Değirmenci "En büyük darbeyi turizm yedi"

2095

 Tüm dünyada yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın enfekte olmasına neden olan covid-19 pandemisi ile mücadelenin belki de en önemli handikabı  turizm sezonu oldu. Tüm dünyada, ama özellikle Türkiye’de, en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm, salgınla mücadele konusunda “yasaklar” ve “Sezonu kaçırmama” çelişkisi oldu. Türkiye başta olmak üzere birçok ülke bu dönemde salgınla mücadele yasaklarını ya gevşetti ya da kaldırdı… Tüm bu durumlar elbette ki Çanakkale için de geçerli. Ekonomisinin hatırı sayılır bir bölümünü, (hatta konut sektörünün içinde bulunduğu çalkantılı dönemde, kent ekonomisinin yükünü sırtladığını söylesek abartmış olmayız) turizme bağlamış bir Çanakkale, hem sağlıklı kalmayı hem de turizm sezonunun ‘iyi’ geçmesini istiyor. Hal böyle olunca, her gün bin kişiye yakın yeni corona vakasının açıklandığı bir dönemde kaldırılan kısıtlamalar tedirginliğe yol açıyor. Çanakkale’nin başarılı turizmcilerinden, Aşkın Art Otel’in sahibi Aşkın Değirmenci de bu süreci ve sonrasına ilişkin görüşlerini gazetemiz Çanakkale OLAY ile paylaştı. Turizmciler için belirsizlikler ile dolu bir süreç olduğunun altını çizen Değirmenci, “Corona sonrası dönem için sektörümüze dair belirsizlik hala devam ediyor. Şuanda bizi sıkıntıya sokan en önemli konu da belirsizlik… Bana kalırsa, hiçbir hazırlık yapılmadan normalleşmeye itiliyoruz. Aslında, hiç de normal olmayan bir normalleşmeye itiliyoruz. Yani biz normal olmayan yaşantımıza normal demek üzere kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz. Adı normal!...” değerlendirmesinde bulundu.

 

İşte Turizmci ve Aşkın Art Otel’in sahibi Aşkın Değirmenci’nin gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamaları ve değerlendirmeleri;

 

OLAY: Turizmciler olarak covid-19 sürecini hani şartlar altında karşıladınız?

Aşkın Değirmenci: Öncelikle şunu söylemem gerekir, bizim içinde bulunduğumuz durum, tüm sektörlerden bağımsız değil… Mart ayının Çanakkale için özel bir durumu var. Sadece Çanakkale turizmi için demiyorum, her açıdan Çanakkale için önemlidir. Mart, Nisan Mayıs ayları, Çanakkale için, özellikle kent turizmi açısından müthiş bir sezondur. Gelibolu turları bu dönemde başlar, 18 Mart da bu sürecin başlangıç noktasıdır. Bu sene, tam bunları umarken, yine her seneki gibi olacağını beklerken, 18 Mart’tan kısa bir süre önce önlemleri, yasakları, sınırlamaları hep birlikte yaşadık ve bu dönemden beklentilerimiz de maalesef suya düştü. Mart’ın 17’sinden Mayıs’ın sonuna kadar bizim rezervasyonlarımız neredeyse tamamen dolmuştu. Bu sene de aslında çok farklı bir sene geliyordu. Çünkü yıllarca yaz dönemine, turizm sezonuna denk gelen Ramazan Ayı, bu sene yazı da bize bırakıyordu. Tam bir turizm sezonu hazırlığımız vardı. Çünkü Ramazan ayının özellikle ilk 15 günü ağır geçer, insanlar hareket etmez. Ancak, ikinci 15 günde hareketlenme başlardı. Mesela Ramazan Ayının yaza denk gelmemesi de bizim için bir avantaj olacaktı.

 

OLAY: Hal böyle olunca, hem Çanakkale için Mart, Nisan, Mayıs sezonu hem de yaz turizm sezonuna hazırlık dönemi kaçmış oldu. Asıl önemli olan kriz yönetimidir. Bu konuda nasıl bir sınav verildi turizmciler açısından?

