Özel Söyleşi: Seçkin Sağlam
Tencereler karardı yenisi alındı, hem de daha ucuzladı hepsi, “ömürleri kısa ama olsun” denildi… Yorgan eskidi, yüzü değiştirildi, ya da en ucuz elyaftan sağlıksız yorganlar alındı, üçerli beşerli… Ceket, pantolon, etek, söküldü, atıldı, yenisi alındı… Dolayısıyla, kaliteli, emek isteyen, göz nuru isteyen meslekler de birer ikişer kapanmaya başladı… Neredeyse her köşe başında olan yorgancılar kapanmaya başladı, kalanlarsa bir elin beş parmağını ya geçer ya geçmez… Sanayi üretimi ile ucuzlayan birçok üründe sanat adına pek bir şey kalmadı ama, bu işin sanatkarları, zanaat ustaları da teker teker bıraktılar…
Mesleğinde neredeyse yarım asra yakın zamandır emek harcayan İbrahim Bostancı ile yorgancılığı ve meslek yaşamını konuştuk..
“İlkokulu bitirip, 70’lerin başında yorgancılığa başladım…”
Yorgancılık için “baba mesleğim” diyor, Yorgancı İbrahim olarak bilinen, İbrahim Bostancı. Devam ediyor anlatmaya; “Biz aslında Edremitliyiz, ben 45 günlük iken gelmişiz buraya. Babam daha önceden buraya gelmiş, burada çıraklık, kalfalık yapmış, bekarken burada yaşamış yani. Sonrasında annemle evlenince, Çanakkale’deki ustası çağırmış buraya taşınmışız ben 45 günlükken. Ondan sonra babam, sonra da ben bu mesleğe devam ediyoruz. Babam çok titiz bir insandı. İşini çok iyi, düzenli ve titiz bir şekilde yapardı. Ben okumayı çok seviyordum, ama babam okutmadı. Çünkü hem o zamanlar fakirlik vardı, hem de yetişmiş eleman lazımdı… O dönemde zaten okumanın da bir geçerliliği yoktu, sanat daha geçerliydi ve birçok insan sanata yönelmişti. Biz okuldayken de zaten 15 tatilde ya da yaz tatillerinde babamın yanında çalışırdım… O zamanlar hallaç vardı, şimdi yok tabi, makine var!... Biz o zamanlar hallaç ile pamuk atarak başladık bu sanata… Yıllarca pamuk attım… İlkokulu bitirdim, hemen ardından, 70’lerin başında yorgancılığa başladım…”
“Dikişte yamuk oldu mu, çakardı tokadı”
“Dedim ya babam çok titiz insandı…” diyen İbrahim Bostancı, “Yani kaba konuşmak istemem ama, çok dayak yedim bu sanatı öğrenmek için… Yediğim dayak belki buradan Eceabat’a köprü olmuştur… Böyle yatak dikiyorduk, yamuk oldu mu, çakardı tokadı… Tabi şimdi başkasının oğlu olsa vurabilir mi? Vuramaz… O da bizim mesleği en iyi şekilde öğrenmemiz için çabalıyordu, anladık tabi zamanla bu durumu da. Babam tabi meslek öğretmeyi severdi. Yani kendisi de ölene kadar çalıştı burada. 37 doğumluydu babam, 12-13 sene oldu rahmetli olalı” ifadeleri ile anlatıyor babasını…
Eskiden insanlar pamuğa düşkündü…
“İlk zamanlar getir-götür işleri yapıyordum, çay söyletiyorlardı…” diyerek yorgancılık ustalığına giden yolun küçük işlerin yaptırılması, onun tabiri ile “dükkana alışması”dan geçtiğini ifade eden Bostancı, “Dükkana alıştırmak için bu tür küçük işleri yaptırıyorlardı. Örneğin ip aldırtıyor veya bir yere gidilmesi gerektiğinde beni görevlendiriyordu. Önce pamuk atmayı öğrendik, sonra makine alındı… O zamanlarda işler çok güzeldi. Eskiden müşteri gelirdi, alışverişini yapardı veya siparişini verirdi. İnsanlar eskiden pamuğa düşkündü, elyaf diye bir şey yoktu. Pamuk ve yün vardı, ama çoğunlukla pamuktu. Çıraklık dönemlerimizde mesela hemen yorgan vermezlerdi dikmek için. Önce bir bez verirler, terziler gibi, iğne ipliğe elimiz alışması için onu diktirirlerdi. Bizim bir yüksüğümüz, onu parmağımıza takardık. Önce kumaşı dikmeyi öğrendik, sonra pamuk atmayı öğrendik. Yine eskiden çırak için, babası derdi ki; ‘eti senin kemiği benim’ derdi. Şimdi öyle değil, ‘haftalık ne kadar vereceksin?’ diyorlar… Bir de esnaf olunması için, usta olunabilmesi için; belki 10 sene, 15 sene çalışılmış olması gerekiyor bana göre. Usta olmak çok zor” diye anlattı bu süreci…
“Ya yorgan dikemezsem!...”
