Gezegenimizin ve insanlığın geldiği nokta cümle felaketlere, yaşanılan tüm acılara bir perde çekip, bu acımasız felaketle tanıştığımız, yeni bir dönemin de başlangıcı… Acıların son bulacağı, insanlığın refah içinde yaşayacağı, savaşların olmadığı, doğanın katledilmediği ve insanların huzurlu bir yaşam sürdüğü vaatleri ile tarih sahnesine çıkan yeni dünya düzeni, bir virüs ile çaresizleşti! Hiçbir vaadini yerine getiremeyen bu yeni düzen(!) savaşların, doğa katliamlarının düzeni oldu. İnsanların evlerinden, yurtlarından edildiği, göç yollarında yaşamlarını yitirdiği acıların birbiri ile yarıştığı bir dönemde, bir de tüm dünyayı tehdit eden corona virüsü belasıyla boğuşan insanlık, artık sadece yaşamak zorunda değil, yaşarken, ruh sağlığını da korumak zorundu…
Tüm bu felaketler, acıların, yok oluşların, savruluşların bir de psikolojik ve sosyolojik karşılığı olmalı!? “Karantina, virüs bulaşma riski, hastalık ölüm gibi cümlelerin dilimize pelesenk olduğu şu günlerde ruh sağlığımız ya da esenliğimiz adına nasıl etkileniyoruz? yaşadıklarımız üzerimizde ne gibi etkiler oluşturuyor ve neler yapabiliriz?” sorularına ve dünyanın ve ülkemizin geldiği noktada, ekonomiden siyasete, savaşlardan göçlere, en nihayetinde ise sağlığa kadar insan psikolojisini yıkıma sürükleyen tüm yaşanılanların sosyolojik ve psikolojik arka planını Psikiyatrist-Sosyolog Hüsnü Kurtuluş ile konuştuk. Kurtuluş, Gazetemiz Çanakkale OLAY’ın sorularını, psikoloji ve sosyoloji biliminin bakış açısıyla cevapladı…
“Virüs salgını, ‘yavaş yavaş ısınan sudaki kurbağa’ misali hepimizi etkisi altına almış durumda” diyen Kurtuluş, “Suyun ısınmaya başladığı şu günlerde insanlar ne yapacağını bilmez halde değişik tepkiler vermekte. Belirsizlik, ölüm, hastalık gibi kavramların her birimizde uyandırdığı; korku, kaygı, endişe gibi duygulardır. Bu duygular çevresel ve içsel kaynaklardan gelen algılarımızla her seferinde tekrar şekillenir, yargılarımız, düşüncelerimiz ve kararlarımıza yön verirler. Milyon yıllık evrimimizin en önemli motivasyonu hayatta kalmak. Biz bilmesek te bedenimiz sürekli çevresel ve içsel uyarıları süzgecinden geçirir, tehlikeye dair işaret varsa ondan uzaklaşabiliyorsa uzaklaşır ya da tehdit oluşturan durumu ortadan kaldırır. Gezegenimizin, hastalık yayılmayan bir noktası olmadığı için şu anda güvenli yer yok desek yanlış olmaz. Yani kaçacak yer yok… Televizyonda, gazetelerde ve sosyal medyada; gün geçtikçe daha fazla yer alan corona virüs haber ve görüntüleri, sokağa çıkma uyarısı ve ölüm haberleri ile doludur. Olumsuzluk barındıran bu tip haberlerle ‘hiç olmadığı’ kadar zaman geçirmeye başlayınca, her birimizde olumsuz yaşantı ve ihtimaller, zihnimizin büyük bir kısmını meşgul etmeye başlar, bütün diğer şeyler zeminde kalır. Duygular, onlara eşlik eden düşünceler ile birlikte bir sarmal gibi insanı sardığında, gerçeklik şekil değiştirir. Her gün hiç düşünmeden yaptığınız işleri bile yapamadığınız yada çok daha yavaş yaparsınız. Dengesi bozulmuş duygu ve düşüncelerin etkilediği bir başka sistem, kalbinizden, derimize kadar bedenimizi düzenleyen hormonlarınızdır. Ortaya çıkan stres yükü, birçok vücut sistemini etkileyip çeşitli belirtileri ortaya çıkarabilir. Unutkanlık, dalgınlık gibi kognitif yada bilişsel fonksiyonları zaafiyete uğratabilir. Vücudumuzu hastalıklardan koruyan, ‘immün sistemde’ bozulan dengeden payını alır ve bizim enfeksiyonlar karşısındaki savunmamız zayıflar. Belirsizliğin temel belirleyici olduğu bu günlerde, her kanaldan aynı konu hakkında farklı yorumların yapılması, dış dünyada içimize nüfus ederek ruhsal dengemizi bozar. Bu sebepledir ki krize müdahalenin en önemli unsurlarından birisi, doğru ve zamanında duyurulan bilgidir” dedi.
