OLAY: Çok ciddi ve önemli sorunlardan bahsettiniz. Peki, bazı kesimlere göre sağlıkta dönüşüm “Devrim” olarak değerlendiriliyor. Sizce de bu uygulamalar devrim mi yoksa gerçekten sağlığın piyasa koşullarına terk edilmesi mi?
Eftal Yıldırım: Maalesef bu son söylediğiniz doğru. Sağlıkta dönüşüm, sağlık hizmetlerini piyasa koşullarına bırakan, kamunun sağlık hizmetinden çekilmesini, hizmetin satın alındığı kadarıyla ücretlendirilmesini öngören bir sistemdir. Son dönemde gündeme gelen, şehir hastaneleri, kamu özel ortaklığı ve saire gibi özel hastanelerin sağlık alanındaki kapsamının artırılmasıyla, özel sağlık kuruluşları kamu ile rekabet eder hale getirilmek istenmektedir. Rekabeti kışkırtmaya dönük bir anlayıştır bu. Özelle rekabet adı altında özel sağlık kuruluşlarındaki işleyiş kamuya da getirilmeye çalışıldığından, iş güvencesizliği ve iş koşullarındaki olumsuzluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Devrim olarak nitelendirilen şey, sağlık emekçilerine iş güvencesizliği, aşırı yük, yıpranma, mobbing olarak yansıyor. Bunun devrimle bir ilgisi yok, 10 yıllık sağlık uygulamalarını düşündüğümüzde, bütün sağlık çalışanları mutsuz, bütün sağlık çalışanları aşırı iş yükü nedeni ile yorulmuş, performans endişesi ile yıllık izinlerini bile kullanamaz duruma gelmişlerdir. Özel hastanelerin vitrinlerindeki güzel donanımlı ortamların hazırlanması için, geride çok büyük bir emek sömürüsü yaratılması gerekiyor ki bu hizmet en güzel şekilde sürdürülsün! Sağlıkta dönüşümün temelinde sağlık alanındaki işlerden kar edilmeye çalışılması var. Karın olduğu yerde de bir emek sömürüsünün olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu sömürü sağlık çalışanları, sağlık emekçileri üzerinden sağlanıyor. Yedek iş gücü oluşturulmaya çalışan bir anlayış var. Bir çok arkadaşımız işsiz ve en ufak bir iş güvencesi olmadan, bir çok işi, bir çok riskli işi yapabilir durumda kendini sağlık pazarına sunmaya çalışıyor. Örneğin geçen yıllarda Samsun’da bir sağlık teknisyeni büro elemanı olarak çalıştırıldığı halde bir iğne yapması sonucunda Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastasından bulaşan kanla vefat etti. Bu bir iş cinayetidir. Bunun gibi örnekler çok fazla. Sağlık emekçisi ile vatandaşın karşı karşıya gelmesine yol açan bu alt yapı eksiklikleri nedeni ile sağlıktaki sorunların sorumlusu sağlık emekçisiymiş gibi görülüp, direkt bu olumsuzluğun faturası sağlık emekçilerine çıkarılıyor. İş buralara vardı. Bu bizi çok üzüyor. Sağlıkta dönüşüm, 10 yılda görüldüğü gibi başarısızlıkla sonuçlanmış bir durumdur. Bunun sorumlusu hükümettir. Bunun karşılığında bir çok sağlık emekçisi mağdur olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Biz de emek örgütleri olarak bunları açıklamakla, sağlık çalışanlarını bilgilendirmekle kendimizi görevli kabul ediyoruz.
OLAY: Çanakkale’de özellikle devlet hastanelerinin fiziki koşulları oldukça gelişti. Tabi ki fiziki şartlarla verilen hizmetin niteliği arasında fark vardır ama, bu bahsettiğiniz sorunlar Çanakkale’ye nasıl yansıdı?
