Karabiga örneğini bu kapsamda analiz etmek gerekir.
Karabiga’da vatandaşlar termik santral yatırımından yana olan mevcut belediye başkanına gösterdikleri tepkiyi, yeni dönem adayı olarak da CHP’nin yine kendisini belirlemesi sonrasında nesnel bilincin etkisiyle hareket ederek siyasal tercihlerini farklılaştırarak sürdürmektedirler.
Çevre bilinci nesnel bir bilinç olup taşıma etkilerle şekillenmez.
Bu anlamıyla mevcut düzen savunucuları, yaşam alanlarına yapılan saldırıların arkasında olup, diğer yandan da yaşam savunucularını karalamak adına “sahte çevreciler” tanımlaması altında yapmış oldukları değerlendirmelere dayanak oluşturduğu iddialar tamamıyla zorlama olup, yaşamın kendi gerçekleri ile tamamıyla çelişir.
Yaşamın hangi alanında olursa olsun her türlü çevresel risk oluşturan saldırı kendisini ekolojik olarak bilince taşır ve bu bilincin önüne geçmek artık iradi olarak mümkün değildir.
Ekolojik bilinç ve çevre mücadelesine düzen savunucuları tarafından yapılan saldırılar hayattan kopuktur, sübjektiftir.
Ekolojik bilinç nesneldir yaşamsaldır, hayatın bizzat kendi olgusu olarak iradi engellenmeye kapalıdır.
Çevre bilincinin ne kadar nesnel ve yaşamsal olduğunun en güzel örneğini, Ankara da meclis önünde Kazdağ köylüsü bir kadının yapmış olduğu konuşmanın satır aralarında çok net olarak görebilirsiniz.
Her şey net ve yaşamsaldır, hiçbir kurgu söz konusu değildir.
İşte ekolojik bilinç bu kadar saf ve tamamıyla yaşamın içinden beslenmektedir.
Gelin Kazdağ köylüsü kadının, bu konuşmasını bir kez daha hatırlayalım:
“Bizler Kazdağı Köylüleri;
Neden buradayız, niçin Ankara’ya geldik. Bunca yıl bekledik, haykırdık, isyan ettik, hastalandık kimse sesimizi duymadı, bizleri görmedi. Bizim vekillerimiz, sadece yöremizin vekilleri değil, ülkemizin tüm vekilleri bizi duysun, bizi görsün, bir şeyler yapın diye taa Çanakkale’den ayağınıza geldik.
Köylü olarak, yurdun efendisi olarak, zaten birçok sorunumuzun olduğu herkes tarafından biliniyor. Tüm sıkıntılarımızın üstüne son yıllarda, çok önemli olaylar yaşıyoruz; dağlarımızda, köylerimizde, Çanakkale’de.
Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası, oksijeni çok dağımızda meyve bahçelerimizde, meralarımızda, ormanımızda, tarlalarımızda ekmeğimiz için çalışırken, birkaç yıldır, bilmediğimiz, tanımadığımız adamlar, ellerinde devletimizden aldıkları, resmi kâğıtlarla, izinlerle, ağaçlarımızı kesmeye, dağlarımızı kazmaya başladılar. Büyük büyük kamyonetler, iş makineleri ile gürültü çıkararak sondajlar yaptılar. Şahinli’de, Ağıdağı’nda, Kirazlı’da, Söğütalan’da, Etili’de, Kızılelma’da, Serçiler’de, Evciler’de, Karaköy’de, Kuşçayırı’nda, Muratlar’da, Yeşilköy’de, Gedik’de son olarak da Kurşunlu’da köylerimizi başımıza yıkmaya başladılar. Bugüne kadar daha sondajlar sırasında köyümüzün içinden geçen dereler, çeşmelerimizden akan sular bulandı. Çocuklarımız ishal oldu, keçilerimiz hastalandı, büyükbaş hayvanlarımız üremez oldu.
Jandarmaya gidiyoruz tutanak tutturuyoruz, Kaymakam’a gidip şikayet ediyoruz, Valimizle görüşüyoruz, dilekçeler yazıyoruz. Hiçbir sonuç yok. Hayvanlarımızı otlattığımız meralar, kestane, ceviz ağaçlarımız, köknarlarımız, meşe ağaçlarımız, kayınlarımız toplu halde gözümüzün içine baka baka kıyılıyorlar, kesiliyorlar. Bizler bir dal kestiğimizde en büyük cezalar alırken, elin oğlu yüzlerce, binlerce ağacımızı kesiyor. ‘Bizim iznimiz var, parasını da verdik’ diyorlar.
Biz köylülere niye böyle davranılıyor, bizler gözden çıkarıldık mı? Bizler gözden çıkarıldıysak, yaşadığımız köyler, ürettiğimiz ürünler de mi gözden çıkarıldı?
Bizim Kazdağı’nın verimli topraklarında, temiz hava içinde, temiz sular ile yetiştirdiğimiz, elmalar, kirazlar, şeftaliler, sütümüz, yoğurdumuz, peynirimiz, helvamız, şifalı otlarımız, domatesimiz her yere ulaşıyor, herkes bunları yiyor. Kestanelerimiz, cevizimiz, ıhlamurlarımızı herkes biliyor.
Madenciler işletmeye geçerler ise, dağa siyanür emzireceklerini ve altın, gümüş, bakır, kurşun sağacaklarını söylüyorlar. Tüm bunları söylerken köylümüzü, bizleri iş vaadi ile kandırıyorlar. Sondajlarda bir süre çalıştırdıktan sonra, işleri bitince bizi kapı önüne koyuyorlar. Yani her şekilde kandırılıyoruz. Böyle giderse bizi köylerimizden de sürecekler, ya da köylerimizin üstüne taş ve toz yığılacak, biz kaçacak delik arayacağız. Bize hak görülen bu mu?
Kazdağı, Kuzey Egenin Efesi, her yerden görülür. Gökçeada’nın, Bozcaada’nın suyu Kazdağı’ndan gider. Kazdağları sadece Çanakkale’nin, Balıkesir’in değil bütün Türkiye’nin dağıdır. Ona çok borcumuz var, bu borcu ödememiz için ömürlerimiz yetmez.
Son olarak bahsetmek istediğimiz bir şey daha var. Bayramiç Kurşunlu köyündeki maden çalışmasına karşı köyünü, ağaçlarını savunmak için 17 gündür açlık grevi yapan Bülent Özüren’den bahsedeceğiz size. Kendisi sizlere selamlarını iletti. Açlık grevinin bugününde de dimdik ayakta. Bugün Bayramiç’te doktorlarımız onu yine muayene etmişler, iyilik haberlerini aldık. Ancak yine de çok kaygılanıyoruz. Gün gün sağlığında değişiklikler yaşanıyor. Çanakkale’deki doktorlarımız sağlığını çok yakından takip ediyorlar, ama sizlerin desteğinize de çok ihtiyacımız var. Kurşunlu Köyü’nde açlık grevi yapan Bülent Özüren dün bir çağrı yaptı. ‘Herkesin çadırlarını bulundukları yere, evlerinin önüne kurmalarını, kendisine, köyüne ve Kazdağlarına destek vermelerini’ istedi.
Sayın milletvekilleri, sayın büyüklerimiz sizlerden istediğimiz, sesimize ses bize güç vermeniz. Kazdağı’nı ve köylerimizi, yaşam alanlarımızı kurtarmak için harekete geçmenizi istiyoruz…”