havadurum

"İnsanlar çocuklarına ekmek götüremiyor”

ÇOMÜ’de 36 işçinin işten atılması ile sonuçlanan; güvencesiz çalışma koşullarının güvencesi olan taşeron sistemini ve bu sürecin ÇOMÜ’deki uygulamalarını tartışmaların odağındaki İsim Sedat Yaylacı ile konuştuk. Yaylacı sürecin başından itibaren gelişmeleri tüm açıklığı ile bizler ile paylaştı. Kendisi hakkındaki suçlamalar ile nelerin gizlenmek istendiğini, işçilerin birliğinin nasıl bölünmek istendiğini anlattı...

1229
Kendisi hakkında yapılan spekülasyonlar için sözde bazı “yayın organlarının” kendisini hedef göstermesine ilişkin “Bu kışın ortasında şu gerçeği göz ardı edemezsiniz; 36 arkadaşımız işsiz bırakıldı. Bunu benim boynuma yıkmak için uğraşılması boşuna, ben yasal haklarımı kendi ideallerim konusunda sonuna kadar kullandım, kullanacağım da. Bunun böyle yapılması gerektiğini tüm arkadaşlarım da biliyordu. Ben bu konuda öngörümü kullanarak bu işi sadece benim yapmam doğru olur diye fikrimi söyledim. Diğer arkadaşlarımdan da  başka bir fikir çıkmayınca ortaya kendini atmış biriyim. Bazı hesaba bile katmadığım yayın organı mı desem (tereddütlerim var  olduğuna dair); konuya hiç vakıf olmadığı halde ahkam kesen, ötesinde hedef gösteren yazılarla beni korkutacağını sanan zavallılara sesleniyorum; Ben atılan arkadaşlarımın yanlarındayım her zaman,sen neredesin? Bizzat yüzyüze görüşmek istersen ben hazırım. Tabi ismini yazdığı şekilde biri varsa!” diyerek “Buradan Rektör Hocama sesleniyorum; insanların ekmeği ve insanca yaşamak için gereken çalışma koşullarına kavuşması sizlerin iki dudağı arasında, bunun istenildiği kadar benim üzerime yıkılmaya çalışılması sadece toplumda konuya vakıf olmayanlar tarafından öyle algılanabilir. Ya Allah-u Teala, bu gerçeği bilmiyor mu? “Benim karşıma kul hakkıyla gelmeyin” dememiş mi? Bu işin vicdani sorumluluğu her şeyden daha ağırdır. Bilin ki; bu işin ne sizin siyasi görüşünüzle ne de başka bir kin duygusuyla alakası yoktur” dedi.
 
Sedat Yaylacı  Rektör Laçiner’in sağduyulu yaklaşımı ile sorunun çözümünün yakın zamanda olabileceğine inancını koruduğunu belirterek “Otuzaltı arkadaşım işsiz hocam, bu maalesef gerçek. Kış günü ve insanlar çocuklarına ekmek götüremiyor. Söylenebilecek hiçbir şey bu gerçeğin üstünü örtemez” ifadeleri ile yaşanılan gerçeğe dikkat çekti.
 
ÇOMÜ’de  36  işçinin işten atılması ile sonuçlanan; güvencesiz çalışma koşullarının güvencesi olan Taşeron sistemini  ve bu sürecin ÇOMÜ’deki  uygulamalarını  tartışmaların odağındaki İsim Sedat Yaylacı ile konuştuk.
 