“Çıraklık dönemlerin yavaş yavaş atlattık ve başladık yorgun dikmeye. Müşteri gelirdi, üzerinde çok farklı modeller, çeşit çeşit renklerde işlemeler, şekiller bulanan yorganları beğenirdi, biz de götürürdük, bir de üstüne bahşiş alırdık…” diyen Bostancı, “Tabi zamanla babamın attığı temellerin üzerine koyarak, çok çalışarak usta olduk, sanatkar olduk, kendi modellerimizi çizmeye başladık. Öyle öğrendim ki, ben askerdeyken babam diyormuş ki; ‘Benim oğlan yok, askerde biz bunu dikemeyiz, o geldikten sonra dikelim.’ Tabi böyle olunca babam da benimle çok gurur duydu. ‘Türkiye Cumhuriyetinde yarışırsan’ derdi, ‘kesin birinci olursun…’ Bunun ötesinde bir gurur var mı? Yorgancılıkla öyle haşır neşir oldum ve öyle sevdim ki; askere giderken ağladım. ‘Bir daha yorgan dikemezsem’ diye ağladığımı hatırlarım. Çok seviyordum mesleğimi. Zaten bunca senedir, 50 yıla yaklaştı; sevmesem, bu meslek içinde yaşayabilir miyim? Ama korktuğum gibi olmadı, askerdeyken de kopmadım mesleğimden, komutanlara yorgan diktim… Askerden geldikten sonra kendime bir dükkan açtım. İlk dükkanım başka bir yerdeydi, yine buraya yakın; orada 5-6 sene kaldıktan sonra, burayı satın aldım ve buraya geçtim, 40 senedir de burada çalışıyorum. Askerden geldikten sonra sanata bir başladım ondan sonra da devam ettim” ifadelerine yer verdi.
“Nüfus azdı ama sanata ilgi çoktu”
Eskiden kent nüfusunun az olduğunu, ancak sanata ilginin yoğun olduğunu özellikle söyleyen Bostancı, “Ben mesleğe başladığımda Çanakkale’de 12-13 tane yorgancı vardı. Nüfus azdı ama, sanata ilgi çoktu ve insanlar pamuğa çok düşkündü. O zamanlar günde 4 kilo pamuk dikerdik, yorgan kumaşı ile birlikte 5 kilo olurdu. Şimdi yorganlar bir buçuk-iki kilo yapılıyor. Bu kalitenin düşmesinden değil, insanlar üzerlerinde hafif-ince yorganlar istiyor. Bir de eskiden divan örtüleri vardı. Günde 10 takım, 15 takım divan örtüsü dikerdik. Eskiden vardı bunlar, ne güzel! Süren olurdu, üfür üfür, hatırlarsınız… Şimdi bence yorganda geriye dönüş var… Kalitede de geriye dönüş var, taleplerde de. Divan örtüsü isteniyor mesela…” ifadelerini kullandı.
