Devamı için…

İzmir ve Diyarbakır Belediyelerinden sonra Çanakkale Belediyesi, bünyesindeki taşeron işçilerin çalışma koşullarını, ekonomik şartlarını ve özlük haklarını iyileştirmek adına DİSK Genel- İş Çanakkale Şubesi ile ortak bir çalışmaya imza atarak yaptıkları bir protokol ile taşeron işçilerin toplu sözleşmelerin temel bazı hükümlerinden yararlanması imkanını yarattı.
Taşeron işçilik; bugün kapitalist sitemin emeğin daha çok sömürülmesi adına oluşturulmuş yöntemlerin önünde gelen bir uygulamadır.
Emek mücadelesinin temel talebi; taşeron işçilik uygulamasının kaldırıldığı, tüm çalışanların kadrolu ve sendikalı olarak çalıştırılması olmasına rağmen Çanakkale Belediyesi’nin almış olduğu karar küçümsenecek, göz ardı edilecek bir uygulama değildir.
Öncelikle Belediye Başkanı Ülgür Gökhan olmak üzere kurumun, emekten yana politikalar konusundaki hassasiyetine işaret eder.
Zaten Başkan Gökhan da yapmış olduğu açıklamada; esas olarak taşeron işçilik uygulamasına son verilecek dönüşümlerin yaratılmasının, sorunun gerçek çözümü olacağını belirtmiştir.

598
Emekten yana politikalar açısından böylesine bir tercih gösteren Çanakkale Belediyesi’nin, gelmiş olduğu performans itibarıyla şimdi önünde sosyal belediyecilik kapsamında ‘yoksullukla mücadele’ konusunda yeni bir eylem planının olması artık ihtiyaç haline gelmiştir.
Birçok konuda sosyal belediyecilik anlamında başarılı çalışmalara imza atarak sürdürülen yerel yönetim politikaları açısından şimdi yeni açılımlara ihtiyaç var.
Bunun yolu da yoksullukla mücadele politikaları konusunda bir stratejik plan dahilinde yeni bir programın oluşturulmasıdır.
Yerel yönetim vizyonu itibarıyla insanı temel alan bir yaklaşımla ile hareket eden Çanakkale Belediyesi açısından artık bu görev ertelenemez bir karakter haline gelmiştir.
Yerel yönetimin sorumluklarını kentin ihtiyaçları temelinde bugüne kadar belirli bir noktaya taşımış olan Çanakkale Belediyesi açısından , yoksullukla mücadele kapsamında da bazı çalışmaların zaten yerine getirildiğini söyleyebilirsiniz.
Gelinen noktada bu çalışmaların belirli bir program dahilinde planlı bir şekilde hayata geçirilmesi açısından bir dönüşüme ihtiyaç vardır.
Bu dönüşüm ve buna uygun çalışmalar neler olabilir konusu; yine katılımcılık kriteri ile kentin bu konudaki dinamiklerinin içinde yer aldığı , ortak bir çalışma sonrasında planlanmalıdır. 
Yoksullukla mücadele programı kapsamında yerel yönetimlerin ilk ele alacağı konuların başında üretim ve istihdam yaratma çalışmaları gelmelidir.
Bunun için kooperatif tarzı örgütlenmeler ile bir araya gelen kişilerin üretim organizasyonlarına destek verecek politikalar üretilmelidir.
Satın alma politikalarının, üretici organizasyonlarını destekleyecek, onlara öncelik verecek şekilde oluşturulması konusunda bir geleneğin geliştirilmesi gerekmektedir.
Ücretsiz çamaşırhane uygulamasının mahalleler bazında yaygınlaştırılması, mahallelerde yoksul vatandaşların yemek ihtiyaçlarını karşılamak için aş evlerinin oluşturulması, sokakta yaşayan vatandaşlar için yaşam evleri gibi uygulamalar planlanmalıdır.
 