Olay: Süreci bir anlatır mısınız ?
S.Yaylacı:
  1983 yılında sigortalı başlangıcı yaptığım işyerimin primlerimi yatırmadığı, araştırmalarım sonunda anlaşıldığı anda dava açarak 2009 yılı kasım ayından itibaren emekli olmayı düşünürken; birkaç ayı geride bırakmıştım. 2010 yılı Mart aylarında Sosyal İş Sendikası ile Kültür Müdürlüğündeki bir etkinlikte tanışan İsmail Şahin arkadaşımızın Üniversite de çalışan Taşeron işçileri örgütleme girişimleri Mayıs ayı içerisinde bir arkadaşımızın bana bahsetmesine kadar geçen sürede çeşitli toplantılar yapılmış ancak çok bir yol kat edilmemişti. Bana söyleyen arkadaşımıza ilk toplantının yapılacağı gün haber verecek olursa birlikte gideceğimizi söyledim. Benim olaya müdahil olduğum an böylece başladı. Hatta Örgütlenme Daire Başkanına ve İsmail arkadaşımıza o zaman örgütlenme çalışmalarında bulunan Hasan Bölükbaşı isimli arkadaşımız (Rektörlükte çalışan taşeron işçisi) benim, ”Rektörlüğün adamı’dır O’nun yanında örgütlenmeden bahsetmeyin” dediğini daha sonra söylediklerinde oldukça gülüşmüştük. ”Keser döner sap döner,gün gelir hesap döner” misali; şimdilerde ben neredeyim bilemiyorum hala, ama o arkadaşlarımız taraflarını değiştirmiş olsalar ki, işçi arkadaşlarının yanlarında değil. Hatta arkadaşlarının karşısında yerlerini almış durumdalar. Bu örgütlenmenin başladığı günlerde Ali Akdemir yönetimi vardı ve kimin seçileceğide çok belli değildi. Asıl olan işçi arkadaşlarımızın sendikalılaşmasını sağlayabilmek. Onları taşeron illetinden kurtararak “MUVAZAA”lı iş ilişkisini ortaya çıkaracak hukuksal zemini hazırlamaktı. Olaya dahil olduğum ilk andan itibaren bu zemini hazırlamak için gereken; bizzat arkadaşlarımızın üniversite ve birim  yöneticilerinin kendileriyle ilgili imza attıkları her evrakı biriktirmeleri konusunda uyarıda bulundum. Bir taraftan evraklar toplanırken bir yandan da insanlara bu işin nasıl ve ne şekilde olacağını anlatmaya başladık. Tabi ki başta İsmail arkadaşımız ve ben olmak üzere birkaç arkadaşımızla birlikte anayasal hakkımız olan örgütlenme çalışmalarına devam ettik.
 
Olay:  Sosyal İş Sendikasının Olaya müdahil olması nasıl gelişti?
S. Yaylacı:
Temmuz ayı sonunda vizeli arkadaşlarımızın Tez-Koop sendikasından istifa ederek Sosyal İş Sendikasına katılmasıyla birlikte farklı bir boyuta taşındı. Bu arkadaşlarımız sendikalarını değiştirmemiş olsalardı; Sosyal İş sürece “YETKİ BAŞVURUSU” ‘na itiraz ederek “Benim daha çok üyem var” diyerek mahkemeye taşıyacak ve Muvaza’lı durumu tespite gidecekti. Vizeli arkadaşlarımız “Bizim sürecimiz Toplu Sözleşmeyle bitsin.Siz daha sonra Muvazaa Tespitine gidersiniz” dediklerinde, bizler de onlara zarar vermemek adına sürecimizi ertelemek durumunda kaldık. Bu arada şimdi olup bitenlerin üstüne şunu söylemek gerekiyor diye düşünüyorum; ”Koyun can derdinde kasap et derdinde” bunu söyleme ihtiyacını neden hissettim;2011 yıl sonunda 297 arkadaşımızın “İhale yapılamadı bu yüzden 1 ocaktan itibaren işsizsiniz” dendiği dönemlerde; bir tarafdan da rektör yardımcıları tarafından o dönemlerde Sosyal İş Sendikası temsilcisi olan daha sonrasında ilk önce gemiyi terk eden arkadaşımıza “Artık Sosyal İş Sendikasıyla TİS için rektör hoca’nın görüşmek istemediğini ve çok iyi zamlar alamayacaklarını” beyan etmişler. Bizzat arkadaşımızın kendisi tarafından bana söylenen şekliyledir. Vizeli kadrosu olan ve diğer arkadaşlarımıza göre hem güvenceli hem de daha fazla ücret alan arkadaşlarımız kendilerini düşünürken 300 civarındaki arkadaşlarını ateş çemberinin ortasında parçalayarak yüzüstü bıraktı.Bunu sendikalarını değiştiren Taşeron işçisi arkadaşlarım daha sonraki süreçte anlayacaklardır. Şu sıra değiştirdiği halde işinden atılan arkadaşlarımız üzülerek söylüyorum  erken öğrendi”
 
