Asgari ücret tespit komisyonu çalışmaları tam bir aldatmaca üzerinden kurgulanmaktadır.
15 kişilik tespit komisyonunun 5 kişisi hükümet, 5 kişisi işveren sendikaları, 5 kişi de işçi sendikaları olarak TÜRK-İŞ temsilcisidir.
Fakat ne hikmetse bugüne kadar bu komisyonun bu ücreti neye göre tespit ettiği bilinmemektedir.
Ülkemizde 10 milyona yakın asgari ücretli insanın kaderini belirleyen bu ücret sonuçta hükümet ve işveren temsilcilerin iradesine göre, bir sefalet ücreti olarak belirlenmektedir.
Bugünkü asgari ücretin açlık sınırlarının altında olduğu koşullarda, yine göstermelik zamlar ile milyonlarca emekçi en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzak bir sefalet ücreti ile yaşamını sürdürmek zorunda kalacak.
Peki, bu hep böyle mi gidecek diye sormadan geçemiyor insan.
Çünkü asgari ücret denilen, insanca yaşam koşullarında ihtiyaçların karşılanmasını sağlayabilecek ücret seviyesine ulaşmak bugünün siyasal koşullarında mümkün gözükmüyor.
Bunun yolu, şu anda sürdürülen asgari ücret tespit komisyonunun aldatmacasına son verecek yeni bir düzenleme için sürdürülecek mücadelenin kazanımlara bağlı olacaktır.
Bu sorun insanca yaşam sorunudur, bunun yolu da emekçilerin mücadelesinden geçer.
Ekonomik ve mali politikalar itibarıyla emekçilerin yaşam kalitesini etkileyen diğer bir disiplinde bütçedir.
Halkın talep ve ihtiyaçlarının karşılanması, halkın refah seviyesinin yükseltilmesine ilişkin kriterler yerine; siyasetçi, bürokrat, sermaye üçgeninde sermayenin ihtiyaçları rehberliğinde hazırlanarak devreye sokulan bütçede emekçiler, işçiler, halklar, onları doğrudan temsil eden örgütler, işçi sendikaları, demokratik kitle örgütleri ya da parlamentoda temsil edilmeyen siyasal partiler yer almadığı gibi bu sürecin yerellerde tartışılmasına da izin verilmez.
Halkın bütçe süreçlerinden dışlanması; birde harcamaların denetlenmesi yani toplanan vergilerin nerede nasıl kullanıldığının denetlenmesi konusunda kendisini göstermektedir.
AKP hükümeti, özellikle son yılarda bu noktada tamamıyla fütursuzlaşmış, Sayıştay denetim raporlarını devre dışı bırakarak harcamaların kontrolü olayını tamamıyla ortadan kaldırmıştır.
Kim kime, dum duma hesabı sürdürülen bir bütçe performansının sonuçları da ortada.
2014 bütçesi zengine kepçe ile, fakire kaşığın ucu ile dağıtılan bir bütçe niteliğindedir.
Harcamaların bu şekilde planlandığı bütçe, gelirlerin elde edilmesi konusunda da son derece haksız bir bütçedir.
Bütçede öngörülen harcamaların finansmanının ağırlıklı olarak halktan toplanan vergiler ile yapılması öngörülmektedir.
Bütçe gelirlerinin % 85’ini karşılayan vergilerin yükü emekçi sınıfların üstündedir. Öncelikle vergiler ağırlıklı olarak KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergiler biçiminde alınmaktadır.
Öyle ki ücretli bir emekçinin üzerindeki vergi vb yükü net ücretinin % 70’i ve brüt ücretinin % 50’sidir. Yani 800 TL civarında bir net asgari ücret ile geçinmek ve ailesini geçindirmek zorunda kalan bir işçinin yıllık ödediği vergi, prim, fon tutarı 5000 TL’yi aşmaktadır. Buna karşılık bu rakamın onda birini ödemeyen çok sayıda sermaye sahibi mevcuttur. Kar payı ya da temettü biçiminde sermaye geliri elde eden sermayedarlar üzerindeki yük ise % 26’dır. Bu oranın son 10 yılda % 45’lerden bu noktaya çekildiği unutulmamalıdır.
Sermaye şirketleri üzerinden alınan Kurumlar Vergisinin resmi oranı % 20 olmasına rağmen, Türkiye’nin en büyük bankaları ve şirketlerince efektif olarak bu verginin oranı % 1-2’lere hatta bindelere kadar çekilebilmektedir. Esnaf ve sanatkârların ödediği yıllık ortalama vergi miktarı ise (2011 yılı) 78 TL ile 1783 TL arasında değişmektedir.
Gelirlerin büyük çoğunluğu emekçiler üzerinden elde edilirken ,siyasal erk izlediği politikalarla bu kaynakları sermeyenin ihtiyaçları için kullanarak toplumdaki eşitsizlik ve haksızlığın sorumlusudur.
Emekçiler için bu durum kabul edilemez.
Kamu emekçileri bütçeden haklarını almak için 19 Aralık’ta greve gidiyor.
Bu son derece haklı bir taleptir.
Bir bütün olarak bütçenin sermayenin bütçesi olduğu göz önünde bulundurulursa; bütçeden hakkını alamayan tüm kesimlerin örgütleyeceği bir genel grev ile demokratik halkçı bir yönetim için adım atmak; vazgeçilmez bir görev haline gelmiştir.
Gerek bütçe çalışmaları gerekse asgari ücret tespit çalışmaları sırasında toplumsal eşitsizliğin temelini teşkil eden,bir yandan da unutturulmaya çalışılan bu gerçeğin farkındalığını yaratmak son derece önemlidir.
Boş sözlere artık kulaklarımızı tıkayalım, gerçekler ortada; çarşıda pazarda, ay sonunu getirmekte zorlanan emekçilerin hayat hikâyelerinde.