Soydan; “Bu bir doğa katliamıdır...”

TBMM’nin genel kurul gündeminde bulunan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu ile ilgili açıklamada bulunan CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan, tasarının Çevre Komisyonu’ndaki CHP’li milletvekillerinin muhalefet şerhi ile geçtiğini ifade etti. Soydan; “Milli parkların, doğal koruma alanların içerisinde nükleer santral, HES ve otel inşaatlarının ‘üstün kamu yararı’ anlayışı çerçevesinde yapılmasını ve bu konuda tek yetkilinin bakanlık olmasına şiddetle karşı çıkıyoruz” dedi.

709
Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu CHP Grup Sözcüsü ve Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan, kanunun Komisyon’da CHP’nin muhalefet şerhine rağmen geçtiğini ifade ederek, koruma altındaki ormanlık ve sulak alanlar ile kıyıların piyasalaştırıldığını söyledi.
 
“Ranta açık bir tasarı”
CHP’li vekil Serdar Soydan; “CHP olarak ileride telafisi mümkün olmayacak çevre sorunları yaşamamak için hükümeti uyarıyor ve tasarının geri çekilerek, katılımcı ve koruma anlayışının hâkim olduğu bir anlayış çerçevesinde yeniden hazırlanmasını talep ediyoruz. Aksi takdirde hep birlikte milli parklarda, koruma alanlarında, doğal yaşam alanlarında yeni talan şekillerine şahit olacağız” dedi.
 
Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu CHP Grup Sözcüsü ve Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan, “Üstün kamu yararı” ifadesinin de ekli bulunduğu yeni Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu ile ilgili açıklamada bulundu. Soydan, kanunun Komisyon’da CHP’nin muhalefet şerhine rağmen geçtiğini ifade ederek, koruma altındaki ormanlık ve sulak alanlar ile kıyıların piyasalaştırıldığını söyledi. “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı, gerek hazırlık süreci, gerekse doğanın korunmasına yaklaşımı açısından endişe verici tehditler taşımaktadır. Tasarının hazırlık aşamalarında ve meclis komisyon süreçlerinde bilimsel çevrelerin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve koruma alanlarının çevresinde yaşayanların görüş ve önerilerinden yararlanılmamıştır. Karar alma mekanizmalarının içine dahil edilmemişlerdir. Tasarıyla, doğal zenginlik açısından öne çıkmış ve tüm dünya ile paralel koruma altına alınmış, milli parklarımızın, doğal sit alanlarımızın, yaban hayatı koruma sahalarımızın, uluslararası öneme sahip sulak alanlarımızın yatırımcıların arazi edinme ve işletme taleplerine karşılık elden çıkmasının önü açılmaktadır. Bundan sonra herhangi bir alanın koruma altına alınması, koruma altındaki bir alanın sınırlarının değiştirilmesinde bakanlık tek yetkili olmuş, bilim insanları, uzmanlar, sivil toplum kuruluşları ve yöre halkı sürecin dışına çıkarılmıştır” dedi.
 
“Ranta açık bir tasarı”
CHP’li vekil Serdar Soydan, “CHP olarak ileride telafisi mümkün olmayacak çevre sorunları yaşamamak için hükümeti uyarıyor ve tasarının geri çekilerek, katılımcı ve koruma anlayışının hâkim olduğu bir anlayış çerçevesinde yeniden hazırlanmasını talep ediyoruz. Aksi takdirde hep birlikte milli parklarda, koruma alanlarında, doğal yaşam alanlarında yeni talan şekillerine şahit olacağız. AKP’nin ve tasarının amacı, koruma alanlarını artırmak, mevcut olanları daha iyi korumak değil, mevcut korunan alanları rant uğruna kullanıma ve işletmeye açmaktır. Milli parkların, doğal koruma alanların içerisinde nükleer santral, HES ve otel inşaatlarının ‘üstün kamu yararı’ anlayışı çerçevesinde yapılmasını ve bu konuda tek yetkilinin bakanlık olmasına şiddetle karşı çıkıyoruz” dedi.
 