Olay: Tarafınızdan başlatılan muvazaa durumuna ilişkin  hukuk süreci nasıl gelişti?
S.Yaylacı:
2011 Ocak ayının sonuna doğru gelen yetki başvurusu sonucu ,ancak TİS birkaç oturumdan sonra tam anlaşma sağlanamadan Şubat ayı içerisinde Rektörlük Seçimleri devreye girdi.Kimin Rektör olacağı belli değildi.Ancak,bizlerin MUVAZAA için yapacağımız iş belliydi ve arkadaşlarıma bu iş yapılacaksa olası bir durumda kimseyi hedef yapmamak adına “Ben zaten emekli olmayı düşünüyorum. Sizleri hedef haline dönüştürmeyelim” diyerek sendika ile de mutabık şekilde çalışanlardan birinin yani benim, başvurum ile Çalışma Bakanlığı’ndan tespit yapılması talebinde bulunabilecektik.Mayısın 15 i itibariyle vizeli çalışanların TİS’i Yüksek Hakem’e gidince önümüzde engel kalmamıştı.Bu arada şunu da belirtmek isterim ki;Rektör adaylarından birisi benim kayınbiraderimdi.Şayet seçimin galibi  O’da olsaydı , Muvazaa işleminin tespiti konusunda aynını yapacağımdan da kimsenin şüphesi  de olmasın. Çünkü bu işin çözüme ulaşması için  birinci yöntemi vizeli arkadaşların hatırına atlamıştık ikinci yöntemi atlama şansımız kalmamıştı.
 
 
Olay: Sizin  başka bir birime tayininiz ile başlayan bir dönem çok daha sıcak bazı gelişmelerin yaşanmasına neden oldu. Bu süreçte neler oldu?
S. Yaylacı:
3 Haziran Cuma günü saat 17.05 civarında Daire Başkan Vekili arkadaşımız “İdris beyi ararmısın” dedi. Ben de “Hayırdır,iş akdimin feshini mi söyleyecek”diye serzenişte bulundum. Aradığımda benim Yenice’ye tayin edildiğimi söyledi. Ben de bunu yazılı bir şekilde yapmaları konusunda uyarıda bulundum. Olur diyerek pazartesi halledebileceklerini iletti. Ben her zamanki gibi işyerime sabah yine geldim. İşimi yapmaya devam ederken, pazartesi öğleden sonra Nif-Tem Tem. Şirketine benim Yenice’ye tayin edildiğim konusunda yazmışlar. Salı günü öğle civarında da Şirket’den İdari ve Mali İşler Dairesine “Bizce de uygundur” diye bir yazı fakslamışlardı. Daire Başkan Vekili arkadaşım; bu işlere alışkın olmadığından bunun görevlendirme olduğunu düşünerek bana imzalatmak istedi. Ben de bunun bana hitaben yazılmadığını, benim kendisinden “Görevlendirme Belgesi” istediğimi tekrar beyan ettikten sonra imzalamayacağımı söyledim. Ama Şirket’in yazdığı yazının da fotokopisini alarak yaptım bu işi. İşime yine devam etmeye çalışırken Çarşamba günü işyerime gelip kapıya anahtarımı götürdüğümde kilidin uymadığını fark ettim. Ofisim iki kapılı olduğu için diğer anahtarı denedim ve onu değiştirmediklerini fark edince, kapıyı kilitleyip koridorda arkadaşlarımın birinin odasına geçip beklemeye başladım. Daire Başkan vekili saat 09.00 sularında yerine geldiğinde odasına gidip “ Anahtarın birini değiştirmiş olduklarını, ama diğerinin unutulduğunu” söyleyerek iki anahtarı da kendisine verdim. Kendinin böyle bir düşüncesinin olmadığını, başka sebeplerden bahsederek bana anlattığında; ben de bunları bana söylemene gerek yok nerelerden kaynaklandığını bildiğimi söyleyerek ayrıldım odasından.
 
Ben süreci arkadaşlarımın odasında  beklerken, ev adresime noterden çekilmiş bir ihtarname geldiğini 5-6 gün sonra öğrendim. Meğerse benim Görevlendirme belgesini imzalamadığımı gıyabımda bir tutanak düzenleyerek, şirkete iş akdimi fesh etmesi konusunda bir uyarı yazısı gitmiş. Bunu dikkate alan Şirkette bana neden imzalamadığımı ihtar eden bu yüzden iş akdimi Feshedeceklerini beyan eden bir yazıyı noter aracılığıyla bana göndermiş. Ben de kendilerine aynı yöntemle (Noter kanalıyla) bana imzalatmak istedikleri evrakın Görevlendirme belgesi olmadığını, kendilerinin İMİD Başkanlığına gönderdikleri “Bizce de uygundur” yazılarını imzalatmak istediklerini beyan eden bir ihtarname göndererek cevap bekledim. 16  Haziran itibariyle nihayet bir “Görevlendirme Belgesi” düzenleyerek bana imzalattılar. Yazının altına İş Kanununun 22.maddesine işaret ederek 6 iş günü içerisinde kabul edip etmeyeceğim konusunu beyan ederek imzamı attım.
 
