Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık oluşturmak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu kararı ile ilan edildi.
İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada şiddetin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirdi.
Prof. Dr. Hülya Ensari, şiddetin Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2002 yılında yayınlanan Şiddet ve Sağlık Raporu'nda "Gücün ya da fiziksel kuvvetin; tehdit yoluyla ya da gerçekte fiziksel zarar, ölüm, psikolojik zarar, gelişme engeli ya da yoksunluğa neden olacak şekilde; kendine, bir başkasına ya da bir grup veya bir topluma karşı niyetli biçimde kullanılması" olarak tanımlandığını söyledi.
Şiddetin pek çok şekilde görülebildiğini belirten Ensari, “Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet veya çocuğa yönelik, yaşlıya yönelik şiddet söz konusu olabilir. Şiddet hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı problemidir. Kadına yönelik şiddet ise tüm dünyada önemli bir problemdir” dedi.
Şiddetin fiziksel, duygusal ve psikolojik, cinsel ve sözel şiddet olmak üzere görüldüğünü kaydeden Ensari, bunları şöyle açıkladı:
Kadına yönelik şiddeti arttıran faktörlere değinen Ensari,
kadınların günümüzde pek çok toplumda geleneksel kavramların da
etkisiyle şiddete maruz kaldığına dikkat çekti. Ensari, şunları
söyledi:
“Kadına yönelik şiddet ‘Kamusal veya özel yaşamda kadınlara
fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren veya
verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama,
keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun
bırakma’ olarak tanımlanıyor. BM Kadınlara Yönelik Şiddetin
Önlenmesi Bildirgesi, kadına yönelik şiddetin ‘Kadınlara yönelik,
toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için
yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen bir
şiddet’ olduğunu belirtmektedir. Günümüzde en ilkel toplumlardan
en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel
kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik
şiddete maruz kalmaktadır.”
Kadınlarda şiddete maruz kalma riskinin arttığı durumlar olduğunu
belirten Ensari, “Daha önce şiddete maruz kalan kadınlar, evlilik
sorunları yaşayan kadınlar, boşanmış ya da boşanmak üzere olan
kadınlar, düşük eğitim seviyesine sahip kadınlar, düşük maddi
gelire sahip kadınlar şiddete maruz kalma riski taşımaktadır”
dedi.
Kadınların en sık eşleri, sevgilileri, sevgili adayları ve partnerleri tarafından duygusal, fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakıldığını belirten Ensari, “Şiddete maruz kalan kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadırlar” dedi.
Şiddetin ruh sağlığı üzerinde pek çok olumsuz etkiye yol açtığını, bundan çocukların da etkilendiğini vurgulayan Ensari, “Şiddet gören kadının ve buna tanıklık eden çocuğun ruh sağlığı olumsuz etkilemektedir. Annelerine uygulanan şiddete tanık olan çocukların da ruh sağlığı bozulmaktadır. Ayrıca şiddete tanık olan çocuklar ilerde şiddet uygulayıcıları haline gelmektedir” uyarısında bulundu.
Şiddete uğramanın kadınlarda birçok ruhsal hastalığın oluşumunu tetiklediğini belirten Ensari, “Depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, panik bozukluk ve anksiyete bozuklukları başta olmak üzere toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar, kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda depresyon, erkeklerden iki kat daha sıktır” diye konuştu.
Tüm bu ruhsal hastalıklara erken müdahalenin önemli olduğunu vurgulayan Ensari, “Bu ruhsal hastalıklar ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına danışıldığı takdirde tedavi edilebilir ancak tedavi edilmediği takdirde ömür boyu yaşanılan travmanın etkisi devam edebilir; tabloya eklenecek depresyonlar kişide intihar girişimi ile sonuçlanabilir” uyarısında bulundu.
Şiddet uygulamayı arttıran risk faktörlerine işaret eden Ensari, “Kadına yönelik şiddet uygulamanın normal olduğu bir kültürde yetişmek, düşük eğitim seviyesine sahip olmak, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak, çocukluk döneminde kadına yönelik şiddete tanıklık yapmak, alkol bağımlılığı, antisosyal kişilik özelliklerine sahip olmak, çok eşli olanlar ve kadınlar tarafından sadakatsizlikle suçlananlarda şiddet uygulama davranışı daha sık görülmektedir” diye konuştu.
Şiddet uygulayan kişilerde sıklıkla alkol bağımlılığı, madde kullanım bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu ön planda olduğunu belirten Ensari, “Alkol madde kullanım bozuklukları ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunanlarda suça eğilim de fazladır” dedi.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin yapılması gerekenleri
de sıralayan Prof. Dr. Hülya Ensari, önerilerini şöyle
sıraladı:
“Kadına yönelik şiddeti önleyici çalışmalar arasında öncelikle
eğitimin ilk aşamalarından başlayarak her seviyede toplumsal
cinsiyet ayrımcılığına ilişkin eğitim programları düzenlenmeli,
medyanın bu konudaki bilinç düzeyi arttırılmalıdır.
Televizyon dizileri ve gazete haberleri başta olmak üzere medyada
da cinsiyet ayrımcılığı ve şiddetin her türlüsünün özellikle
kadına yönelik şiddetin özendirilmesine karşı müdahale
edilmelidir. Yazılı, görsel basın ve film gibi kültür sanat
ürünlerinin kadını aşağılayıcı ifadeler ve şiddet içermemesine
dikkat edilmelidir.
Toplumda ruh sağlığı konusunda farkındalığı arttırmak, şiddete maruz kalan kadınların erken dönemde ruh sağlıklarını koruyucu destek almalarına yardımcı olacak bu da kadınlarda görülen ruhsal hastalıkların tedavisine ve depresyon gibi ruhsal hastalıkların tedavisi ile intihar girişimlerinin önlenmesine de katkıda bulunacaktır. Toplumda alkol ve madde başta olmak üzere bağımlılığın her türlüsü ile mücadelenin arttırılması ile şiddete yönelik davranışların önlenmesinde büyük katkı sağlayacaktır.”
(İHA)