Eftal Yıldırım: Bu olumlulukları saptarken, bir yandan da olumsuzlukları beraberinde düşünmemiz gerekiyor. Sağlıkta dönüşümün ilimize yansıması noktasında biraz önce saydığım sorunların hepsi biz de de mevcut. Aşırı iş yükü mevcut. Kapasite artırılmaya çalışılıyor ama o kadar çok talep var ki; günde 5 bin hasta sayısına ulaşan bir hastane düşünün, ilçelerdeki hastane kapasitelerinin yetersizliğini düşünün. Sağlıkta dönüşüm sürecinde, birinci basamakta, yani temel sağlık hizmetleri anlamında aile hekimliğinde, sağlık hizmetleri; reçete yazmaya dayalı bir anlayışla yürütüldüğü için, birikmiş sağlık talebi ikinci basamak sağlık ünitelerine yansıyor. Üçüncü basamak sağlık kuruluşu olarak tıp fakültesi bulanmasına rağmen alt yapısı bakımından üçüncü basamak sağlık kuruluşu olarak çalışmıyor, ikinci basamak gibi sağlık hizmeti veriyor. Bizde aslında birinci basamak sağlık kuruluşları, insanların yaşadıkları yerde sorunların çözümü noktasında hizmet üretmesi gerekir. Özellikle mahallelerde bulunan sağlık kuruluşlarının yapamadığı, çözümleyemediği sorunlar ikinci basamak olan devlet hastaneleri tarafından ele alınmalıdır. Burada da çözümlenemeyen sorunlar devlet ve araştırma hastanelerince ele alınması gerekirken, sağlıkta dönüşüm alanı piyasalaştırdığı ve sadece SGK’dan ya da bir takım sağlık kuruluşlarından para alma meselesine indirgediği ve insanları sadece reçete karşılığı sağlık hizmeti alır hale getirdiği için, birinci basamakta sunulan hizmet sadece reçete yazmaya indirgenmiş, bu birikim ikinci basamağa aktarılmış dolayısıyla ikinci basamağın yükü çok fazla olmuştur. İkinci basamakta çalışan uzman arkadaşlarımız özellikle bu performans kaygısı nedeni ile aşırı bir iş yükü ile çalışmak zorunda kalıyorlar. Günde 80-100 hastaya bakan poliklinikler var. Günde her hastaya 15-20 dakika ayırmamız gibi bir temel talebimiz ve isteğimiz (bunun uluslararası standartlarda da böyle olmasına rağmen) sadece sayıyı eritmeye yönelik bir çalışma görüyoruz. Bu talebin karşılanması için de arkadaşlarımızın üzerindeki performans baskısı yoğun bir iş yükünü de beraberinde getiriyor. Bu anlamda kapasiteyi artırmaya dönük çalışmaları onaylamakla beraber bunun da yetersiz olduğunu çünkü talebin çok fazla olduğunu, talebin kışkırtılmış olduğunu görüyoruz. Bu başvurunun da gereksiz olduğunu şöyle tespit edebiliriz; bunların aslında bir kısmı, birinci basamak sağlık kuruluşlarında yani aile hekimlerinde özellikle eski sağlık ocaklarında çözümlenmesi gerekirken, yeterli düzeyde olmayan memnuniyet, aynı sorunların ikinci basamağa aktarılmasına neden oluyor. Üçüncü basamak için de bu böyle. Sağlık hizmetlerinde yaratılan güvensizlik ortamı nedeni ile hizmeti alan hasta profili, aldığı hizmeti yeterli görmüyor bir başka sağlık kuruluşundan teyit etme ihtiyacı hissediyor. Dolayısıyla aynı hastalık çerçevesinde üç-beş tane tedavi, üç-beş tane reçete, üç-beş tane hastalık muayenesi söz konusu oluyor. Bu da gereksiz yere sağlık çalışanlarını ve sağlık hizmetini sıkıştırır duruma getiriyor. Hastanelerde özellikle acillere yansıyan çok ciddi bir talep var. Poliklinik hizmetlerinde yeterli düzeyde yanıt alınamadığı ve insanların mesai saatleri dışında başvurma gibi bir tercihleri olduğu için, sağlık hizmetlerinde çalışanların sayısının günden güne azaldığını da düşündüğümüzde 20-24 saat nöbetlerle sağlık emekçileri, sağlık hizmeti sunmaya çalışıyor. Bu yetersizliği de görmemiz lazım. Özellikle poliklinik ve acil yükü çok fazla durumda ve burada görevli arkadaşlar çok yıpranmış durumda. İlçelerdeki hastanelerin donanımlarının artırılması ve oradan buraya hasta naklinin azalmasını bekliyoruz. Sağlıkta dönüşüm anlayışı, merkezi örgütlenme anlayışının dışında olduğu için hekim sayıları gereksinime göre dağıtılamıyor. Halbuki bu böyle olmamalı. İlçelerde yeterli sayıda birinci ve ikinci basamak sağlık hizmetinin sunulacağı kuruluşlarda, yeterli sayıda pratisyen ve uzman hekim bulunmalı. Merkeze hastanın gelmesini engellemeliler. Ama bizde yeterli düzeyde koşullar olmadığı için zorunlu hizmet dışında uzmanların ilçelere gelmesini sağlayamıyorlar. Sağlık hizmetini sunacak emekçilerin kendi istekleri ile çalışmalarını sağlamıyorlar. Dolayısıyla eksiklikleri de merkezden geçici görevlendirmelerle karşılamaya çalışıyorlar. Bu anlayışın da bu şekilde başarısız olduğunu görüyoruz. Yeni hastane projesinin gündemde olduğunu, temelinin atılma sürecine girdiğini görüyoruz. Tabi bu kapasite anlamında bizi biraz daha rahatlatacaktır. Ama asıl vurgulamamız gereken, bu yatırımın bir an önce alması dileği ile birlikte özellikle birinci basamakta, aile hekimliği düzleminde mahalle bazında örgütlenmenin olması gerektiği ve insanların bulundukları mahallelerinde sağlık hizmetini almaları gerektiğini vurguluyoruz. Bu anlamda aile hekimleri bu anlayışa yeterli yanıtı veremiyorlar. Çünkü tek başlarına bir sağlık çalışanı ile çalışıyorlar. Bu da bulaşıcı hastalıklardan tutun da gebe doğum takiplerine, çocuk izlemlerine yeterli düzeyde bir zaman ayıramamalarına yol açıyor. Dolayısıyla buradaki sağlık ortamındaki olumsuzlukları hep birlikte görüyoruz. İlimizde de Türkiye’deki sorunların dışında çok farklı bir sağlık sorunu yok, Türkiye’deki bütün olumsuzlukların benzerlerini burada da görüyoruz. Bu konudaki sorunlarımızı hep birlikte yaşıyoruz. Bu da bizi gereksiz bir şekilde, vatandaşlarımızla karşı karşıya bırakıyor. Bu anlamda sağlık çalışanlarına yönelik olarak ortaya çıkan ve bundan sonra da çıkacak olan sağlık çalışanlarına yönelik fiziki ve sözlü şiddetin sorumlusu bakanlık ve hükümettir.
