Acıyı değil, barışı paylaşalım!

Her gün gelen ölüm haberleri ile analar, babalar, eşler ve çocukların acıları başta olmak üzere 30 yıldır aynı acıları yaşayarak bugünlere geldik. Bu yaşananlar kaderimiz olamaz,akan gözyaşları durmalı, bu durumu değiştirmeliyiz.

397
Onbinlerce insanımızı kaybettik, gencecik insanlar hayatlarının baharlarında yaşama veda ettiler.
Buna artık daha ne kadar müsaade edeceğiz. İstersek buna dur diyebiliriz, bize bu konuda düşen görevler olduğunu unutmayalım; barışı savunalım.
 
30 yıldır süren bu savaş ile sorunun kaynağını teşkil eden Kürt sorunun çözülemeyeceği artık net bir şekilde görülüyor. Güvenlik politikaları ile sürdürülen bu savaşın çözüm getirmediği ortada. O zaman başka bir alternatif üzerinde geliştirilecek çözüm stratejisine ihtiyacımız var.
 
Şiddetin yerine barışın dilini hakim kılarak; sorunların kaynağındaki özgürlükler ve insan hakları noktasında atacağımız adımlar konusunda özellik ile Kürt vatandaşların dışında bizlere çok önemli görevler düşüyor.
 
Bu ülkede yıllardır dilleri, dinleri, kültürleri farklı halklar yaşıyor.
 
Birimiz diğerine benzemek zorunda değil, zorla benzetmenin getirdiği sonuçlar da ortada.
 
Farklı dillere, inançlara ve kültürlere sahip insanlar olarak eşit koşullarda barış içinde yaşamak pekâlâ mümkün.
 
Bunun için çaba göstermeliyiz, acıyı değil barışı ve güzellikleri paylaşmak için irademizi koymalıyız.
 
Yanlış politikaların sonucu ortaya çıkan fatura bize acılar olarak geri dönüyor.
 
Ne yazık ki savaşmak konusunda çaba gösteren ve bu savaştan nemalan bir çıkar grubu var ki; gündeme taşıdığı yalanlar ile tüm toplumu zehirlemeye çalışıyor. Faturayı yine hepimiz ödüyoruz.
Artan vergiler, silaha, tanka, topa harcanan kaynaklar...
 
Şu çok açık ki, barış sağlanmadığı sürece, soframızdaki ekmek daha da küçülüyor; sağlığa ve eğitime, kamu hizmetlerine daha az para ayrılıyor. Adalet duygusu yok ediliyor... Savaş hukuku hakim hale getirilerek bir bütün olarak demokrasi ve özgürlükler insan hakları ayaklar altına alınıyor. Muhalif olan herkes yoğun bir baskı altında, özel yetkili mahkemeler özel olarak çalışıyor, muhalif kesimler sıradan gerekçeler ile cezaevlerine dolduruluyor. Kapitalist toplumun ekonomik krizinin yükü emekçiler üzerine yıkılıyor. Çalışanlar sefalet ücretine mahkum ediliyor, sendikal hakları yok ediliyor, grev toplu sözleşme gibi hakların kullanılması engelleniyor.
 
Bütün bu gelişmeler sonuçta Kürt halkı üzerinde estirilen baskı ortamı ile aynı köklerden beslenmekte.
Kürt halkı da bu savaşın son bulmasını istiyor. Kendi kimliğiyle, kültürüyle, haklarıyla eşit ve özgür yaşayacağı bir ülke istiyor. 
Anadilinde eğitim istiyor...
Anayasal yurttaşlık istiyor...
Yerinden yönetim, demokratik özerklik istiyor...
 
Peki bu konular müzakere edilemez mi? Elbette edilebilir.
Gerçek barış, halkların kucaklaşmasıyla; savaş ve çatışma diline karşı barış, eşitlik ve kardeşlik sözlerinin artmasıyla gerçekleşebilir.
İstersek bu savaşı durdurabiliriz...
Sessiz kalırsak, savaş politikaları pervasızca sürecek, her gün yeni acılar yaşamaya devam edeceğiz.
Artık bu sorunun güvenlik politikaları ile çözülemeyeceği görülmeli, barış için hızla adım atılmalıdır.
30 yıldır süren bu acılara son vermek için çatışma değil müzakere, ölüm değil çözüm ilkesiyle birlik barış ve kardeşlik için atılacak adımlara hepimizin katkı sunması gerekmektedir.
 
30 yıldır her türlü yol denenmiştir.
Denenmeyen tek yol barışın dilini hakim kılmak konusundaki girişimlerdir.
Buda hepimizin görevidir.
Gelin yeni bir başlangıç yapalım; barış kazansın, acılar dursun.
Paylaş