Aşkın Değirmenci: Bunlar birer engeldir, sezona dair olumsuz etkidir ama işin bir de diğer tarafı var. Bizler, başarı körlüğü yaşayan bir sektörün temsilcileriyiz. Bu başarı körlüğü şu demek; Sürekli çıkışta olan bir turizm sektörü var ve bizler, hiçbir zaman krize düşmeyeceği, hiçbir zaman beklentilerin altında sezon yaşamayacağı hissiyatıyla iş yaptık. Bu hissiyat bizi olumsuz yönde etkiledi, kriz yönetiminden bihaber hale geldik. Otomatiğe bağlamış gibi; ‘şuradan şu parayı alırız, şuraya öderiz…’ anlayışı yerleşti. Borçları, alacakları hep buna göre planladık. Sıkıntı olmadı çünkü… Yani sektörümüz, 30 senelik Türkiye’nin turizm tarihinde, Özal’lı dönemden bu yana, hep çıkıştaydı. Mesela otomotiv sektörü böyle değil, tekstilciler, beyaz eşyacılar böyle değil, onların bir kriz yönetim taktikleri var. Bizde olmadı bu. Hep çıkıştaydı… Hep çıkışta olan bir sektör olmasından dolayı da işin bu tarafı eksik kaldı. Son dönemde inşaat sektörünün içinde bulunduğu durumun da etkisiyle, finansın otel sektörüne, turizm sektörüne kaydığını hepimiz biliyoruz. Neden? Bu sektörün çıkışta olması, genel ekseriyetle öngörülebilir bir iş hacimleri olması gibi nedenleri var. İşte bunların sonucu olarak kriz yönetiminden bihaber yetiştik ve bugünlere geldik. Ancak şunu da bilmemiz ve görmemiz gerekiyor; turizm sektörü tarihinde görülmediği derecede bir krizle karşı karşıya kaldık. Tüm bu etkenleri göz önüne aldığımızda, en büyük darbeyi de turizm sektörü yedi. Tabi ki diğer sektörler de bizim kadar darbe yedi. Ama biz, acemi bir şoför gibi, çok kalabalık otoyolda araba kullanmaya çalıştık. Herkes üç-beş kriz yönetimi becerisinden dolayı işini götürdü. Ama turizm sektöründe çok acı sonuçları oldu. Daha acıları da gelecek, onu da söyleyeyim…

 

 

OLAY: 1 Haziran itibariyle “yeni” normalleşme süreci başladı ve sonrasında da neredeyse tüm yasaklar kaldırıldı. Peki siz bu “yeni” normal dönemi, turizm açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aşkın Değirmenci: Corona sonrası dönem için sektörümüze dair belirsizlik hala devam ediyor. Şuanda bizi sıkıntıya sokan en önemli konu da bu ‘belirsiz’ durum… Bana kalırsa, hiçbir hazırlık yapılmadan normalleşmeye itiliyoruz. Aslında, hiç de normal olmayan bir normalleşmeye itiliyoruz. Yani biz normal olmayan yaşantımıza, normal demek üzere kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz. Adı normal!... Şimdi ben sorular sordum, bu sorulara cevap alırsak, ‘tamam açalım, yürüyelim’ diyeceğim. Birinci sorum şu; Örneğin bir vatandaş geldi, yemek yedi zehirlendi! Hastanede yattı. Bizim oteli dava ettiğinde bunu tazmin etmek durumunda. Bu haklı bir durum ve itiraza mahal vermeyen bir durum. Neden? Çünkü otelden kaynaklı olarak sağlığı tehlikeye girdi... Peki corona kaptı otelden, ne olacak? Gitti tedavi oldu veya olamadı vefat etti. Sonrasında oluşacak tazminat davası ne olacak? Nereden kaptığı belli değil ki! Veya bütün zinciri dava etti. Acenteyi, uçağı, otobüsü, oteli… Ben nereden kaptığını nasıl bileceğim? Mesela turizm sezonunu açıyoruz ama turizmcilerle ilgili bir koruma tedbiri yok. Bakın bir yerden çıkar ve arkası zincir gibi gelir…

Başka bir örnek verelim; Otelimizde corona tespit edildi diyelim, biz burada 12 kişi çalışıyoruz, karantinaya alındık, otel ne olacak? Veya otelde kalanlardan birinde corona tespit edildi, otelde kalan diğer müşteriler ne olacak? Biz hep beraber otelde karantinaya mı gireceğiz, (Kıbrıs’ta olmuştu) ya da dışarıda yedek personel mi tutacağız 12 kişi daha?