İşte Psikiyatrist-Sosyolog Hüsnü Kurtuluş’un Gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamaları…
OLAY: Kendinizi tanıtır mısınız?
Hüsnü Kurtuluş: Rize’de doğdum İzmir’de büyüdüm. İlk, orta ve lise eğitimimi İzmir’de üniversiteyi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudum. Pratisyen hekim iken Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na katıldım. İhtisasımı GATA Psikiyatri Kliniğinde yaptım. Çanakkale’yle tanışmam 2001 yılında Askeri Hastanesine atanmam ile oldu. 2001-2006 yıllarında Çanakkale’de çalıştım. O nedenle Çanakkale ve çevresini iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Sonra Marmaris’e tayin oldum. 2013 yılında da Askeri hekimlik kariyerim sona erdi. Ruh hekimi olarak 2013 yılından beridir muayenede hizmet vermekteyim. İzmir’deki Halime Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Vakfı üyesiyim. Sosyoloji okudum, psikanalitik psikoterapi, grup psikoterapileri, aile terapisi, hipnoterapi, EMDR eğitimlerim var. Yaklaşık 6 aydır da Çanakkale’de yaşıyorum ve burada olmaktan memnunum. Yarım kalmış bir şey gibiydi benim için Çanakkale…
OLAY: Çanakkale’deki insan yapısı ve diğer kentlere baktığımızda, Çanakkale’deki insanların ruh hali nasıl? Diğer kentlere göre bu kentteki insanlar daha mı mutlu, nasıl görüyorsunuz?
Hüsnü Kurtuluş: Diğer şehirlerle kıyaslama şansım yok, çünkü öyle bir araştırma var mı, bilmiyorum! Mutluluk duygusu, kişisel bir şeydir. Tüm ülkede, bir gerilim var, çevre ülkelerde yaşanan savaşlar var, terör var, göç unsuru var… Ben de mesela Rize, İzmir, Ankara, Gölcük, bir dönem Siirt! Yani baktığınız zaman çok fazla hareket söz konusu. Dolayısıyla bu göçün getirdiği bir takım yükler var. 2006 yılında Çanakkale’den ayrıldığımda burası kıyı kasabası gibi bir şehirdi. Döndüğümde, büyüdüğünü, hareketin daha fazla olduğunu, göç aldığını gördüm. Tabi bu göçün getirdiği bir takım sonuçlar var. Farklı kültürlerin söz konusu olduğu yerde farklılıkların bir potada erimesi söz konusu.
OLAY: Hem psikoloji, hem de sosyoloji eğitimi aldınız. Sosyoloji ve psikoloji bağlantısı çok önemli ve çok değerli. Bu iki bilim arasındaki bağlam noktasında neler söylersiniz?
