"Stres ve depresyon etkileri yıllarca sürebilir"

468
Türkiye, tarihinin en büyük felaketi ile karşı karşıya... 40 binin üzerinde yurttaşın yaşamını yitirdiği, binlerce konutun yıkıldığı, şehirlerin savaş alanı görüntüsüne büründüğü deprem sonrası durum her açıdan bir yıkıma dönüştü. Yiten canlar, deprem sonrası görüntülerin de ötesinde, geleceğe aktarılacak belki de en önemli durum, deprem sonrası, özellikle çocuklar üzerinde oluşacak psikolojik tahribat... Hem yetişkinlerde hem de özellikle çocuklarda oluşan travma sürecinin atlatılması, yıkılan binaların tekrar yapımından çok çok daha zor. kabul edilebilir ki, depremi yaşayan insanlar için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Evlerinin yıkılmış görüntüsü, ailelerini ya da yakınlarını kaybetmenin verdiği acı ve yaşadıkları travmanın oluşturduğu tahribat maalesef devam edecek sorunlara neden olduğu biliniyor. 
 
Gazetemiz yazarı Pedagog Hakan Şahintürk ile, deprem sonrası depresyon ve strese ilişkin, depremin yarattığı travmayla mücadeleye ilişkin konuştuk... "Bilindiği üzere deprem bilimsel olarak öngörülebilen ama zaman olarak tahmini imkansız bir doğa olayıdır" diyen Şahintürk, "Tahmininin mümkün olmaması ve bir anda gerçekleşmesi nedeniyle yarattığı şok, depremin yaşattığı yoğun duyguların tetikleyicisi durumundadır. Özellikle uyku zamanında olan depremlerin etkisi uyanık olan zamanlardakine göre çok daha farklıdır. Uyku zamanında bir sarsıntıyla uyanmanın yaşattığı şok gündüz vakti uyanıkken yaşanan depremin yarattığı şoktan çok daha fazladır. Depremin yaşattığı olumsuz duyguları tetikleyen başka bir durum ise kontrol kaybı hissidir. Çaresiz kalmak, olayları kontrol edememek başlı başına bir sorun olabilmektedir. Deprem gibi afetlerde yaşanabilecek psikolojik sorunların başında "Travma Sonrası Stres Bozukluğu" gelmektedir. Kayıplar, fiziksel etkiler, barınma ortamının yok olması gibi nedenler kişide bir belirsizlik algısı oluşturup, kaygı ve korkuyla stres ve depresyonun artmasına neden olabilmektedir. Bu etkiler aylarca hatta yıllarca sürebilmektedir" ifadelerini kullandı.
 
Düşünce ile gerçekler arasında kurulacak bağın önemi... 
Pedagog Şahintürk, gerçekliğin kavranmasının da önemine değinerek, "Doğal afetlerin yaşattığı travmatik durumlarla baş edebilme becerisi olaydan etkilenme derecesine göre değişebilmektedir. Eğer bir kayıp yaşanmışsa öfke, yalnızlık gibi duyguların yaşanması çok normaldir. Aslında düşünülmesi gereken de budur. Yaşanan duyguların aslında normal olduğunu kabullenebilmek, bu duyguların geçici olduğuna dair bir düşünce tarzı geliştirmek psikolojik sağlamlık için çok önemlidir. Düşüncelerimizle gerçekler arasında kuracağımız bağ, bizim daha gerçekçi bir tutumda olabilmemize olanak tanır. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği, yüzyıllar boyunca bu konuda birçok kayıp verildiğinin bilinmesi daha işlevsel bir düşünce tarzı geliştirmemizi kolaylaştırıp, travmanın etkilerini azaltacaktır" dedi. 
 
"Güven konusu herkes için sorun haline gelmiştir"
"Deprem ciddi yıkım meydana getirebilen bir doğa olayıdır" diyen Şahintürk, "İnsanların barındıkları yerleri kaybetmesine neden olup, onların aylarca farklı mekanlarda yaşamlarını sürdürmesi zorunluluğunda bırakabilmektedir. Özellikle güven konusu herkes için ciddi bir sorun haline gelmiştir. `Evimiz fay hattına yakın mı?`, `Evim ve işyerim depreme ne kadar dayanıklı?` gibi sorular insanların güvenli alan konusunda yaşadıkları olumsuz duyguların nedeniyle sordukları sorulardır. Güvenli alan korkusunun atlatılması aslınla yönetsel bir durumdur. Karar alıcıların, bilim insanlarının hiç zaman kaybetmeden bir üst akıl kurulu oluşturarak, milli seferberlik gibi bir süreç başlatıp, kentleşme ve afet konusunda somut adımlar atmaları insanların güvenli alan korkusunu daha dengede tutmalarına destek olacaktır. Alınacak önlemlerin, yapılacak çalışmaların, halkla şeffaf biçimde paylaşılması halkın yönetsel erke duyacağı güveni arttıracağı gibi, bireysel olarak kendilerini güvende hissetmelerine destek olacaktır" dedi. 
 