Yeni bir örnek; Bir otobüs yer ayırdım, İstanbul’dan geliyor. Tekirdağ’da biri ateşlendi, test yapıldı, otobüstekiler coronalı, otobüs karantinaya alındı. Ne olacak? Normal şartlarda otobüsün parasını alma hakkımız var, şimdi ne olacak?

Bir diğer soru; ‘Klavye kahramanlığından’ en çok zarar gören sektörlerden birisi de otelciliktir… Bilgisayarın başına oturursun, yazarsın. Şudur; müşteriye yorum ve eleştiri hakkı verilir internet sitelerinde, ama hizmeti sunan kendini savunamaz!... Bu durum da bizi olumsuz etkiliyor. Kişi senden mutlu değil, giriyor internet sitesine, doğru veya yanlış yorum yapıyor. Doğru yorumları değerlendiriyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Fakat, bazen o kadar haksız ve yanlış yere yorumlar yapılıyor ki, dava etsek 6-7 ay sürüyor, bizim sezonumuz 45-60 gün… Ve o, internette kalıyor. Şimdi bu yorumlardan birini düşünün; oda dardı, çarşaf kirliydi… tamam! Ya altına ben otelde corona kaptım yazarsa ne yapacağız? Mesela ben diyorum ki internete bir filtre konulsun, corona ile ilgili iddiada bulunulduğunda ispata bakılsın. Bunun hazırlığı da yok.

Bu soruların hepsi belirsiz, cevapları yok!... Bu ortamda salınıyoruz, ‘sezon sizindir, çalışın kazanalım’ deniyor. Bakın ben otelci olarak otelimin çalışmasına istemez miyim? Bir süre borcum var, insanlar var burada çalışan. Ama bu şartlar altında bir belirsizlik var, tehlike var. Bunlara dikkat çekmek istiyorum. Bir arkadaşım, “Ağabey, bizde kervan yolda düzülür” dedi. Ben de diyorum ki, buna gerek kalmadan, kervanı önce düzelim… Daha hazırlıklı olsaydık, ‘kervanı’ yola çıkmadan önce düzseydik, daha iyi olurdu… Ayrıca, bu söylediklerimiz sadece bizim ülkemiz ve sektörümüzle ilgili değil… Avrupa bizden daha fena durumda. Mesela Paris’e baktım; orada görüyoruz, cafelerde falan insanlar yan yana, dip dibe insanlar… Dünyada da bu işler sıkıntılı. Benim gördüğüm, bir sektör temsilcisi olarak, kendimizin öz eleştirimizi yapacağız, evet ama bunun yanında önce şahsi tedbirleri almamız gerekiyor. Meslek örgütlerine de bu noktada çok büyük iş düşüyor. Seslerini biraz daha yükselterek, sektörü koruma altına almamız gerekiyor… Herkesin canı can, otelcilerin canı patlıcan değildir. Nasıl otellere ‘sağlıklıdır’ belgesi veriliyor, tatile çıkacak vatandaşlarımızın da aynı belgelerden almaları gerektiğini düşünüyorum. Bizlerin otelleri araştırıldı, değerlendirmeye alındı. ‘Sağlıklıdır’ belgesini aldık, sıkıntı yok…

Bakın Çanakkale, neyi konuşuyor bir haftadır. ‘34 plakalar geliyor, corona sayısı artacak’ deniyor. Bilmiyor çünkü insanlar kimde corona var, kimde yok… Herkes şuanda afallamış bir vaziyette… Öyle bir ikilemde kaldılar ki insanlar, ekonomi ile sağlık arasına sıkıştırıldı. Sadece bizde değil, dışarıda, Avrupa’nın kocaman ekonomilerinde de yanlışlar yapılıyor. Bakın hizmet sektörüne biraz ayrıcalıklı bakmak gerekiyor. Örneğin bir fincan üretiyor olsaydık, fincan üretimi yapan insanları izole etmemiz kolay olurdu. Fincan üretimine devam edebilirsiniz bu durumda. Yani hakim olabilirsin. Ama hizmet sektöründe bu mümkün değil. Dünyaya açıksın… Bizim ürettiğimiz sadece oda hizmeti ve yemek değil, mutluluk ve huzur da vermemiz gerekiyor…