Hüsnü Kurtuluş: Kesinlikle bağlam çok önemli. Bireyi ele aldığımızda, o bireyin nasıl bir ortamın içerisinde olduğunu bilmemize ihtiyaç var. Belki, içinde yaşarken biz anlamıyoruz bunu, ama içinde yaşadığımız toplumun sizi yönlendiren görünen ve görünmeyen güçleri var. Sosyoloji daha makro düzeyde bakıyor, psikolojinin mikro düzeyde bir alanı var. Ancak, bunların sürekli ve kesilmeyen bir ilişkisi var. Yani, “benzine şu kadar zam yapıldı” denildiğinde, bunun bir baskısı var toplum üzerinde. Bu baskının yansımaları var. Alım gücü değişiyor, onunla birlikte gelen başka zamlar var. Doğal olarak bu sosyolojik olaylar; toplum içerisinde değişimler, göç unsuru, bu kadar geniş bir kitlenin yarattığı değişim nedir, bunun etkisi ne, sonuçları ne olacak…? Kendi dünyamızda bunları göremiyoruz, ama sosyolojik çerçevede baktığımızda şehirler, kentler değişiyor. Şehirlerin merkezleri değişiyor.
OLAY: Merkezden bir kaçış mı var insanlarda?
Hüsnü Kurtuluş: Bunun farklı nedenleri olabilir. Yatırımlar farklı yerlere yapılıyor olabilir, sürekli bir nüfus hareketi var. Birey yaşadığı ortamdan etkileniyor, çevreden etkileniyor. Temel ihtiyaçlarımız var, bu hareketler, ihtiyaçlarımızı da değiştiriyor, temel ihtiyaçlara erişimi değiştiriyor, insanı değiştiriyor. Kentler büyüdükçe doğadan uzaklaşıyoruz. Doğadan uzaklaşan insanın, kendiyle bağlantısı da zedeleniyor. 50’li, 60’lı yılların fotoğraflarına bakabiliriz mesela; insanlardaki, şehirlerdeki değişimi görebiliriz. Sürekli ve hızlı bir değişim var.
OLAY: Bu gidiş ve değişim olumlu bir değişim mi sizce?
Hüsnü Kurtuluş: Olumlu tarafları de var olumsuz tarafları da. Bu, değişime nasıl baktığınız ve ona yönelik gibi hazırlıklar yaptığınıza bağlıdır. Şimdiyi on yıl öncesinin aklıyla yönetemezsiniz? Şimdi buna biz hazırlanıyor muyuz? Eğitim dönüşümü tolere edebilecek bir şey, gençlerimizi eğitebiliyor muyuz? Sadece formel eğitimden bahsetmiyorum. İnformal eğitim dediğimiz eğitimden de söz ediyorum. Mesela liderlerin kullandığı dilin yapısı, birbirleri ile olan etkileşimi nasıl? Birçok konuda, eğitim-öğretim nasıl gidiyor? Çok iyi gitmeyen tarafları var! Kendi adımıza bu süreci iyi kumanda ediyor muyuz? Ben öyle düşünmüyorum. Ne yaparsak yapalım bunu kontrol etme şansımız yok.
OLAY: İnsan doğadan kopuyor, insan odaklı olmayan, tamamen ranta dayalı bir sistem söz konusu. Bu bir yok oluş ve çok tehlikeli bir şekilde ilerliyor… Sizce de öyle değil mi?
Hüsnü Kurtuluş: Çok hızlı gidiyor. İnsan metalaştı, nesneleşti ve buna yönelik bir farkındalık geliştirmek durumundayız. Önümüzdeki yıllarda değişim çok daha hızlı olacağa benziyor. Yapay zekanın gelmesi, makineleşmenin artması değişimi çok etkiliyor. İnsanlar değişiyor, meslekler değişecek, el değiştirecek. Şuan Çin’de yapay zeka bir hakim var, yapay zeka bakanlıkları kuran ülkeler var. Dünya hızlı bir şekilde buna adapte olmaya çalışıyor. Buna hazır olmak meselesi var; doğasıyla, insanıyla buna hazır olmalıyız.
OLAY: Bir bilim insanı olarak Toplumun ruh sağlığını nasıl görüyorsunuz?