Yoksul vatandaşlar için ucuz arsa üretimi ya da ucuz konut yapımı için sosyal projelerin hayata geçirilmesi hedeflenmelidir.
Bu öneriler gibi, yoksullukla mücadele noktasında kentin somut durumunu göz önünde bulundurularak bir programın yapılması Çanakkale Belediyesi’nin hedefleri arasında olmalıdır.
Zaten 2015-2019 stratejik planında yoksullukla mücadele kapsamında bu ihtiyaç, Çanakkale Belediyesi tarafından” 2015-2019 Stratejik Plan döneminde detaylı bir çalışma ile kentimizin yoksulluk haritasını çıkarmayı ve bu çerçevede sosyal yardımlar, meslek edindirme kursları gibi gelir ve yaşam şartlarını iyileştirecek çalışmaları desteklemeyi planlıyoruz. Bu şekilde bir taraftan sosyal yardımların adaletli dağıtımı sağlanırken diğer taraftan kimlerin ve ne kadar kişi ve ailenin meslek edinmeye ihtiyacı olduğunu belirlemiş olacağız” şeklinde belirlenmiştir.
Bu konudaki gelişmeler Çanakkale Belediyesi’nin hizmet kalitesine ciddi katkılar sağlayacak ve ‘önce insan’ ilkesi ile yola çıkan bir anlayışın  gerekleri bu şekilde taçlandırılacaktır.
 
Hedef yine basın
 
Fransa’da haftalık yayınlanan bir mizah dergisine yapılan silahlı saldırı sonunda 12 kişi yaşamını yitirdi, onlarca insan yaralandı.
Özgürlüklere tahammülü olmayan kendisi gibi düşünmeyen herkese yaşam hakkı tanımayan, referansını laiklik karşıtı dini değerlerden alan, çağdaş laik toplumsal değerlere karşı mücadele içersindeki radikal dinci terör vahşice saldırılarını sürdürüyor.
Bu saldırılar için medya kuruluşlarının hedef olarak seçilmesi tesadüf olan bir gelişme değildir.
Dünyanın her tarafında gericilik gerçeklerin kamuoyuna aktarılmasından, kamuoyunun aydınlatılmasından rahatsızlık duyduğu için gerçeklerin üzerini örtmek, kamuoyunun aydınlanmasını engellemek adına medya kuruluşlarına saldırılarını sürdürmektedir.
Basın ve ifade özgürlüğünün demokrasilerin temel göstergesi olduğunu ne yazık ki böylesine yaşanmış acı deneyimlerle bir kez daha kavrıyoruz.
Fransa’daki gibi vahşi saldırılar dışında, tutuklamalar, gözaltılar işten atmalar gibi yöntemlerle basın üzerinde sistemli bir baskı mekanizması sürdürülmektedir.
Ülkemizin de bu konudaki karnesi son derece zayıftır.
Ülkemizdeki basın özgürlüğü konusundaki gerçekleri görmezden gelerek, dünyanın en  “özgür” basınının ülkemizde olduğunu lanse edenler kendileri gibi düşünmeyen herkese karşı tahammülsüzlükleriyle Fransa’daki vahşi saldırının değerleriyle paralellik içersindedirler.
Böylesi koşullarda görev yapan basın kuruluşlarının içersinde bulunduğu durum Fransa’da yaşanan bu vahşi olay düşünüldüğünde son derece ciddi riskler taşımaktadır.
Söylenebilecek tek şey var; gerçekleri yazmaya devam…
Bu arada bir şeyi daha unutmayalım,  bu koşullarda çalışan gazeteciler günü bir aldatmacadır.
Gazeteciler bugün normal koşullarda bir çalışma sürdürecek şartlardan yoksundurlar.
Fransa’da yaşanan henüz gözlerimizin önünde tüm çıplaklığıyla duran bu vahşi katliam, bu katliamı yapanların beslendiği gerici damar nedeniyle gazetecilerin çalışmasından değil ancak mücadelesinden bahsedebiliriz.
Çalışan gazeteciler günü bizim neyimize diyerek, yine biz sorumluluklarımız için söyleyeceklerimize devam edelim.
Fransa’da gerçekleştirilen bu katliam karşısında halkların kimlikleri, kültürleri, dini inançları temelinde bir çatışmanın yaşanmaması için halkı bilgilendirerek sorumluluk almak yine gazetecilerin görevi olacaktır.
Radikal dinci, bu terörün Avrupa ülkelerinde yaratacağı İslamofobi tehlikesine karşı farklı kültürlerden farklı inançlardan çeşitli kesimlerin, bir arada özgürce yaşamalarını savunmak  şimdi çok daha önemli bir görev haline geldi.
Paylaş