OLAY: Sağlık alanında sendikal mücadele veriyorsunuz. Sendikal faaliyetlerin öneminden bahseder misiniz?
Eftal Yıldırım: Sağlık hizmetinin üretildiği her yerde bir sağlık sisteminin örgütlü olması gerektiğini ve bu sağlık hizmetini sunan, işveren dediğimiz sağlık kuruluşlarının yöneticilerinin çalışanlarla toplu görüşme ve toplu sözleşme vasıtasıyla ücretlerin belirlenmesinin gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü, ortada bir emek üretiliyorsa bunun karşılığının, o emeğin değerinin karşılıklı olarak belirlenen bir hak olması gerekir. Halbuki bizdeki anlayış, devletin veya hükümetin verdiği maaşla sınırlı kalıyor. Bir de diyorlar ki; “Siz şu kadar bir paraya razı olun, onun dışında da şu kadar saat çalışırsanız, şu kadar hastaya bakarsanız performans alabilirsiniz”. Peki emekli olduktan sonra ne olacak? “O zaman alamazsınız, çalıştıkça o parayı alabilirsiniz…” deniyor. Dolayısıyla performans meselesi, insanların izne çıkmamasına, nöbet izni bile kullanmamasına yol açıyor. Çünkü o parayı almak zorundalar, geçimlerini sağlamak zorundalar. Temel ücret dediğimiz ücret çok az. Dolayısıyla emeklilik ücretleri de bu temel ücrete tabi olduğu için emekli bir sağlık çalışanının kendi başına yaşamını sürdürmesi çok zor. Bu anlamda da bu ücret meselesinde mutlaka sendikaların temsiliyetinde Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı yetkilileri ile toplu pazarlık, toplu sözleşme yapılması gerekiyor. Bizim zaten sendikal mücadelemize 20 yıla yaklaşık bir sürede kamu emekçileri üzerinden götürdüğümüz bir süreç var. Bu konuda epeyce bir ilerleme sağladığımızı düşünüyorum. Eskiden bir masaya gelme olanağı bile olmuyordu ama şimdi üretimden gelen gücümüzü pazarlık konusu yapabiliyoruz. Bu anlamda taleplerimizi en iyi şekilde dile getiriyoruz. Bu olumsuzluklar karşısında iş üretmeme hakkımızı bir grev ve görev olarak biliyoruz. Örgütlenme hakkımızı sağlamaya çalışıyoruz. Sağlık alanında faaliyet gösteren başka sendikalar da var. Biz Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası olarak emeğin hakkını yücelten, emeğin hakkını isteyen, sağlıkta güvenceli çalışmayı, emeklilikte yaşayabileceğimiz yeterli bir ücreti alabileceğimiz haklarımızı savunuyoruz. Sendikamızın hedefleri belli, sağlık alanında örgütlülüğün önemli olduğunu, hakların ancak örgütlülükle alınabileceğini, ortak çıkarlarımızın örgütlü mekanizmalarla dile getirilebileceğini ve bu anlamda temsil düzeyinde sendikamızın haklı talepleri gündeme getirebileceğini söylüyoruz. Bu anlamda bütün sağlık emekçilerini tabi ki kendi sendikamızda görmek isteriz. Ama mutlaka örgütlü bir sendikal faaliyet içinde olmalarını temelden istiyoruz.
OLAY: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Eftal Yıldırım: Böyle bir günde bize kendimizi ifade etme fırsatı tanıdığınız ve bu sorunlara önem verdiğiniz için ben teşekkür ederim.