havadurum

Bugün doktorlara destek olma günü.

Sağlık çalışanları bugün kendilerine yönelmiş öfke ve şiddete karşı; özünde sağlık sisteminin bozuk yapısına karşı tepkilerini dile getirmek için iş bırakacaklar.
Sağlık sistemi bir toplumun en önemli yapısıdır.
Bu yapının tamamıyla ticarileşmesi ve insan değerinin yok sayılması nedeniyle sistem bir bütün olarak gerek hekimler, diş hekimleri, hemşireler, ebeler,teknisyenler gerekse vatandaşlar açısından işlemez bir noktaya gelmiş bunun sonucunda tedavi olamayan hastalar, çalışanlara yönelmiş öfke ve şiddet ortaya çıkmıştır.
Bundan dolayı sağlık çalışanlarının talepleri, aynı zamanda bizlerin de talepleridir.
Sağlık çalışanları bugünkü iş bırakma eylemlerinde olduğu gibi, her zaman bu haklı mücadelelerinde bizler tarafından desteklenmelidirler.

652
Toplumdaki şiddet uygulamaları ne yazık ki her alanda kendisini göstermektedir.
Sağlık alanında başta doktorlar olmak üzere sağlık çalışanlarının maruz kaldığı bu şiddet, hatta cinayetler toplumdaki şiddet kültürünün yansımaları olarak gündeme gelmektedir.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız; sağlık çalışanlarına yönelik şiddet uygulamaları son tahlilde biz vatandaşların sağlık haklarına yönelmiş bir şiddettir.
Çünkü bu uygulamalar bozuk sağlık sisteminin sonucu olarak, şiddet kültürünün toplumsal etkilerinden de beslenerek sistemi bir bütün olarak işlemez noktaya taşıyacak niteliktedir.
Sağlık çalışanlarının sorunlarının hepimizin sorunları olmasını bilince çıkarıp bunun gereklerini yerine getirmeliyiz.
Bu kapsamda yaşanılan bazı hoş olmayan olayların zararlarını sonuçta biz vatandaşlar olarak yaşayacağımızı unutmayalım.
Bir doktor arkadaşım reçetesiz iğne yapmadığı için “ben sana kim olduğumu gösteririm” ukalalığı ile, sistemin siyasetçiler gibi bazı müdahalecilerini devreye sokarak çeşitli cezalara maruz kaldığını bilen bir kişi olarak; gittikçe ağırlaşan iş yükü ve angarya, 7/24 esnek, kuralsız ve baskı altında çalıştırılma koşullarının sağlık sistemini tıkadığı gerçeğini de çok iyi anlayabiliyorum.
Yine başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanları, siyasetçiler, yöneticiler tarafından küçük düşürülme, hedef gösterilme baskısı altında çalışıyorlar.
Onlarca yıl eğitim aldıktan sonra doktoruna güvenmeyen bir sağlık sistemi ve sistemi tıkayacak müdahaleler ile var olan bir bürokrasi altında sağlıklı bir toplumdan bahsetmek hayalden öte geçmeyecektir.
İşte bu bakımdan sağlık çalışanlarının sorunları hepimizin sorunlarıdır.
Çanakkale Barosunu kutluyorum.
Çanakkale Barosu ,Barolar Birliği ile birlikte önemli bir etkinliğe imza attı.
“Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği” konulu gerçekleştirilen panele katılmamış olmama rağmen; geleceğimiz adına, yaşamımızı yok etmek isteyen altın madencilerine ve termik santral yatırımlarına karşı tavır almak konusunda katkı sunacak böylesi bir çalışma ve özellik ile hukuk alanında bu konunun takipçisi olma noktasında gösterilen bu kararlığı takdir etmemek mümkün değil.
Her ne kadar bazı yayın organları bu paneli, itibarsızlaştırmak için bazı saçma gerekçeler ile yönlendirilmiş bir çaba içinde olsalar da, emeği geçen herkesi kutlamak ahlaki bir görevdir.
Özellik ile panel sonuç bildirgesinde yer alan “Beş yıl önce Kuşadasında Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenen “Çevre Sorunları İçerikli Yargı Kararları ve Uygulamaların Değerlendirilmesi” sempozyumunun sonuç bildirisinde dile getirilen tespit ve öneriler dikkate alındığında, Türkiye’de Çevre Hukuku alanında genel bir gerileme olduğu görülmektedir. Usul kuralları yönünden; süre ve menfaat koşulları, açılan idari davalarda mahkemelerce daha dar yorumlanmaya başlanmıştır. Çevre hakkı ve adalete erişim hakkı açısından bu durum önemli hak kayıplarına yol açmaya başlamıştır. Davaların esasına ilişkin verilen kararlarda ise “sürdürülebilir kalkınma” ilkesi etrafında somutlaşan işletmeci firmaların çıkarını kamu yararından, yaşam ve çevre hakkından üstün tutan bir anlayış yerleşmeye başlamıştır” tespitleri çevre mücadelesinin önündeki hukuksal sürecin zorluklarının değerlendirilmesi ve bu konuda atılacak adımlar açısından çok anlamlıdır.
Çanakkale Barosu ve Türkiye Barolar Birliğinin bu bilinç ile hareket ediyor olması hepimiz açısından bir güven,moral kaynağıdır.
Bu hayat hepimizin;altıncı termikçi gibi kendi cüzdanlarından başka bir şeyi düşünmeyenlere feda edilecek kadar ne değersiz, ne de biz halk olarak böylesi bir onursuzluğu kabul edecek kadar kişiliksiziz.
Bu yaşam mücadelesi haklı bir mücadeledir, yaşam savunucuları kazanacaktır.
Çanakkale Barosu ve Türkiye Barolar Birliğinin bu sahiplenişi madencilerin aklını başından aldı.
Gazetelere verdikleri ilanlar ile sondaj sahalarına geziler düzenleyerek şimdi kendilerini şirin gösterme uğraşları içersine girdiler.
Ama nafile, gerçek şu:
ÇOMÜ Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Kenan Kaynaş, bir raporunda şunları kaydetmişti:” Kaz Dağları yöresinde altın madeni işletmeciliği başladığında, 2.5 milyar ton kayaç ve toprak işlenecek, yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak, başta 10 milyon adet zeytin ağacı olmak üzere tüm bitkisel üretim olumsuz etkilenecek, yöre tarımının can damarı olan su kaynaklarının tamamı kirlenecek, tarımla uğraşan yaklaşık 750 bin kişi etkilenecektir. En önemli nokta ise, tarım yapılacak toprak kalmayacak, yöredeki tüm sular içme ve kullanma suyu olarak kullanılmayacak, başta yöre halkı olmak üzere yaşayan tüm canlılar olumsuz etkilenecektir. Tarım insan beslenmesine hizmet ederken, altın insanların hastalanmasına hatta ölümüne neden olacaktır”
Paylaş