Hüsnü Kurtuluş: Tüm dünya bir köye dönüştü. Doğal olarak dünyanın herhangi bir yerindeki basınç, baskı, dünyanın başka taraflarını da etkiliyor. insanlık tarihi travma tarihidir. Savaşlar, ölümler, yok oluşlar… ama günümüzde travma gösterilir hale geldi. Irak savaşı ile birlikte savaşlar sunulmaya başlandı, insanlar bunları izliyor. İzletilen şeyler insanları etkiliyor, kanıksıyor ve duyarsızlaşıyor.
OLAY: Toplumsal açıdan uçurumların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir tarafta ‘kaymak tabaka’, diğer tarafta insanlar açlıktan ölüyor. Böyle bir sistemde insanlar nasıl mutlu olacak?
Hüsnü Kurtuluş: Çağımız narsizm çağı, bencillik çağı… Kapitalizmin bu son aşaması, 80’li yıllardan itibaren neoliberal politikaların, ekonomilerin gelişmesi, dayatılması, vahşileşmesi söz konusu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal politikaların öne çıktığını, ancak 80’ sonrası neoliberalizm ile birlikte, kapitalizmin kabuk değiştirmesiyle narsizm, bireysel anlamda ciddi bir problem haline geldi, bencillik yayılan bir hastalık gibi, ötekinin ne hissettiğini umursamayan, empati kuramayan kitleler doğurdu. Bazı ülkelerde bu fazla olabilir, ama tüm dünyada böyle bir sorun var ve bu gitgide artıyor, kişilik bozuklukları eskiye oranla katbekat daha fazla. Çevre ve toplum bireyi böyle etkiliyor.
OLAY: Ekonomi-psikoloji bağlantısı nedir, nasıl etkiliyor birbirini?
Hüsnü Kurtuluş: Son derece birbirini etkileyen iki alan bunlar. Temel ihtiyaçlarınızı bile karşılayabilmek için paraya ihtiyacınız var. Üstelik gelir gider arasındaki denge sürekli değişim içinde… paranız olsa bile, elinizdeki şeyi algılayabilmeniz ve anlamlandırmanız da gerekir. Yani çok zengin olabilirsiniz, ama anlamlandıramıyorsanız, yaşam amacınızın içinde onu nereye koyacağınızı bilmiyorsanız eğer, onun üzerinden hayatınızı yaşıyorsunuz, onu kaybettiğinizde perişan olacaksınız demektir. Doğal olarak ekonomi kadar bunu nasıl anlamlandırdığınız da önemli… günümüzde, insanın kendi olabilmesi zorlaşıyor, kendini tanıyacak zamanı kendisine ayırmıyor, nesne odaklı yaşam her şeyin içerisine sızmış durumda.
OLAY: Var olanla yetinmeyen, sürekli isteyen, doyumsuz bir hal aldı insanlar… Sistem bunu nasıl biçimler? İnsan yapısını değiştirme noktasında neler yapılmalı?