Bu sürece ilişkin eleştirilerimiz, kaygılarımız, sorularımız var…

 

OLAY: Aslında bu döneme ilişkin beklentiler noktasında söylenecek fazla bir şey yok. Ancak, Siz hem bu dönemi hem de önümüzdeki dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Tam olarak bir turizm sezonundan bahsedebilir miyiz ya da ne zaman bahsedebileceğiz? Sektörün en önemli sıkıntıları sizce neler?

Aşkın Değirmenci: Çanakkale başka bir yerdir… Bizler, tüm sene yayılmış bir turizm yapabilecek kapasitedeyiz. Ancak biz yılı, ilkbahar, yaz ve sonbahar olarak üçe ayırıyoruz ve buna uygun, her dönemin özelliklerini içinde barındıran bir turizm yapabiliyoruz. Son 10-15 sene içinde de ciddi otel yatırımları oldu Çanakkale’de, yatak kapasitesi de arttı. Genel itibariyle Çanakkale’de hafta sonları ful geçiyor, hafta içi de hatırı sayılı bir doluluk oranı var. Ama hala Çanakkale’nin bir sıkıntısı var. Mesela günlük geceleme oranı hala yüksek değil. Bunun yükselmesi lazım. Bu işin bir tarafı; bir de tespit yapmak istiyorum, bence artık bardak doldu, taşırmamakta fayda var. Taşan bölgeleri biz biliyoruz, sonu acı oluyor. Yatak kapasitesi doyum noktasına olaştı. Birçok otelci arkadaşım da aynı şayi düşünüyor. Bunu söylerken imtina da ediyorum artık ama durumumuz da hali hazırda budur…

Bu seneye gelince de, bu sezondan çok büyük beklentilerimiz yok. Benim görüşüm, aşı bulununcaya kadar ya da insanların haleti ruhiyesinden covid-19 virüsü çıkıncaya kadar turizmden para kazanılmayacak, o net. Dolayısıyla bu sezonu yok sayabiliriz. Aslında kimse bahsetmiyor ama, bizim Eylül—Ekim aylarımız da fena değildir. İnşallah Eylül—Ekim’e kadar bu durum geçer, düzelir… Ancak daha okulların açılıp açılmayacağını bile bilmiyoruz… Yani ne olacağı da belli değil ve konuşmanın da bir anlamı yok. Ancak benim tahmini, seneye bahar sezonunda virüs falan tanımaz kimse… Çanakkale, seneye baharda, Mart, Nisan, Mayıs ayında turizm yapar. Dayanabileceğini zannetmiyorum. Sonrasını düşünecek olursak; Çanakkale’nin artık şehir otellerinde bile sadece kente gelip tatilini burada geçirmek isteyen, burada kalıp Bozcaada, Gökçeada’ya gitmek, plaja giden insanlar var. Bakın mesela belediyenin son senelerde yaptığı en iyi iş bence plajdır! Benim yaşım 48… Eskiden Çanakkale’nin tek halk plajı vardı. Şimdi öyle değil, hem şehir merkezinde, Dardanos’ta, Güzelyalı’da plaj var ve bunlar mavi bayraklı… Bu neyi değiştirdi? Benim otelimde kalıp, plaja gidip tekrar otele gelen insanlar var. Deniz imkanı olduğu için insanlar Çanakkale’den ev almaya başladılar. Ayrıca kentimizin diğer güzelliklerini anlatmaya gerek yok. Bunları zaten biliyoruz ve yaşıyoruz.