"Çocuklar için güven ortamı yaratılmalı"
Depremin psikolojik yıkıma neden olduğu kesimlerden biri de elbette ki çocuklar. Yıllarca depremin yarattığı stres bozukluğunu, onun yarattığı travmayı atlatmakta zorlanacak kesimlerin başında gelen çocuklar için de onlara nasıl davranılacağı büyük önem taşıyor. Çocukların öncelikle güven duygusunu yaşayacakları ortamın yaratılmasının önemli olduğunu ifade eden Şahintürk, özellikle okul öncesi çağda çocukların oyun yoluyla duygularını ifade edeceği olanakların yaratılması gerektiğini de sözlerine ekledi. Şahintürk, "Elbette ki psiko-sosyal destek birimlerinin afetzedelere olan desteği olmazsa olmazdır. Yapılacak çalışmaların çocukların -yetişkinlerin hayata olan uyumu için çok değerlidir. V Depremden zarar görenlere özellikle çocuklara öncelikle onlara güvende oldukları duygusunu yaşayabilecekleri ortam yaratmak ilk önlemdir. Afetzede bir insanı yoran düşüncelerin başında "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." gelir. Bu nedenle olabildiğince duygularının anlaşılmasına ihtiyaç duyar. Sevgi isterler, şefkat beklerler. Umutsuzluk duygusunun aşılması zaman alabilir. Olabildiğince afetten önceki rutinlerine dönebilmesine destek olabilmek bu anlamda çok kıymetli bir yardım olacaktır. Çocukların okullarına dönebilmeleri, sosyal ortam içinde olmaları travmanın etkisini azaltmak için başka bir önemli durumdur. Depremzede birinin yaşadığı depremi anlatması, hatta defalarca anlatması, çocukların ise oyunla ifade edebilmesine olanak verilmesi travmanın etkisini azaltmak için kolaylaştırıcı olacaktır. Çocukların duygularını oyunla ifade etmesi duygusal hayatlarını dengede tutabilmeleri için çok önemlidir. Yaşadıkları olaydan etkilenip, oyun modellemeleri yapabilmeleri çocukların ruh sağlıkları için inanılmaz kıymetlidir. Yeri gelmişken bu konuyla ilgili sosyal medyada dolaşan paylaşımlara dikkat çekmek isterim. Depremzede çocuklara gönderilecek oyuncaklarla ilgili, hiçbir bilimsel kanıtı olmadan, çocuklara depremi hatırlatacak lego gibi oyuncakların gönderilmemesi gerektiğini anlatan paylaşımların dikkate alınmaması gerektiğini söylemek istiyorum. Çünkü oyun ve oyuncak çocukların sosyal- duygusal ve diğer tüm gelişim alanları için çok önemlidir. Özellikle okul öncesi dönemdeki çocukların oyun yoluyla duygularını ifade etmelerine olanak bulması, sürecin onların lehine işlemesi için önemi büyüktür" dedi. 
 