Hüsnü Kurtuluş: Bütün sistemlerde bir geri bildirim döngüsü var. Yani bireyden sisteme, sistemden bireye gibi sürekli bir akış var. Bu dedikleriniz elbette yapılabilir. İzlanda örneği var mesela; 80’li-90’lı yıllarda İzlanda da gençler arasında uyuşturucu kullanımı, suç oranı son derece yüksek. 90’lı yıllardan sonra İzlanda çok önemli adımlar atıyor. Burada siyaset üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor. Ülke olarak, bir takım kurallar getiriyorlar, sürekli geri besleme yapıyorlar, spora yönlendiriyorlar vs. İzlanda devleti, planlı bir şekilde destek verdi, fon yarattı, İzlanda, futbolda oldukça başarılı olan bir ülke oldu, Şuan suç oranları sıfıra yaklaştı. Tabi ki İzlanda ile bizim örneklememiz aynı olmayabilir, farklı ülkeler, farklı kültürler… Ama bir örnek bu, yapılabilirliğini kanıtlamış bir örnek. Toplum mühendisliği çok kapsamlı bir şey. Sürekli geri döngüler kullanmak gerekiyor, bilime çok ihtiyacımız var. Biz gittikçe dogmatik bir hale geldik. Hurafelerle bir takım şeyler toplumun içerisinde çok fazla yer almaya başladı. Bilim küçümsenir oldu, değerini kaybetmiş durumda. Değerler değişiyor. Sistemin ortaya koyacağı değerler, toplumun ve medyanın buna eşlik etmesi çok önemli. Televizyonu, dizileri izlediğimizde, şuandaki değerin ne olduğuna ilişkin bir takım ipuçları yakalıyoruz; Para, silah, güç, iktidar, bir değer olarak sunuluyor insanlara. Değer ne gerçekte? Bizim toplumsal değerlerimiz ne? Bu sorulara yanıtlar vermek gerekiyor, çalışmak gerekiyor. Sosyolojik çalışmalar yapmak gerekiyor. Bu çok kapsamlı bir şey. Üniversitelerin, siyasetin, toplumun birçok kademesinin devreye girip aktifleşmesi, birlikte çalışması gerekiyor. Şuanda o birlikteliği sağlayacak bir modelimiz olduğunu düşünmüyorum.
OLAY: Son dönemlerde, kadın cinayetleri vs çok arttı, şiddet olgusu giderek arttı, sizce bu durum toplum modeli haline geldi mi?
Hüsnü Kurtuluş: Kadın cinayetleri evet var. Ama genel anlamda cinayetler arttı. Şiddet artıyor, şiddetin bir sonucu cinayet. Kadın, çok kolay hedef oluyor. Geniş aileden, çekirdek aileye geçiş çok hızlı oldu. Kadının ekonomik özgürlüğü sağlanmış değil. Toplumun belli grupları çok farklı düşünüyor. Cinayet arttı, şiddet arttı. Sözel şiddet, fiziki şiddet arttı… Bunlar tabi daha çok gösterilir de olmaya başladı. Buna dikkat çekmek gerekiyor, şiddet dili çok konuşulur oldu. Şiddet sadistçe gösteriliyor. Bu durum dayatılıyor. Şiddet sunuluyor, özendiriliyor.
OLAY: Basın da tabi çok önemli. Gerçeği ortaya çıkarmanın ötesinde bir algı yaratmaya yönelik bir meslek oldu gazetecilik… Bu durumun da etkisi var mı?
Hüsnü Kurtuluş: Algı ile olgu arasındaki bir dengeye ihtiyacımız var. Daha olgusal bakabildiğimiz anda, bazı sorunları çözmemiz kolaylaşır. Dilin bu şekilde kullanılmasının çok önemli sıkıntıları var. Anlatılan şeyi bilmiyoruz, gerçeği bilmiyoruz… Çünkü anlatılan şeyin özünde, merkezinde ne ifade ediliyor bilmiyoruz. Émile Durkheim`ın “Anomi” kavramı var; bir toplumun değer ve normlarının çökmesi demek… Şimdi bizim de yaşadığımız tam olarak bu. Değer ve normlarımız çöktü. Bu 1800’lü yılların sonunda İngiltere’de, Avrupa’nın da yaşadığı bir şey; Hızlı göç, sanayileşme, işsizlik, cinayet, ölüm… Şimdi, bana öyle geliyor ki, bizim de yaşadığımız şey, değer ve normlarımızın çökmesi, parçalanması! Soruna yönelik olgusal bakış açısını kaybettik, algısal bakış topluma yayıldı. Bizim olgulara ihtiyacımız var.