Maydos Pamuğu vardı eskiden…
Eceabat’ta yetişen Maydos pamuğuna da değinen Bostancı, “Müşteri şimdi kendi pamuğunu getirebilirse, getiriyor. Çünkü pamuk yok. eskiden Eceabat’ta vardı Maydos Pamuğu!... Maydos Pamuğu; Türkiye’de bir numaradır ve Eceabat’tan başka bir yerde yetişmez. Onun boyu 20-25 santimdir. Mesela bizim ‘Batak Ovası’ da dediğimiz, Kumkale bölgemizdeki pamuğun boyu bir metredir. Batak Ovası’nın pamuğu yorgana gelmez, dokumaya gelir. Eceabat’ın Maydos pamuğu dokumaya gelmez, yorgana, yastığa gelir. Elyafı güzel, biraz yapraklıdır, ama çok güzel pamuktur. Şimdi İstanbul’da öyle bir pamuğu buldun mu? 50 liraya vermezler kilosunu. Zaten İstanbul’da pamuk yok da! O Apaydınlar vardı bir zamanlar… Maydos Pamuğu da kalmadı zaten artık. Eken yok! Devlet desteklemesi de yeterli olmayınca, bir de bunun yetiştirmesi var, işçi parası var, dokuması var, bir de üzerine elyaf çıktı. Sizin anlayacağınız Eceabat’ta pamuk eken kalmadı… Eceabat’ta en az 10 yıldır eken yoktur. Hadi Eceabat pamuğunu bulduk diyelim, çırçır makinesi de yok. o da önemli. Çiğitli çıkacak sonuçta. Batak Ovası’nda eken ekiyor ama çırçır yok. Eskiden Apaydınlar vardı eskiden, zahireci bunlar. Biz çocukken onlara giderdik, çiğitli pamuğu verirdik. Üç kilo çiğitli pamuktan bir kilo pamuk çıkıyordu. Bazıları da mesela Batak Ovası’nın pamuğu, tahmin ediyorum 30 kiloda 12-13 kilo pamuk veriyor. Çünkü orada su ile yetişiyor. Mesela Aydın’da, Adana’da, Çukurova pamukları da yine dokumaya geliyor. Zaten oralar da olmasa yandık…” ifadelerine yer verdi
Yorgancılık bitiyor…
“Yorgancı İbrahim” olarak bilinen İbrahim Bostancı, son olarak; yorgancılığın bitme noktasına geldiğine, çırak yetişmediğine dikkat çekerek; “Şimdi gerçekten bu yorgancılık bitiyor, çırak yetişmiyor. Herkes okuyor, üniversitesini bitiyor geliyor 24-25 yaşına. İşe girdi, girdi. Giremezse ne yapacak? Şimdi iş kalmadı ki Türkiye’de. Sanat öğrenmesi lazım, çırakların yetişmesi lazım. Ben gün geliyor, gece 12’ye kadar çalışıyorum. Hem müşterim çok hem de yorgancı kalmadı artık. Çanakkale’de yaklaşık 20 seneden beri çırak yetişmiyor. Sadece burada değil, Türkiye’de böyle… Şimdi bizim meslekte bir söz verdiğinizde onu yerine getirmeniz lazım. Yani insanların düğünü oluyor, yorgan bekliyor. ‘Hafta sonuna hazır olsun’ diyor, ama ben onu teslim edemezsem bu kadar uzun zaman burada çalışabilir miyim?” dedi…
Not: Bu söyleşi Çanakkale TROİA Dergisi’nin Eylül 2017 sayısında yayınlanmıştır…
Yorgan Sözlüğü…
Abani Yorgan: Sarı işlemeli, ‘Darphane işi’ de denilen yorgan.
Atlas: Yüzü parlak bir cins ipekli kumaştır.
Basma: Pamuklu düz beyaz dokumanın üzerine çeşitli motiflerin basılması ile elde edilen kumaştır. Bunlara Türk süslemeciliğinde yazma denir.
Bufla: Ördek tüyü ile doldurulmuş kaba yatak, yastık.
Bürümcük: Buna ‘bürüncük’ de denir. Kıvratma denilen bükülmüş ipten kıvırcık olarak dokunan çamaşırlık bez.
Canfes: Üzerinde desen bulunmayan ince ipekli kumaştır.
Çivit Yorgan: Çivitle boyanan kalitesi düşük kumaşlardan yapılan yorgan.Halk arasında kullanılırdı.
Diba Yorgan: Yüzü bir çeşit dallı, çiçekli, altın ve gümüş tel işlemeli ipekten yapılan yorgan.
Döşek: Yatak.
Döşek Salmak: Döşek yaymak da denir. Yatılacağı zaman yatağın açılmasıdır.
Hallaç Tokmağı: Hallaç yayı ile pamuk, yün atarken yaya vurmak için kullanılan şişe şeklindeki ağaç tokmak.