 
Yaşanan bu süreçte oldukça yıprandığımı düşündüm.Bunları benim hak etmediğimi;2005 yılının eylül ayında başladığım işyerimde asla kötü niyetli olmadığım.İşimle ilgili okulumuzun öğrencileriyle birlikte yapmış olduğum “DEMİRBAŞ TAKİP PROGRAMI” ile  Ramazan Aydın hocamız tarafından teşekkür belgesi alan biri olarak,6 yıldır kullanılan Ayniyat Yönetmeliğine uygun programla Büyük Üniversitelerin bile sorun yaşadığı bir servisin sorunsuz olarak yürütülebilmesi için yaklaşık 50 birimin Taşınır Kayıt Kontrol yetkilisi arkadaşlarıma bir taraftan programın kullanılabilmesi, diğer taraftan  yeni Ayniyat Yönetmeliğini, Strateji Daire Başkanlığında ki yıl sonu hesap denkleştirmelerine ve Sayıştay’a gönderilecek raporlara kadar her işlerinde Beni adeta bu işin otoritesi gözüyle görmelerini, sormadan herhangi bir işlem yapmadıkları günleri gözümün önüne getirdim.Bunun yanı sıra Temizlik Maddelerini daha önceleri Şirket’in bir çalışanı aracılığıyla kendileri karşılıyorken; arkadaşımızı başka bir yerde görevlendirdikleri için bunu da bana havale ettiklerinde, asla geri çevirmedim. Kendimden fazladan işgücü harcamam gerektiği halde olur diyerek başladıktan bir müddet sonra; ”Malzeme alımını artık biz kendimiz yapalım, daha kaliteli malzemeyi daha ucuza alırız” dediklerinde de benim bu konuda yardımımı talep ettiler. Evsafını belirlemekte, ihtiyaçların daha kaliteli karşılanmasında elimden geldiğince yardımcı oldum. Tüm Üniversitenin ihtiyaçlarının karşılandığı ve stoklandığı bir yer düşünün,bunun bir de adil bir şekilde dağıtıldığını düşünün; her yerinde görev almış birisiyim. Bunları hak etmediğimi, bir an önce yapmak istediğimiz MUVAZAA TESPİTİ’ni yaptırmamız gerektiğini düşünerek, arkadaşlarımın ve Sendikamın bilgisinde Çalışma Bakanlığına  başvuruda bulundum. Bu başvuru sonrası Yenice’ye gitmemin “İş kanunu 22.maddesinde ki Esaslı değişikliğin gerektiği hallerde,işveren/vekili işçinin olurunu almak durumundadır” ibaresini düşünerek “Okulların kapanmasına 1 hafta kala Yenice MYO’nun kapasitesinin artırılmasını” gerekçe gösterilerek 24 Haziran da hukuksuzca iş akdimi feshettiklerini beyan ettiler. Bu gerekçeye ilkokul çocukları da sanırım gülerdi. Okullar kapanırken bir okulun kapasitesinin artırılmasını gerekçe gösteren bir anlayışın, yaptıkları eylemleri daha mantığa uygun yapmalarını ve Sayın Rektör Hocamızın etrafındaki danışmanlarını tekrardan gözden geçirmesini tavsiye ediyorum. Aksi halde yaşanacak tüm yanlışların sorumluluğu kendisine ait olacaktır.
 
Bunu art niyet düşünerek söylemiyorum. İnanıyorum ki hocam beni tanımıyordu. Eğer yakın plan da daha önceleri birlikte çalışma imkanımız olsaydı; benim kimliğimi ve kişiliğimi tanıyan biri olsa,bu yaşadıklarımı yaşamak zorunda kalmazdım. Amirlerim tarafından hatta Üniversitede yapılan Kongre ve Sempozyum çalışmaları da dahil, Projelerden malzeme alan bir çok hocalarımızla birlikte çalışma ortamı buldum. Beni her birinden sorarak çalışma prensiplerimi ve işime verdiğim önemi araştırabilir. Benim taşeron işçisi olmam nedeniyle her hangi bir imza yetkim olmadığı halde, fiiliyatta ben, resmiyette başka arkadaşlarım imza attığı halde; yönetmeliklere uygun olmadığını düşündüğüm hiçbir işi, arkadaşım riske girer diye yapmadığım da olmuştur. Yasalara ve yönetmeliklere uymayı kendime görev sayan birisiyimdir.
 
(Devam edecek)
Paylaş