OLAY: Ortak kullanılın dili de kaybettik, öfke dili var, ötekileştirme, düşmanlaştırma durumu söz konusu! Dünyada böyle bir problem var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hüsnü Kurtuluş: 1400’lü yıllarda sonra başlayan kolonizasyon, sömürgecilik devam ediyor. Bu değişmedi, kapitalizm her şeyi nesne olarak görüyor ama paradoksik olarak Kapitalist ülkeler de son derece gelişmiş değerlere sahip olabiliyor, tabi kendi içerisinde. Dışarıya karşı sömürgeci tutumunu sürdürüyor. Bu iki yüzlülük devam ediyor. Bu insanın sorunu… Bilimsel bakış açısına ihtiyaç var, hem bilimsel hem de toplumsal çalışmalar yapılmalı. Çalışmaların olabilmesi için de bilimsel ortama ihtiyaç var. Bilim olacak, sanat olacak, spor olacak. Sadece bilimin geliştiği bir ülke olmaz. Bilimsel ortam olduğunda, sanat da olur spor da olur. Park alanları, sosyal yaşam alanları, spor alanları kalmadı. Sanat ülkeden kaçıyor! Sanatçıyı desteklediğiniz ölçüde sanat gelişir. Sanatçı toplumsal sorunlara eleştirel bakar, bunu da sanatıyla yapar.
OLAY: Suskun bir toplum, korkuları, endişeleri çok olan bir toplum haline geldik. Mutsuz, huzursuz, yüzü gülmeyen insanlar oluştu. Bu toplumun ruh halini nasıl görüyorsunuz?
Hüsnü Kurtuluş: İyi görmüyorum tabi ki. Sorunlar var. Mesela kimlikle ilgili sorunlar var. 19502’den beri devam eden göç, 84’ten beri süren terör var mesela. Terörün getirdiği, yıkıcılık, ayrışmalar var. Bizim kimliğimizle ilgili kafalarımız çok karışık. Kim olduğumuza dair soru işaretlerimiz, şüphelerimiz var. Şimdi son dönemde işin içine ‘ümmet’ kavramı girdi, ‘ümmet’ dediğiniz yerde kendi kimliğimizi nasıl koruyacaksınız? Bunlar yeni olan şeyler değil tabi ki. Cumhuriyet döneminde de önemli adımlar atıldı ama sorun devam ediyor. Bizler, Türk tarihi boyunca, konuştuğumuz dil aynı olsa da 37 ayrı alfabe kullanmışız. Farklı farklı 37 dil. Dünyada böyle bir toplum yok. Son bin yıldır Arapça var, sonra Latin alfabesi, Selçuklulara baktığımızda, saraydaki dil farçça, yazı dili Arapça, konuşulan dil Türkçe! Doğal olarak bizim kafamız çok karışık. Bu konularla ilgili çalışılması lazım! Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu, Tarih Kurumunu kurmuş, bu çok önemli. Bu tür kurumların desteklenmesi, araştırmalar yapmasının sağlanması lazım. Psikoloji ve sosyoloji anlamında da kimlik çok önemli! Bunun üzerinde de çok düşünmemiz gerekiyor. Biz kendimizi Anglosakson literatürle anlamaya çalışıyoruz. Kendine özgü şeyler yapmak durumundayız. Bu her açıdan böyle. Dil çok önemli mesela. Dua ederken bile kendi dilinizi kullanamıyorsunuz. Anlaştığımız dilin inanç sistemi içerisinde yeri yok! Avrupa’da da böyleydi.
OLAY: Bu koşullarda kendi ruh halimizi nasıl koruyacağız?
Hüsnü Kurtuluş: Kendimizi ruhsal açıdan korumanın yolu; kendini tanımaktan ve sürekli gelişmekten geçiyor. Kendimize yatırım yapmak söz konusu olmalıdır. Fiziksellik çok önemli, duyarlı ve aktif bir yaşam. İnsanlar arası etkileşim çok önemli. Tutarlı bir çevre ve tutarlı bir birey! Toplumun getirdiği dayatmalar, zorluklar ekonomik koşullar var. Ama ne yaparsanız yapın, kendinize, yakınlarınıza yatırım yapacaksınız ve sağlıklı diyaloglar içerisinde olmanız çok önemli. Ama sürekli kendinizi geliştirmek, değiştirmek gerekli…
(Seçkin Sağlam)