Hallaç Yayı: Hallaçların pamuk ya da yün atmak için kullandıkları yay.
Lahuraki: Hindistan`ın Lahor kentinde dokunan bir şal olan lahurinin benzeri ince yünlü kumaş. Yorgan yüzü için kullanılır.
Maydos Pamuğu: Eceabat`ın eski adı Maydos`tur. Orada üretilen pamuğun adı.
Mermerşahi: Yorgancılıkta da kullanılan tülbent ile patiska arasında ince dokunmuş bez.
Mitil: Kaplanırken eğreti yüz geçirilen iki yüzlü beyaz yorgan.
Patiska: İnce düzgün beyaz bez.
Penbe: Eski dilde pamuk.
Seraser: İpekli ve baştanbaşa her tarafı altın ve gümüş tellerle işlenmiş kıymetli kumaş. Topkapı Sarayı`nda Arz Odasında bulunan tahtın şiltesi ve yastıkları incili bir serase kumaştan yapılmıştır.
Sevayi: Eskiden üretilen bir ipekli kumaş. Altın ve gümüş telle işlenenlere ‘telli sevayi’ denir.
Şilte: Üzerinde oturulan yatılan içi pamuk ya da yünle doldurulmuş döşek.
Yamalı Bohça: Kumaş parçalarının birbirine eklenmesiyle dikilen yorgan yüzü.
Yastık Kılıfı: İçerisine yastık yerleştirilen torba biçimindeki yastık yüzü.
Yastık Yüzü: Divan ve yatak yastıklarının üzerine geçirilen örtü. Yatık yüzleri kullanıldıkları yere göre altın gümüş kılaptan ve ibrişin ipliklerle işlenir.
Yatak dolabı: Şilte yorgan ve yastık gibi yatak takımlarını koymak için evlerde yapılmış olan büyük dolaplara denir. Kapakları kanatlı olur. Bunlara yüklük de denir.
Yatak hücresi: Odaların bir tarafında girintili bir kısım teşkil eden ve odaların tavanından daha alçak bir tavanı olan önü açık küçük yere denir. Buralara yatak konur önü perdeyle kapatılır.
Yatak kereveti: Üzerine yatak ve şilte serilen karyola şeklindeki ayaklı ve kenarsız kerevetlerdir.
Yataklık: Yatak kereveti veya yatak yapmaya, karyola koymaya yarayan küçük oda ya da odanın bir bölümü.
Yatak sayvanı: Yatakların üzerine asılan çadır gibi örtüye denir.
Yatak Tandırı: Eskiden yatakları ısıtmak için içi su dolu kaba denir.
Yorgan: Yatakta örtünmeye yarayan içi yün pamuk vb doldurularak dikilen geniş örtü.
Yorgancı: Yorgan yastık şilte gibi şeyler yapan ya da satan kimse.Yorgancı esnafı da denmektedir.
Yorgan çarşafı: Yorganın işlemesiz yüzüne teğel dikişle kaplanan beyaz renkli çarşaf.Son zamanlarda yapılan bazı yorganlara nevresim denilen çift taraflı yüzler takılmaktadır.
Yorgan İğneleri: Yorgan dikiminde ve yorgan yüzüne motiflerin işlenmesinde kullanılan iğneler.
Yorgan ipliği: Yorgan dikiminde kullanılan pamuk merserize veya sentetik iplik.
Yorgan kaplamak: Yorgana çarşaf dikmek.
Yorgan sopası: Yorganın içine konan pamuğu yastığı yassılaştırmak için kullanılan kızılık ya da nar ağacından yapılan 1-1.5m boyundaki sopa.
Yorgan yüzü: Pamuk ve yün yorganın dış yüzeyine geçirilen işlemeli yüz.Bu yüzler yerine göre atlas,canfes,jarse gibi ince kumaşlardan yapılır,üzerlerine ibrişim ve sırma ipliklerle çeşitli motifler işlenir.Baskı ve kalem işi olarak yapılan yazma yorgan yüzleri de vardır.
Yüklük: Evlerde yatak takımları sandık ve başka şeyleri koymaya yarayan büyük dolaplara denir. Bu dolaplara musandıra ya da sumandıra adı da verilir.
Yüz yastığı: Baş konan yastığa denir.