Evet bir yara aldık, darbe aldık. Ama turizmin geleceği ile ilgili Çanakkale’yi konuşursak, çıkışta olan bir sektör. Fakat dediğim gibi bundan sonra biraz dikkatli olmamız, yatak sayısını sınırlandırmamız gerekiyor. Bunun en güzel örneği Kuşadası’dır. Bir anda  bir sürü otel doldu ve Ege Bölgesinin en ucuz yatak sağlayan yöresi hale geldi. Oradan para kazanılmıyor, kente bir faydası yok. Önemli olan nedir? Turizmci para kazanacak, yöre halkı para kazanacak, devlet para kazanacak!... Bu sistemi, bu denklemi korumamız gerekiyor…

 

OLAY: Siz Çanakkale’nin turizm geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aşkın Değirmenci: Şimdi şöyle düşünelim; Çanakkale’yi aldık, İtalya’nın tam göbeğine koyduk… Troya var, plajlar var, doğal güzellikleri var, tarihi var. Ne olur? Turist sayısı en az 100 kat artar! Peki ne farkı var? Mesela sadece Troya ile Türkiye’ye gelen tüm yabancı turistin yarısını bu kente getirebiliriz. Troya çok büyük bir değerdir dünya kültürü açısından. Bizim için bir mucizedir. Sadece Troya, bırakın denizi, kumu, güneşi… Adamlar dağları, kayaları 10 milyon turiste gezdiriyorlar… Benim bakış açımla, dünyanın en güzel ülkesi Türkiye. Bir turizm fuarına gidiyorsun, kimi deniziyle gelmiş, kimi kayağıyla gelmiş. Bizde denizi, kaplıcası, kayağı ne ararsan var. Enstrüman o kadar çok ki… Bizde eksik olan ne? Neyi yapamıyoruz da, bu kente İtalya’nın, Almanya’nın, Fransa’nın göbeğindeki gibi turist aldıramıyoruz? Bunun içsel sebepleri var, onların üzerinde etkimiz olabilir. Arama konferansları falan… Bunların katkısının olacağına eminim. Ama bir de dışsal sebepler var! Avrupalı turist geliyorsa para kazanılabilir. Diğer ülkeleri ben turist pazarı olarak görmüyorum. Çünkü, turizm kültürünü almış tek medeni coğrafya Avrupa’dır… Dikkat edin tüm turistik yerler de Avrupa pazarına konsantre olurlar, oraya çalışır. Avrupalı turist geliyorsa para kazanırsın, gelmiyorsa turizm sorunlarını aşamazsın. Bize düşenler nelerdir? Hadi yürüyelim diyoruz ama, 10’dan sonra içki yasağı, eğlence sektörüne ilişkin çeşitli sınırlamalar falan var. Bunlar turizmle bağdaşmayan şeyler. Hitap ettiğimiz pazarın bu sıkıntıları yok. Louvre Müzesi’nde Fransız şarabı içerek makarna yiyebiliyorsunuz!... Dünyada şuanda sıralamayı bilmiyorum ama Troya Müzemiz var. Çok güzel, defalarca gittim. Ama Avrupalının hayat standardını sınırlamasız, yasaksız ortamların yaratıldığı müzeler olabilir… Bunları da düşünmemiz lazım. İçeride mesela turistik bölgelere özel bir takım uygulamalar yapsak, biraz rahatlasa insanlar! Sadece alkol değil mesele, özgürlüktür, rahatlıktır… Sınırlamalara özgürlük olmaz… Bugün içkili mekan açmak ne kadar zor! Ama öte yandan da diyorsunuz ki, ‘turist sayısını artıralım…’ İşte ikilem de burada başlıyor… Benim için önemli değil, ama benim istediğim turist için bir hayat standardı var. O rahatlığı burada da yaşayabilmeli. Mısır’da turistik yerler için özel bir yasa var. Tunus ona keza! Onlar böyle aşmışlar. Belki bize de gerekli olan şeyler bunlar olabilir. Bildiğim kadarıyla CHP bunla ilgili bir öneri sunmak üzere. Turistik bölgelerle ilgili yeni bir kapsama alınması noktasında bir hazırlığı var. Sadece turizm de değil bildiğim kadarıyla, tarım konusunda da aynı şekilde.

(Seçkin Sağlam)

Paylaş