Halkın karşılaştığı şiddet, baskı, temel haklarına yönelik saldırıların temelinde kapitalist toplumun ekonomik ve politik koşullarının var olduğunu kavrayamazsak tüm bu gelişmeler karşısında savrulur gideriz.
Bu gerçek herkes tarafından içselleştirilmelidir.
Gezi parkında başlatılan şiddet uygulaması sonrasında tüm ülkeye yayılan protestolar 9. gününde hala şiddet uygulamalarına maruz kalmaktadır.
Kamu emekçilerinin grevi de Ankara’da da saldırıya uğramıştır.
Bunlarla da yetinilmemiş, eli sopalı sivillerin saldırıları, Rize’de protestocu gençlere dönük linç girişimi ,sosyal medyanın bela olarak nitelendirilmesi sonrasında tweet atan 34 gencin gözaltına alınmasına kadar çeşitlenen bir şiddet uygulamasının olduğu bir ülkede yaşanılanları “çapulculuk” ile “eşkıyalık” ile itham edenler bir gün gelir bu şiddetin altında kalırlar.
Yaşanılan şiddet siyasal iradenin resmi bir politikasıdır.
Tüm yaygara bu gerçeği gizlemek içindir.
Yandaş medyadan tutun, iktidarın sözde bilim insanlarına, onların tetikçilerine kadar herkes halka uygulanan bu şiddeti gizlemenin peşindedirler.
Onların varlık nedeni zaten budur.
Bu süreçte öne çıkan bazı figürleri de ayrıca ele almak durumundayız.
Bunlardan birincisi bugüne kadar apolitik olarak eleştirilen gençliğin almış olduğu tutumdur.
90’lı yılların gençliği gelişen tepkinin önemli bir unsuru olarak hepimize bir mesaj vermiştir.
Gelecek kaygısı, yaşam tarzlarına karşı geliştirilmeye çalışan saldırılar nedeniyle önemli kaygılar taşıyan gençler Gezi Parkında masum talepler temelinde sürdürülen mücadelenin bu denli şiddet ile karşılaşması sonrasında gerçek ile yüzleştiler.
Şiddet uygulamasının, sistemin temsilcilerinin kendi hedefleri için kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan herkese karşı kullandıkları ve kullanacakları bir araç olduğu gerçeği artık gün yüzüne çıkmıştır.
Bu gerçek ile yüzleşen gençler gençliğin dinamizmin verdiği avantaj ile gelişen tepkinin dinamizmi
oldular.
Bundan böyle gençliğin kendi dinamizminin izlerini, toplumsal yaşam içinde görme imkanımız daha yoğun olarak karşımıza çıkacak.
Bu süreçte izlediğim diğer figürde “ben Çanakkale halkını yönetmiyor temsil ediyorum” anlayışı ile halkçı belediyecilik konusunda önemli bir adım atan Belediye başkanı Ülgür Gökhan’ın almış olduğu tutum oldu.
Gezi Parkı direnişinin başladığı gün bizzat İstanbul’da olayları yaşayan ve sürdürülen şiddet uygulamalarına karşı net bir tavır alan, yine Çanakkale’deki protestolara destek verip kamu emekçilerinin grev eyleminde onları yalnız bırakmayan Ülgür Gökhan emekten yana bir tutum sergilemesi anlamında,vatandaşlara uygulanan şiddete karşı olması boyutu ile halkın takdirini kazanmıştır.
Çanakkale halkı için, böylesi bir kavrayıştaki belediye başkanı her zaman için bir kazanımdır.
Bu arada Ülgür başkana bir şeyde hatırlatmak isterim; Rektör laçiner’in değerlendirmesine göre yaptığınızın “eşkıyalık” olduğunun farkında mısınız?
Yoksa sizde bir çapulcu musunuz?