta biliyoruz ki hiçbir suç işlemedik. Çünkü Anayasanın 56. maddesi bu savunma ve direniş hakkını bize ödev olarak vermiş bulunmaktadır” denildi.  

“Çanakkale bir tarım ve turizm kentidir”
Çanakkale’nin bir tarım ve turizm kenti olduğu ifade edilen açıklamada; “Bilboardlarda asılı olan uyarı panoları şunu belirtmektedir; “Kazdağları yoksa, su yok, domates yok, kiraz yok, Ezine peyniri yok”. Öncelikle –se,-sa eki eğer olursa anlamı taşımaktadır. Yani şu an bu ürünler vardır, marka değerindedir, korunmalıdır, suyun kaynağından havanın temizliğine, toprağın ekilebilirliliğine kadar. Yani bu uyarılar korkulan gibi ürünlerimizin ticaretine zarar vermemekte eğer Kazdağlarını koruyamazsak korkmamız gerektiğini belirtmektedir. Her basın açıklamamızda ısrarla belirtiyoruz, Çanakkale bir tarım ve turizm kentidir. Bu nedenle bu kent madencilik ve termik santrallerle anılamaz diye” denildi.  
 
“Kazdağı bir ekosistemdir”
; “Bilime dayanan tanımlamalar Kazdağı ve yöresini şöyle tanımlamaktadır; Biga Yarımadasından başlayıp Edremit Körfezine kadar uzanan dağ kütlesi, dağ silsilesi. Kazdağları Sempozyumu yapılan yıllara ilişkin bildiri kitapçığından pek çok akademisyenin ve bilim insanının tanımlamalarına ulaşılabilir. Kazdağı bir ekosistemdir ve Kirazlı Balaban Tepesi, Çataltepe Kazdağları ve yöresi karasal ekosisteminin parçasıdır. Yine belirtildiği gibi “endemik tür yoktur” ibaresine karşılık 2013 Nihai ÇED Raporu 4. bölüm Karasal Flora Çalışmaları başlığı altında görüleceği üzere 7 endemik türün bu sahadaki varlığı bilinmektedir. 2013 yılında alınan ÇED Raporu’nda 1994 yılı bilgileri referans alınmış çalışmalar sırasında endemik türler tespit edilmiştir. Şirket bunu raporunda kaleme almıştır. Burada anlaşılan şudur ki, gerçekte bir çevresel etki değerlendirmeden çok uzak olan bu rapor bile ya tam olarak okunmamıştır, ya da bizim okuduğumuzla kurumlara sunulanlar farklıdır” ifadelerine yer verildi.
 
“Atikhisar Barajı hangi su kaynağı ile beslenecektir?”
Maden için gereken su kaynağına ilişkin yapılan açıklamaların da ÇED Raporuna aykırı olduğu belirtilen açıklamada; “ÇED Raporunda Kumarlar köyünden bahsedilmemektedir. Altınzeybek Göleti ya da alternatifi demektedir. Altınzeybek Göleti içinde tanımlamalarını Bıçkı Deresi üzerinde kurulacak gölet olarak yazmaktadır. Altınzeybek 2 Göleti olarak anılan Kumarlar Köyü’ndeki barajın 2013 Nihai ÇED Raporu’nda yeri yoktur. Şirket şu anda, yasalara ve ÇED raporuna aykırı olarak, devletin tüm kurumlarının gözü önünde daha şimdiden başta Kumarlar gelmek üzere, köylerin çayır ve meralarının yani hayvancılığın temel ve doğal hatta ekolojik beslenme kaynağı olan meraların suyu kesmekte ve onu toplayarak kendi amaçlarına yönelik olarak kullanmayı amaçlamaktadır. Başka bir deyişle, şirket istediği her köyden alternatif yaratabilmekte midir?  Bu yapılanın kesinlikle Atikhisar Barajı ile ilgisi olamadığı ifade edilmektedir, oysa ki yapılan saha çalışmalarında görülen o dur ki içeride su kaynakları hapsedilmektedir. Yağmur suları maden sahası içinde maden kullanımı için depolandığında -ki şirket yetkilileri tarafından bu ifade kullanılmıştır- ve köylerin çayır ve meralarını besleyen su kaynakları da şirketin göletlerinde toplandığında Sarı Çay hangi yağmur suyunu hangi havzadan toplayacak ve Atikhisar Barajı hangi su kaynağı ile beslenecektir?” denildi.
 
“Kesimler 2017 yılında başlamıştır”
Son olarak ağaç kesimlerinin hukuksuz bir şekilde iki yıl önceden başladığı ifade dilen açıklamada; “Hukuksal aşamasında ise, belirtildiği gibi 2013 yılında alınan ÇED olumlu kararına ilişkin açılan davada 29/03/2017 tarihli Çanakkale İdare Mahkemesi kararının bozulmasına Danıştay 14. Dairesi 28/11/2017 tarihinde oybirliği ile karar vermiş ve bilirkişilerinde hangi özellikleri taşıması gerektiğine dair gerekçeli kararını açıklamıştır. Temmuz 2018’de bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Oysa kesimler 2017 yılında başlamıştır. Buna dair STK’ların itirazı da zamanında kurumlara iletilmiştir. Danıştay gerekçeli kararı yetkili makamların eline ulaştığında basın açıklaması yapılarak kamuoyuna duyurulmuştur. İkinci kez bilirkişi incelemesine yapılan itiraza yönelik Danıştay kararı ise 19 Temmuz 2019 tarihinde yapılan basın açıklamasından 1 gün önce açıklanmıştır. Yani hukuksal süreç bu anlamıyla Temmuz 2019 tarihinde bitmiştir. Oysa şirketin yapacağı işlemlere ilişkin saha ormansızlaştırma çalışmaları 2017 tarihinde başlamıştır, İl Özel İdaresi GSMR’i 2018 yılında imzalamış ve Enerji Bakanlığı’da Alamos Gold firmasının kendi web sitesinden yaptığı ilan ile 1 Mart 2019 tarihinde aldığını açıklamıştır.  Gerçekteyse tekrar belirtiyoruz ki, çalışmalar 2017 yılında başlamıştır. Daha açıkçası yaklaşık 2 yıl boyunca on binlerce ağaç izinsiz kesilmiş ve biyolojik çeşitliliği çok zengin ve ekolojik üretkenliği çok yüksek olan bir Akdeniz orman ekosistemi katledilmiştir. Anayasanın bize verdiği yetkiye dayanarak soruyoruz, 2019 yılında biten hukuksal sürece rağmen 2017 yılında neden çalışmalar başlamıştır? Farklı düzenlenmiş ÇED Raporları mı vardır? Su kaynakları yaşam için midir yoksa yüzde 4’nün ülke ekonomisine katkısı olması beklenen madencilik faaliyetinin midir? Su hayattır, su yoksa hayatta yok, su yoksa bizde yokuz!” denildi.   (Eren Aşnaz)
Paylaş