Çanakkale’ye gelen ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, Yalı Hanı’nda gazetecilerin sorularını yanıtladı. Ülke ve Çanakkale gündemini değerlendiren Taş, AKP ve MHP’nin oluşturduğu ‘milli mutabakat’a ve siyasal iktidarın baskısı altındaki hukuka kadar ülkenin önemli gündem konularına değindi. “Menderes’in 1950’lerdeki Vatan Cephesini, 1970’lerdeki Milliyetçi Cephesini, 12 Eylülcülerin Türk-İslam sentezini bugün AKP ve MHP yeniden güncelliyor. Özgürlük alanları giderek daralıyor, emeğin dizginsiz sömürüsünün derinleştiği, yayılmacı, ümmetçi ve işbirlikçi bir politikanın hayata geçirildiği bir Türkiye konjonktüründe yaşıyoruz. Bu rejimin esasını, bir siyasal İslamcı rejim olarak görmek lazım. Bu manada, Türkiye demokrasi emek güçlerinin, ilerici halk güçlerinin yapması gereken bu siyasal İslamcı rejimi yenmek… Bugün bizim en temel görevimiz bu. Nasıl bir Türkiye’de yaşadığımız çok açık, çok net. Yaşadığımız Türkiye’de bu karanlığı nasıl yeneceğiz? Bu siyasal İslamcı karanlığı nasıl yeneceğiz? Bunun yolarını bulmamız gerekiyor, bunun için çeşitli görüşmeler, çeşitli toplantılar, çeşitli istişareler yapıyoruz. Tabi tek boyutlu bir mücadele değil, karşımızdaki bu rejim sadece bir boyutu ile ele alınacak bir rejim değil. O yüzden çok yönlü bir mücadele içerisinde olmamız gerekiyor, birleşik güçlü bir mücadeleyi, bu siyasal İslamcı rejimin karşısına koymamız gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin geleceği, İslamcı rejimle köklü bir hesaplaşmaktan geçiyor” dedi.
“Türkiye’nin emekçi aydınlanmasına ihtiyacı var”
“Mücadelelerin değişik boyutu var” diyen Taş, “Emek en önemli boyutu, emek mücadelesini ve sınıf mücadelesini büyütmek en önemli boyutlarından biridir. Çünkü siyasal İslamcı rejim, emek sömürüsüne, doğa sömürüsüne dayanıyor ve sınıfın, sınıf olma özelliklerini bütünüyle eritme, bütünüyle yok etme noktasında siyasal İslamcı ideolojiyi, dini bir siyasal sömürü aracı haline dönüşmüş vaziyette. Sömürüyü din ve imanla örtüyor ve insanların yaşadığı, işçi sınıfının yaşadığı iş cinayetlerini, gayri insani çalışma koşullarını hep takdir ve kader olarak görüyor. Bu sömürüler, kaderle, din ve imanla bastırılmaya çalışılıyor. O yüzden sınıfın aydınlanması açısından da bu siyasal İslam rejimi ile hesaplaşmak gerekiyor ve bunun yolu da sınıfın içerisinde de gerçek bir laiklik mücadelesi yürütmekten geçiyor. İşçi sınıfının bilincinin aynı zamanda gerçek bir laiklik bilinci ile de büyümesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gerçek bir laiklik, aydınlanmadır. Bugün Türkiye’nin emekçi aydınlanmasına ihtiyacı vardır. Çünkü aydınlanma olmadığı noktada, işçi sınıfı kendi başına gelenleri, sömürü sisteminin bir sonucu olarak değil de Allahın bir takdiri olarak görür. O yüzden kendi geleceğinin kendi ellerinde olduğunu görmesi açısından da bir emekçi aydınlanmasına bugün Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Artık, burjuva aydınlanması dönemi geride kaldı. Aşağıdan yukarıya bir emekçi aydınlanmasına, sınıftan, sömürüden, her türlü tahakkümden, her türlü baskıdan, her türlü vesayetten kurtulmak açısından gerçek bir aydınlanmaya, toplumsal aydınlanmaya ihtiyaç vardır. Bunun da başından laikliği kazanmak mücadelesi geçmektedir. Yani işçi sınıfı mücadelesi, aynı zamanda bir laiklik mücadelesi ile iç içe geçmelidir ki; sınıfın kendi haklarına, sömürü politikalarına direnebilmesi mümkün olsun. Yoksa diğer türlü, din ve imanla cilalanan sömürü koşulları altında sınıf, kendi başına geleni bir takdir olarak gördüğü müddetçe, bizim açımızdan önemli olan ve bizim açımızdan esas olan, sınıf ve emek mücadelesini büyütebilmek de çok mümkün olmuyor. Bu manada sınıfın aydınlanması ve sınıfa dayalı bir aydınlanma mücadelesi, bu siyasal İslamcı rejimle hesaplaşabilmek noktasında, önemli bir başlangıç noktası” ifadelerine yer verdi.
“Çanakkale’yi yoksullaştırma projesi”
Taş, son olarak Çanakkale’deki altın madeni çalışmalarına ve çevre mücadelesine de destek vererek, “Çanakkale’de bunların hepsinin zenginlik için yapıldığı söyleniyor, öyle lanse ediliyor ama Çanakkale, doğasıyla, kültürüyle, tarihiyle zengin zaten. Çanakkale’nin şuan ki varlığı başlı başına bir zenginlik. Bütün bu yapılanlar, bu zenginliği yok etmeye dönük. Aslında bunlar, Çanakkale’yi yoksullaştırma projeleridir. Doğa acımasızca katlediliyor, yok ediliyor, geleceğimiz yok ediliyor. Bütün bu projelerde ‘her şey’ hesap ediliyor, ama bu projelerin yarattığı insana, doğaya olan maliyeti ise hiç hesap edilmiyor. Buradaki en önemli nokta, bu projelerin doğaya yaratacağı maliyettir, bu önemlidir. Kalkınma, büyüme edebiyatı yapılıyor. Neye göre kalkınma, nasıl bir kalkınma? Yani Çanakkale’yi Çanakkale olmaktan çıkaracak, Çanakkale’nin bu tarihsel, kültürel, doğal güzelliklerini ortadan kaldıracak kalkınmanın, büyümenin manası, anlamı nedir? Yani bugün aslında insanlık, böyle bir anlayışı sorguluyor. Neye göre kalkınma, kimin kalkınması, nasıl büyüme, neye göre büyüme? Doğayı yıkan, katleden, insanı çürüten, insanı sömüren, ezen, iten bir büyümenin, kalkınmanın insanlığa ne faydası olur? Tam tersine bu büyüme ve kalkınma denilen olaylar, tamamıyla insanı ve doğayı bitirmeye dönük büyüme ve kalkınma. Burada büyüyen sermaye, burada büyüyen bir avuç zengin ve onunla işbirlikçilik yapan çeşitli güçler ama bu projelerle o coğrafyada yaşayan insanlar kelimenin gerçek anlamında yoksullaşıyor. ‘Yerli ve milli’ edebiyatı yapıyorlar ama sonuçta, yerli tarım diye bir şey bırakmadılar, yerli tohumculuk diye bir şey bırakmadılar, yerli hayvancılık diye bir şey bırakmadılar, yerli sanayi diye bir şey bırakmadılar” dedi.
(Seçkin Sağlam)