“Doğamızı ve çevremizi bu kanundan korumak zorundayız”
“Bizlere armağan edilen oksijen deposu doğa harikası cennet mekânımız Kazdağları’nda uluslararası şirketlerin çıkarları uğruna maden arama ve işletme faaliyetlerini istemiyoruz” diyen Soydan, “Kazdağları’na, Munzur Vadisi’ne, Manyas Gölü Kuş Cenneti’ne, İkizdere Havzası’na, Büyük Menderes Deltası’na, Küre Dağları’na, Gediz Ovası’na, Gelibolu Tarihi Milli Parkı’na her türlü inşaat yapılmasını bir cinayet, bir çevre katliamı olarak görüyoruz. Bizler, Atatürk Orman Çiftliği’ne, Belgrad Ormanları`na çok yıldızlı rezidansların yapılmasını istemiyoruz. Kazdağları’nın madenciler tarafından delik deşik edilmesini istemiyoruz. Kuş cennetinin hava alanına dönüştürülmesini istemiyoruz. Yüzlerce HES’in Karadeniz’in derelerini akmaz hale getirmesini istemiyoruz. Datça’nın son koyunun betonlaşmaya teslim edilmesini istemiyoruz. İstanbul Boğazı’nın eşsiz doğa güzelliğinin gökdelenlere kurban edilmesini istemiyoruz. Bizler, CHP olarak gelecek nesillere yaşanılabilir bir ülke bırakmak istiyoruz. Bu nedenle, tabiatı, doğayı, çevreyi, yaşam alanlarımızı, hükümetin hazırladığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’ndan korumak zorundayız” dedi.
 
