Göreve çağırmak…

“ÇOMÜ’ yü göreve çağırıyoruz” basın açıklamasını izledim.
Basın açıklaması ile gündeme getirilen talepler son derece haklı idi.
Bir bilim kurumunun hiç tereddütsüz yerine getirmesi gerekli konular.
Fakat söz konusu ÇOMÜ olunca biraz düşünmek gerek.
Çünkü bu kurumun rektörü Çanakkale meselelerine ilişkin konuşmama kararı alınca, bu çağrı ne kadar anlamlı olur; sizlerin takdirine bırakıyorum.

486
Çağrının şu yönünü çok önemsiyorum.
Üniversite kent ilişkilerinin temeli olarak değerlendirdiğim kentin yaşamsal sorunlarına ilişkin üniversitenin müdahil olması talebi son derece önemlidir.
Bu konuya ilişkin çok şey söylendi.
Basın açıklama metnini bugün gazetemizde okuduğunuzda da göreceksiniz.
 
ÇOMÜ yönetiminin bu alanda göstermiş olduğu performansı çıkıp kendilerinin anlatmalarını yeğlerim.
Çünkü böylesi önemli bir konunun polemik malzemesi olmasını istemiyorum.
Fakat basın açıklaması sonrasında unutmuş olduğum bir gerçek ile yüzleşmek fırsatını buldum.
Çanakkale’nin ciddi çevresel tehditler altında olduğu bir konumda ÇOMÜ bünyesinde kurulan Kazdağı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin sesi kesildi
Bu merkez kurulduğunda  Kazdağları’nın korunması anlamında gelişecek bilimsel destek için  son derece umutluydum.
Fakat ne oldu ise bu merkez yok oldu birden; yani bizler hiçbir faaliyetine rastlayamıyoruz.
Jandarmadan barikatına kadar birçok olay olmasına rağmen…
“Altın’cı filonun” Dolmabahçe önlerinde denize döküldüğü gibi,  Kazdağları’dan da 
kovulmasına kadar varan onca gelişmeye rağmen.
 
Bu arada şu gerçeği de not edelim…
Bilim adına yapılan onca iş var ki; aslında tam bir aldatmaca.
Sözde ÇED raporlarında sunulan bazı tespitler de adının önünde “bilim insanı” unvanı olan kişiler tarafından yapılmıyor mu?
Bu başka bir konu .
Yaşamın neresinde konumlandığınız ile ilgili…
 
Basın açıklamasında çok doğal olarak geçen hafta sonu kaybettiğimiz gazeteci arkadaşımız Mustafa Sezek nezdinde işten çıkarılan insanların durumu gündeme geldi.
Bu konuda artık söylenecek söz kalmamıştır.
Mustafa arkadaşımızın vefatına kadar olan süreçte bu konunun vicdani bir gelişime bağlı olarak çözüm yoluna girebileceği konusunda düşünceler içersindeydim.
Ne de olsa bu kararı verenler de insandırlar, vicdanın seslerini dinlerler, hamile kadının, evine ekmek götürmek isteyen babanın, annesinin işe geri alınmasını isteyen küçük çocuğun feryadını duyarlar diye düşünüyordum.
Fakat yaşanılan bu acı gerçek bile onların vicdanlarını bir nebze de olsa yumuşatmadığına göre artık böylesi bir beklentim kalmadı.
Şimdi emekten yana güçlerin bir sorunu haline gelmiştir bu konu.
Bu mücadele ne kadar etkili olur ise bu talebin yerine gelmesi o denli imkan dahilinde olacaktır.
Ben kendi adıma bu konudaki mücadelenin her alanında ve noktasında var olacağım.
Elimden gelen her türlü desteği vereceğim.
Bir gazeteci arkadaşımı kaybetmenin gerçeğidir  bu .
Bu duygular içersinde  basın açıklamasını izler iken haber merkezinden arkadaşlarımın 8 Mart ile ilgili  katılımcıların düşüncelerini almak için girişimlerde bulunduğunu gördüm.
Beynimdeki fırtınaların şiddetlendiği böylesi bir algı ortamında ilk düşüncem bu ülkede 8 Mart mı olur,  hele hele 8 Martları ‘kutlamak’ algısı ile hareket edenler nasıl insanlar diye düşündüm.
İnsan haklarının olmadığı bir ülkede kadın hakları kavramını demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin dışında ele almak son derece tehlikeli.
Şimdi kadını ile çocuğu ile genci ile yaşlısı ile hep birlikte insan haklarının tesis edildiği demokrasi ve özgürlük koşullarının yaşam bulduğu insanca bir düzen için seferber olma zamanı.
Bunun dışında her şey anlamsız ve boş...
 
Zabıta ne iş yapar?
Önce ne yapmaması gerektiğini söyleyeyim.
Sokakta açılan bir resim sergisine  “izinsiz” diye  müdahale etmez..
Geçen hafta sonu Kadın Kolektifleri Kordon Boyunda 8 Mart nedeniyle bir sergi açtılar.
Çanakkale Belediyesi Zabıta ekiplerine hiç yakıştıramadığım bir müdahale girişimine tanıklık ettik.
Çanakkale Belediyesi özgürlükçü ve barıştan yana vizyonu olan, sanata , kültüre değer verdiğini her fırsatta ifade eden bir belediyedir.
Bu müdahaleyi “Zabıta ne iş yapar” kapsamında okur isek ortaya çıkan tablo çok ürkütücüdür.
Belediye zabıtası kentin düzenini korumak için;  zararlı olan, yasak olan şeylere müdahale eder.
Ne zamandan beri sokak sergileri zararlıdır acaba, yada yasaktır…
Sansür memurluğu rolünü oynamak isteyen bir zabıtamız olamayacağına göre; biraz daha dikkat derim.
Paylaş