"Çocukların sorduğu hiçbir soru geçiştirilmemeli"
"Çocuklara afetin anlatılması yaş dönemlerine göre farklılık göstermelidir" diyen Şahintürk, "Özellikle okul öncesi dönemde hikayelerden ve metaforlardan yararlanmak bu iş için daha verimli olacaktır. Öncelikle depremin mümkün olduğunca yalın ama gerçek bir şekilde anlatılması gerekir. Yani, fazla detaya girmeden (çocuklarımıza açıklayıcı ve bilimsel olmak adına bazen algılayabileceklerinden fazla detaya girebiliyoruz.) ama somut ve gerçeğe dayanan bir aktarımla depremin ne olduğunu anlatmamız gerekir. Depremin aslında tıpkı yağmur gibi, kar gibi, gök gürlemesi gibi, mevsimlerin oluşması gibi bir doğa olayı olduğu, bazen yer yüzü üzerinde bulunan katmanların doğal bir şekilde hareket ettikleri ve bu hareket sonucunda da yeryüzünün sallandığı söylenebilir. Ancak bunun bir doğa olayı olduğu söylenirken, deprem yaşarken korkabileceğimiz de vurgulanmalıdır. Depremle ilgili çocuğumuzun sorduğu hiçbir soru geçiştirilmemeli, konu kapatılmamalıdır. Aksi durumda çocuk zihninde hayal gücünü de kullanarak kendi cevaplarını arayacaktır. Ancak bazen öyle sorular sorabilirler ki cevabını vermekte gerçekten zorlanırsınız. Bu gibi durumlarda bilim insanlarının, uzmanların bu konuda araştırmalar yaptığını, çalışmalar yürüttüğünü söyleyebilirsiniz. Açık ve dürüst bir iletişim önemli olmakla birlikte, fazlaca maruz kalmanın çoğu zaman bizleri dahi zorlayan bir durum olduğunu unutmadan, çocuğumuzun yanında fazlaca detay konuşmaktan kaçınmak gerekir. Buradan hareketle, çocuğun bulunduğu ortamda sürekli ekranda deprem ve enkaz görüntülerinin açık olmasının da oldukça yaralayıcı olacağı söylenebilir. En çok duymak ve hissetmek istedikleri şey, güvende olduğunuz, gerekli önlemleri aldığınızdır. Bu aktarımı ne kadar sağlıklı yaparsak yapalım, normal olmayan bir durum yaşıyoruz, kayıplarımız var. Dolayısıyla normal olmayan durumda normal hissetmek ve tamamen normal davranmak her zaman mümkün olmayacaktır. Bunu kabul etmek ve çocuklarımızın, aktarımlarımız sağlıklı olsa da kaygı yaşayabileceğini bilmemiz gerekir. Öncelikle yaşadıkları kaygıyı biz yetişkinlerden farklı ifade edebileceklerini unutmayalım. Nedir çocukların kaygıyı yansıtma şekilleri? Fazlaca bir arada olma isteği, Anne /Babadan ayrılmak istememe, Yoğun korku (karanlık, yalnız kalma vb.), Uyku zorlukları, Alt ıslatma, Aşırı içe kapanma ya da hareketlilik, Öfke patlamaları, Ani değişen yeme alışkanlığı vb. olabilir" şeklinde konuştu... 
 
"Ölümlü yüzleşmek, yas tutmak bireyin psikolojik sağlamlığı açısından katkı sağlar"
Şahintürk, son olarak, "Pandemiyle hayatımızda belki bir daha yaşamayacağımız durumlarla karşılaştık ve baş etmek zorunda kaldık. O dönemde bizi en çok yoran durumların başında belirsizlik duygusu geliyordu. Üstüne üstlük, karantinalar bizi sosyal hayattan kopardı. En yakınlarımızı, arkadaşlarımızı kaybettik ve cenaze törenlerine katılamadık. Hatta yas tutamadık. Aynı şey yaşanan deprem sonrasında da yaşandı, enkaz altında kalanlar, yakınlarından haber alamayanlar, toplu definler gerçekten çok yorucu bir süreç. Yakın kaybı insanın yaşamında deneyimleyeceği en zor durumların belki de en başında gelmektedir. Şimdi ne olacak sorusu? Uzun bir süre kafaları meşgul eder. Ölümle yüzleşmek, kabullenmek, yas tutmak aslında bireyin psikolojik sağlamlığı için ciddi katkı sağlar. Elbette ki yasın tutulma aşamasında her bireyde farklı duygusal ve bedensel tepkiler verebilir. Günlerce konuşmak istememek, yemek yememek gibi tepkiler bu süreçte çok normaldir. Hatta yakınını kaybeden bireylerde "O yaşamıyor, ben yaşıyorum." Şeklinde bir suçluluk duygusu da görülebilir. Yas tutan insanların en önemli beklentisi kabullenme duygusudur. Çevresindeki insanların onu anlamasını bekler. Saygıyla duyguların kabullenilmesi yas döneminin kolay atlatılmasına önemli bir destek olacaktır. "Ölenle ölünmez, hayat devam ediyor" gibi söylemler, anlaşılmadığını düşünüp, yas tutanı daha fazla üzecektir" ifadelerini kullandı.
(Damla Yeltekin) 
 
Paylaş