İşte CHP’nin muhalefet şerhi
TBMM Çevre Komisyonu’ndaki Grup Sözcüsü Serdar Soydan’ın da aralarında bulunduğu CHP grubuna rağmen kabul edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısında konulan muhalefet şerhinde tasarının demokratik ve katılımcı olmadığına vurgu yapıldı. Muhalefet şerhinde söz konusu tasarı için; “Tasarının 6. Maddesiyle gerçek ve tüzel kişilerin önerileriyle daha önce belirlenmiş olan koruma alanlarının sınırlarının değişebileceği, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabileceği veya koruma kararlarının kaldırılabileceği belirtilmiştir. Ülkemizdeki korunan alanların sayısı ve yüzey alanları zaten bir çok Avrupa ülkesinin ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle kabul edilen hedeflerin çok gerisindedir. Ülke yüzölçümünün yaklaşık %4-5’i civarında olan korunan alanlarımızın sayısının daha da artırılması gerekirken bu madde ile var olanların da korumasız kalmasına imkân verilmiş olacaktır. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve AB yaklaşımı dikkate alındığında Türkiye’nin zaten yeni korunan alanlar ilan etmesi (en az %15) ve bunları daha etkili bir şekilde koruması gerekirken, “yeniden değerlendirme” adı altında mevcut korunan alanlarımızın dahi koruma güvencesinden mahrum kalmasının ciddi sorunlar yaratacağı düşüncesindeyiz. Tasarı’nın 8. Maddesinde yer alan ‘üstün kamu yararı’ ifadesi son derece muğlâk ve suiistimale açıktır. Üstün kamu yararı adı altında doğal alanlara zarar verebilecek birçok yatırımın önü bu madde ile açılmaktadır. Halk sağlığı ve milli güvenlik gibi kritik konular ‘üstün kamu yararı’ gerekçesi olarak kabul edilebilir. Ancak, 8. Maddenin 4. bendinde ‘çevreye yarar’ diye son derece muğlak ve suiistimale açık bir ifade kullanılmıştır. ‘Çevreye yarar’ ifadesine dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi mümkün olacaktır. Tasarı’nın 9. Maddesinde yer alan ‘Bilgilendirme ve Katılım’ a dair kısımda, herhangi bir alanda gerçekleştirilecek koruma ve planlama çalışmaları hakkında yöre halkı yalnızca ‘bilgilendirilecek’tir. Söz konusu maddenin üst başlığı her ne kadar “bilgilendirme ve katılım” olsa da gerçekte yapılacak olan yukarıdan aşağıya bir bilgi verme sürecinden ibarettir. Gerçek anlamda katılım olması için bilgilendirme, paydaşların görüşlerinin dinlenmesi, işbirliği ve aktif katılımla karar alma ve uygulama sürecinin “birlikte” şekillendirilmesidir. Tasarı’nın 10. Maddesinin 2. bendinde ‘Korunan alanda işletme yetkisi, kısmen, talepte bulunmaları halinde il özel idarelerine, belediyelere, bu Kanunun amacına uygun faaliyetler yürüten vakıf ve derneklere ilgili bakanın onayı ile devredilebilir veya geri alınabilir’ denmektedir. Valiliklere bağlı İl Özel İdaresi’ne yapılan yetki devirlerinin onarılması imkânsız tahribata yol açtığı en son Bolu-Abant Tabiat Parkı örneğinde yaşanmıştır. Korunan alan yönetimi gibi son derece hassas ve dikkatle ele alınması gereken bir sorumluluğun, konunun uzmanı olmayan ve yeterli teknik bilgi birikimine sahip olmayan kurumlarca yerine getirilmesi ciddi ve geri dönüşü olmayan kayıplara neden olabilir. 2011 yılında TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilen üçüncü tasarıda yer alan Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları ve Tabiatı Koruma Bilim Heyeti mevcut tasarıdan çıkarılmıştır. Kamu ağırlıklı yapısı, görev tanımındaki bazı belirsizlikler ve karar alma süreçlerine ilişkin bazı değişikliklerin şart olmasına rağmen, ülkemizin biyolojik çeşitliliğinin daha etkin korunması ve kamu-sivil toplum-akademi dünyasının birlikte karar alabilmesi anlamında faydalı olabilecek bu kurulların mevcut tasarıdan çıkarılması üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir konudur.Geçtiğimiz yıl Çevre Komisyonu’nca kabul edilen tasarıda sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin temsilci sayısının artırılması için büyük mücadele verilmiş ve ilk halinde 2 olan STK temsilcisi sayısı 4’e çıkarılmıştır. Yetersiz olsa dahi STK’ların kamu kurumlarıyla birlikte bir komisyon/kurul çatısı altında ülkemizin doğa koruma politikalarını ve uygulamalarını tartışabilecek olması önemli bir adımken, mevcut tasarıda bu kurulların tamamen çıkarılmış olması STK’ların bu sürece katılım, izleme ve etkileme olanağını tamamen ortadan kaldırmıştır. Yalnızca Bakanlığın isteği, bilgisi ve kararı ile ülkemizin biyolojik çeşitliliğine dair kararların alınması demokratik bir işleyişe uygun olmadığı gibi taraf olduğumuz sözleşmelerin “katılımcılık” ilkesini de göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Paydaşların sürece katılımı, bilgi edinebilmesi, alınan kararları şeffaf bir biçimde sorgulayabilmesi ve etkileyebilmesine olanak sağlayacak bir karar alma mekanizması tarif edilmelidir. Tasarı’nın 10. Maddesinde ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma Kurulu’ adı altında bir kurula atıfta bulunulmuş ancak amacı, görevi, kapsamı, ne şekilde işleyeceği belirtilmemiştir. Tasarının 14. Maddesinde ‘nesli yok olma tehdidi altında bulunan tabii habitat tiplerini veya türlerini barındıran alanlarda kamu güvenliği ve halk sağlığı sebepleri dışında izin, intifa ve irtifak hakları tesis edilemez’ hükmünün bulunmaması ciddi bir eksikliktir. Tasarı’nın 20. Maddesinde ‘Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın yaşama alanına dönüştürülür’ ifadesi açık bir biçimde bir alandaki tahribatın meşrulaştırılması ve tahribatın giderilmesi için yapılabilecek iyileştirme çalışmalarının zaafa uğratılmasına zemin hazırlamaktadır. ‘En yakın yaşam alanı’ ifadesi bilimsellikten yoksundur ve tam anlamıyla ne kast edildiği açık değildir. Tasarı’nın 29. Maddesinde ‘bu Kanun kapsamında giren alanlarda 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na göre kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için Bakanlığı uygun görüşü alınır’ denilmektedir. Bu madde ile zaten ülke yüzölçümümüzün ancak yüzde 4-5’ini kaplayan korunan alanlarımızın ‘turizm teşvik’ adı altında yapılaşmaya ve diğer insan kullanımlarına açılması mümkün kılınmıştır. Tasarı’nın 37. Maddesi’nin 6. Bendinde ‘9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır’ ifadesi yer almaktadır. 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesidir. Tasarı’da korunan alan statülerinden bir tanesi olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsizdir. Milli Parklar Kanunu’nun bu Tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması hâlihazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir. Özellikle son dönemde sayıları hızla artan HES lere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktır ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılmaktadır. Bakanlığın bu Tasarı yasalaştıktan sonra çıkarmayı planladığı yönetmeliklerin kamuoyu ve ilgili STK’larca önceden bilinmesi ve müdahale edilmesi mümkün olmayacağı için Milli Park alanlarımızı nasıl bir sürecin beklediği endişe uyandırmaktadır. Yukarıda açıkladığımız gerekçeler doğrultusunda tasarı; çağdaş, katılımcı, demokratik anlayıştan yoksun, yanlış ve kötü niyetli kullanıma imkân verebilecek şekilde düzenlendiğinden dolayı muhalif olduğumuzu belirtiriz” dendi.
 
Haber: Seçkin Sağlam
Paylaş